23 Nisan 2013 Salı

Çocuklar inanın, inanın çocuklar



Hasan Tolga Pulat’ın ilk filmi “Güzel Günler Göreceğiz” iki sene önce Antalya Altın portakal’da en iyi film dahil ödüllerde geceye damgasını vurmuştu. Nazım Hikmet’in şiirine ithafen seçilen filmin adı, içinde anlattığı karakterlerin güzel günler görmek adına hayat kavgalarını çok güzel özetliyor.

Kesişen hayatlar teması sinemada oldukça çok kullanılan bir formüldür. Farklı hayatlardan insanların tesadüfe dayalı kesişmeleri genellikle aynı anda çok şey anlatmak isteyen yönetmen-senaristlerin en çok başvurduğu yöntemdir. Böylelikle temel aldığı toplumu genel bir portre içinde sunma şansı yaratır. Ama bir bakıma da çok riskli bir yöntemdir bu. Çokça örneğini gördüğümüzden klişe ibaresi hemen yaftalanabilir. Bu yüzden seçilen hayatların her ne kadar farklı dünyadan olsalar da yakın hayatlar olmasında fayda vardır. “Güzel günler göreceğiz” maalesef bu hataya düşüyor. Birbirinden alakasız farklı dünyalardan insanların ‘tesadüfe’ dayalı kesişmeleri filmin metninde en aksayan nokta. O kadar basit bir ortak nokta üzerinden hayatta savrulan insanları anlatırken konu oldukça dağılıyor. Kimin kimle ne ilgisi var takibi çok zorlaşıyor. Bunun nedeni de anlatılan hikâyelere tek tek bakarsak her biri tek başına bir film olacak kadar yoğun hikâyeler barındırıyor. Töre cinayetleri, fuhuş batağı, göçmenlik, organ mafyası, polis-mafya işbirliği bu güne kadar bolca kullanıldılar. Bir filme hepsini sığdırmak bir bakıma güçlü kalem isteyen bir durum.

Filmin içinde kullanılan şiirler çok güzel ve esas önemi çok anlamlı. Güçlü kalemlerin hayata dair şiirleri filmin ana eksenini oluşturuyor. Özellikle filme de adını veren Nazım Hikmet bu ülke için o kadar önemlidir ki. Hayatı boyunca sürgünler yemiş, zorluklar çekmiş, türlü türlü acılar çekmiş birinin güzel günler göreceğiz demesi bu ülkenin geleceği adına oldukça umut verici. Her ne yaşarsa yaşasın insanın elindeki tek hazinesi umutlarıdır. Hep güzel bir gün yaşamak adına değil midir bütün bu varoluşsal çırpınışlarımız? Güzeli doğruyu gerçeği aramak için bütün bu çabalarımız aslında insana yakışır bir hayat sürmek için değil midir? Aslında bakarsanız en kötü karakter bile kendince iyiyi istemek için bazı şeyleri yapmaktadır. İzzet mesela. Polis teşkilatı içindeki çürümüşlükleri çok güzel yansıtan İzzet, yeri geliyor yaşlı kadına yer vermeyen genci otobüsten yaka paça indirebiliyor. Aslında kim kötü kim iyi böyle bir durumda karar vermek zor. Zira insan değimiz şey kendi algılarından bu dünyaya baktığı için mutlak bir doğrudan daha uygun bir tabirle ‘hakikat’i kendince belirler. Toplumun genel kabul görmüş yazısız kuralları içinde bahsettiği hikâyelerde aslında ne kadar yerle bir olduğunu gösterir. Üstüne iftira atılan Mediha’nın ailesince kabul görmemesini hangi toplum, hangi kurallar onaylar ki. Kendilerince leke sürüldüğüne inanılan kızların, ailenin erkekleri tarafından gözleri kırpmadan vurulmaları, daha doğrusu kendilerini namus bekçileri sayanlar tarafından doldurulmaları nu hiçbir mantıklı toplumsal sistem açıklayamaz. Bu olsa olsa toplumun en çürümüş tarafını ifade eder.  

Anna’nın dramı ise yine bir başka toplumun çürümüş tarafının resmidir. Fuhuş batağına sürüklenen on binlerce gençten biridir Anna. Bütün bu pisliğe bir gün kaçıp gitme umuduyla katlanmaktadır. Erkeğin elinin kiri diye kabul edilen bu baskı ortamında tek temiz kalanlardır bu beden emekçileri. Bütün bu umutsuzluğun içinde kendine bile umut olamazken bir başka insanı da düşünecek kadar insandırlar. Anna’nın da hiç düşünmeden organ mafyasına kaptırmadığı çocuğu kesişen hayatların tesadüfüyle yanına alması işte hala bir şeylerin umudu olduğunu çok güzel gösteriyor. Evet, hala bir şeyler vardı ölmeyen, bu insanlar bir gün güzel günler görecekler orası kesin.

Filme genel olarak baktığımızda her hikâyeden olması biraz ağır kaçıyor. Her türlü dram var ve insanı bu dram yükü boğuyor. Ama bir anlamda da hepsinin güzel günler görme umudu var. Belki hepsi umudu göremiyor ama olsun içindeki umutlar onlar için yaşama devam ettirme güdüsü olarak yer alıyor. Hayal kırıklıkları ve umutlar. Birbirlerinden ayrılmaz ikililer. Umut ne kadar büyükse hayal kırıklığı da o kadar büyüktür. Hayal kırıklığı ne kadar büyükse hayata, düzene inat yaşama isteği daha da o denli büyüktür. Belki bir bakıma insanların imkansızı istemelerinin de sebebi budur. Ne kadar zor bir şeyi isterlerse o kadar çok çalışırlar ve o kadar çok yenilirler. Beckett’ın dediği gibi ‘yine dene, yine yenil, daha iyi yenil.’ Çoğu insan için bu aforizma hayatta kalmanın anahtarıdır.
 


NİKBİNLİK
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
                göreceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süreceğiz...
Açtık mıydı hele bir
                            son vitesi,
adedi devir.
         Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
                                  ne harikûlâdedir
             160 kilometre giderken öpüşmesi...
Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
             yalnız cumaları
                      yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
                    ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
     Cevap:
            açılır kara kaplı kitap:
                                              zindan..
Kayış kapar kolumuzu
                              kırılan kemik
                                                   kan.
Hani şimdi bizim soframıza
                                 haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
                            sapsarı iskelet gelir.. 
Hani şimdi biz..
İnanın:
        güzel günler göreceğiz çocuklar
        güneşli günler
                            göreceğiz. 

Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süreceğiz.....

*
Share/Save/Bookmark

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder