8 Ağustos 2012 Çarşamba

Evlat Olsa Sevilmez-“Kevin Hakkında Konuşmalıyız”

wneedEğer Sigmund Freud yaşasaydı ve bu filmi izleseydi olası dvd kapağına yazılabilecek şu sözleri söylerdi “Yıllardır anlatmak istediklerimi tek kelime ile mükemmel anlatmış”.We need to talk about Kevin(Kevin Hakkında konuşmalıyız)yazarı Lionel Shriver daha doğrusu 15 yaşında daha erkeksi olsun diye esas adını değiştiren Margaret Ann ,romanlarındaki karakterler hakkında en başta şunu söyleyen bir insan “sevilmesi zor karakterler yaratmayı tercih ediyorum.Prestijli Orange ile başarısı tescillenen Kevin Hakkında Konuşmalıyız annelik güdüsü üzerine yazılmış ve hareretli tartışmalara yol açan bir kitap.Annelik gibi kutsal atfedilen bir duyguya bu kadar sert bir eleştirinin getirilmesi başlı başlı bir cesaret konusu.Tabi eleştiri içeriden geldiği için daha farklı bir yaklaşımla karşılaştığı kesin.Yine aynı şekilde cesaretinden bir şey kaybetmeden 1969 İskoçya doğumlu Lynne Ramsay tarafından hem yazılıp hem yönetilen aynı isimli filmi ise hem alt metni ile hem de görsel üst yapısıyla son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri.Haneke’vari bir şekilde her sahnesini didik didik incelenebildiği ve sağlam bir felsefesi olan filmleri çok seviyorum.Film bittikten sonra bazı şeylerin boğazında düğümlendiği,kafa karışıklığı yaratan,insanı sorgulamaya iten filmlerden biri bu ve bu tür filmler aslında izlendikten sonra başlar.Bir kaç gün önce izlememe rağmen bir türlü elim klavyeye gitmedi ve kafamda bazı şeyleri oturtmaya çalıştım.Tabi halen oturtabilmiş değilim orası ayrı.Çünkü ebeveynlik ve çocuk konusu o kadar kompleks bir konu ki üstünkörü çocuk gelişimi tarzıyla kişisel gelişimci yorumlarıyla değil daha derinlemesine Fruedyen bir psikanalizle ele alınmalı diye düşünüyorum.Öteki türlü herkes birisinin çocuğu ve ya birilerin mutlaka çocuğu var ve herkes bir şekilde bu konunun bir parçası ama aslında kimsenin bu konu hakkında bilgisi yok.Üreme,evlilik,çocuk yetiştime gibi konuların sadece insani güdülerin sonuçları olarak bakmanın genel resmi görmek adına hiçbir yararı yok.

490-250
Kısaca filmden bahsedecek olursak amerikan orta-üst sınıfından Eva Khatchadurian(Tilda Swinton) özgürlüğüne düşkün,gezmeyi seven bir yazar.Eşi Franklin (John C. Reilly) ,her ne kadar birbirlerini sevselerde babalık yönü zayıf bir birey.Konu mankeni desek yeridir.Filmin esas karakteri anne Eva’yı ailesini dağıtan kötü olayın sonrasında yaşadığı iç hesaplaşmaları izliyoruz.Filmin sonuna doğru Kevin’in doğumuyla başlayan flashbacklerle o malum olaya doğru bir gerilim içinde ekrana taşıyor yönetmen.Bu flashbacklerde yapmak için ne kadar düşündükleri muamma Kevin doğduktan sonra Eva ve Kevin başbaşa kalıyorlar ve aralarındaki varoluşsal meselelerine ve gerilimine şahit oluyoruz.


Bu noktadan sonra -------spoiler-------vermeden filmi anlatmak mümkün değil baştan uyarayım.
Öncelikle filmin her sahnesin özenli bir işçilikle oluşturulduğu belli.Hiçbir sahne boşuna sırf görsellik katsın diye çekilmemiş.Böyle olunca her kare farklı bir anlam içeriyor ve büyük resmi görmek için hepsinin doğru okunması gerekiyor.Kieslowski’nin üç rengi gibi başından sonuna kırmızı rengin hakim olduğu filmde Eva mantıklı düşünme sonucu doğurmak için karar vermediği açık Kevin’ı doğumundan sonra annelik konusunda pek bir aşama kaydedemiyor.Babanın eve ekmek getirdiği ,geldiği zamanda çocuğu eğlendirme fonksiyonunu sürdürdüğü bir ailede bütün yük annenin omuzlarına çöküyor.Her ne kadar Kevin’la sürekli ilgilensede, çocuk için için istenmediğin farkında ve sevgi ile nefret arasında bir duygu yoğunluğu içinde büyüyor.Otto Kernberg’in nefret ile şöyle bir söylemi var “nefret karmaşık bir saldırganlık duygusudur.Öfke tepkilerin aniliğine ve kızgınlık ile öfkenin değişen bilişsel yönlerine karşıt olarak,nefretin bilişsel yönü kronik ve kararlıdır.” Yani kısacası nefret duygusu kızgınlık ve öfkenin aksine daha sürekli varolduğunu için Kevin’da da bu mevcut.Sürekli nefret duygusu ile anneye olan Oedipus kompleksinin getirdiği libidal bağlılık arasında gidip gelen Kevin-Eva ilişkisi filmin son saniyesine kadar bir gerilim oluşturmaya yetiyor.Mesela Kevin’in normal bebeklere nazaran oldukça geçiken 5-6 yaşına kadar sarkan bez bağlama durumunu tuvalet eğitimi veya ilgisizlik olarak değerlendirmemeli.Çocuğun tuvaleti kullanmayı reddetmesinin nedeni anneyi cezalandırmak çok dışkısını vücudun bir parçası olarak algılayıp ondan vazgeçmek istememesi olarak açıklanabilir.Çünkü Freud’a göre 3-5 yaşına kadar süren penis(fallus) dönemi ile anneye olan aşırı cinsel eğilim(libido) çocukta karmaşıklığa yol açar.Mesela çocukların sürekli anneyle ve babayla beraber yatma isteği bundan kaynaklanır.Bundan sonraki evre ise buluğ çağına kadar devam edecek latens denilen duraklama evresidir.Bu evrede baba daha güçlü rakip olarak algılanır ve yenilgi kabullenmiş olunur.

kevin_kirmizi_sembolizm


Filmdeki bir başka değinilen nokta da suçun doğasıyla ilgili.Malum olaya doğru giden bir etkilemenin toplumsal bir etki olduğu vurgulanıyor.Televizyonlarda suçun yüceltilmesi ve gerçekle kurmacanın ortadan kaldırılmasyla hali hazırda kişiliklerde oturtulmamış bastırılmış duyguların temelinde gelişmesi ve eyleme kadar gitmesi çok güzel bir şekilde aktarılmış.Her ne kadar şimdilerde spor olarak görülsede en eski silahlardan biri olan Ok’un filmin sonundaki şiddete giderkenki silah olarak belli edilmemesi güzel bir ayrıntı olmuş.Gerçi silah,ok farketmez eğer insanın içinde bastırılmış şiddet eğilimi varsa bunu her türlü yapabilir.Mesela lavabo öğütücüsüne tavşanı atması ya da kardeşine zarar versin diye kimsayal temizliyicileri koydukları kilitli dolabı açık bırakması şiddetin ortaya çıktığı başka silahlardı.

kevin_kilit_sahneleri
Filmin sonuna doğru babanın açıkca boşanmayı istemesi ve velayetler konusunda Kevin’ın annesinden ayrılacağı korkusunu  yaşaması ve bütün bunların sebebini kendisi olarak görmesi sonun başlangıcı oluyor ve anneyi tamamen kaybetmemek için kitlesel bir şiddet yolunu seçiyor.Annenin ise bunun sonucunda sosyal hayatında dışlamasına kadar gidecek olan şiddeti sahiplenmesi en başta da belirttiğimiz gibi annenin de bu ilişkiyi amatör bir şekilde içselleştirdiğinin bir sonucu.Tabi en başta bunun önünü alabilmiş olsalardı filmin adını repliklerde duymuş olsaydık bu sonuçla karşılaşmamış olurduk büyük ihtimalle.Yine de bir varsayımdır bu çünkü şiddetin hangi dinamiklere sahip olduğu,nasıl ortaya çıkacağı belli olmaz.Ama anne-baba sevgisizliğinin sonucu kişilikte boşluklar varsa her insan tabiri caizse pimi çekilmiş bomba gibi ortalıkta dolaşır dururlar.Mesela geçen sene Norveç’te 77 kişinin ölümüne sebep olan Anders Behring Breivik ile ilgili daha çocukken ebeveyn ilgisizliğine dair psikolog tarafından yazılmış rapor bulunmuş.Zaten bir yaşında anne ve babasının ayrılmasıyla ihmal edildiği bir çocukluk geçiren Breivik’in içinde bulunduğu şartların düzgün bir gelişme için elverişli olmadığı ve bu ihmalin ileride daha büyük sorunlar doğurabileceğin yazdığı raporda bunun çaresi olarak annesinden alınıp daha iyi bakım ve eğitim görebileceği devlet bünyesinde sosyal hizmetlere verilmesi gerektiği belirtilmiş.Tabi annelik ve aile kurumu sorgulanmaya bu kadar kapalı olmasaydı ve duygulardan çok mantığa yer verilmiş olsaydı büyük ihtimalle Norveç’te bu katliam yaşanmamış olacaktı.
-----------spoiler----------------------------

We-Need-to-Talk-
Oyunculuklar için Tilda Swinton’a kocaman bir parantez açmak gerek.Zaten önceki rolleriyle gerek oskar olsun gerekse diğer prestijli ödüllere sahip olduğu için yeteneği hakkında fazla söze gerek yok.Ama bu filmde öyle bir performans ortaya koyuyorki deyim yerindeyse tek kişilik gösteri misali koca filmi alıp götürüyor.Canlandırdığı Eva’nın sevinci,hüznü,bıkıp tükenmez hezeyanları öyle güzel resmediyorki filmi başka bir boyuta geçiriyor.Swinton’un yanı sıra Kevin’in bebeklik,çocukluk ve gençlik kısmını canlandıran oyuncular en az Swinton kadar başarılı.Gençlik zamanına hayat veren Ezra Miller yüz ve vücut hatlarının Swinton’a benzemesinin yanı sıra psikopat ama bir o kadar da feminen tavırlarını çok iyi yansıtıyor.Küçük oyuncular Jasper Newell,Rock Duer de hiç altta kalmayan performanslar sunuyorlar.Özellikle Kevin’in sorunlu küçüklük dönemlerindeki o gelgitlerini çok iyi resmediyorlar.

we-need-to-talk-about-kevin-movie-image-tilda-swinton-john-c-reilly-01
Sonuç olarak sayfalar yetmez bu film hakkında.Herkes kendi deneyimlerinden,kendi bilgi birikimlerinden farklı sonuçlar çıkarabilir.Kimi der ki suçlu olunur,suçlu doğulmaz bebeklik ve çocukluk zamanlarında ebeveynelerin rolü çok büyüktür,kimi de anne babanın bu süreçte fazla müdahil olmaması gerektiğini kişinin kendi içinde varoluşuu çözmesi gerektiğini söyler.Yani herkes bu konunun içindedir öyle veya böyle.Ama daha öncede dediğim gibi bu konularda Freudyen bir anlayışı daha mantıklı buluyorum ve değerlendirmelerin o yönde daha sağıklı olacağını düşünüyorum.
Sonuç olarak anne ve babalığın beş dakikalık bir zevkin sonucu oluşmaması gerektiğinde insanlar hemfikir galiba.Daha profesyonel donanımlı anne babaların yetiştireceği çocuklar ileride daha sağlıklı bir toplum kurulması adına öncelikli gereken.


“Kevin Hakkında konuşmalıyız” gerek sağlam alt metni ile insanın kafasını karıştıran,sorgulamaya iten tehlikeli sularda yüzen bir film.Kırmızı ağırlıklı görseli ve Tilda Swinton resitali izlemek de filmin en büyük artıları.Yani sonuç izleyin izlettirin,yetmez tartışın ve tartıştırın.

                              6102494057_087b6a79d0_b                                      about-kevin-2

*
Share/Save/Bookmark

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder