28 Haziran 2014 Cumartesi

24 Filmlik En İyi 10 Filmim


Bu yılın Türk sinemasının 100. Yılı olması nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Sinema genel müdürlüğünün düzenlediği 100 Yıl 100 Film anketi 1 Eylül’e kadar devam edecek.
Fuat Uzkınay tarafından 1914’te çekilen “Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” adlı belgesel ile tarihi yolculuğuna başlayan “Türk Sineması” bu yıl 100. Yaşını Kutluyor!

http://www.yuzyilyuzfilm.gov.tr/

Oldum olası film anketlerine hep mesafeli durmuşumdur. Bence sinema kişinin kendi algılarından yola çıkılarak oluşturduğu bir dünyadır. Hani kitaplardan uyarlanmış filmlerin  okuyucularına göre her zaman kötü olması gibi. Çünkü roman da olsa sinema filmi de olsa bütün kurgusal yapıtlarda kişi kendi algılarından yola çıkarak beğeni düzeyini oluşturur ve kendince bir şey bularak yapıta yakınlaşır.100 yılın 100 filmi anketinde de elim bütün filmlere oy vermeye gitti ama maalesef 10 oy hakkıyla bunu kısıtlamam gerekiyordu. En iyi filmleri belirlemek her zaman zor olmuştur benim için. Öyle yapıtlar vardırki birini seçersin diğerini elersin  ona hakaret. Hele hele en iyi film onurunu bahşedecek kadar tek bir filme yakınlık duyamıyorum. Yurtdışında ilk ödülümüzü getiren Susuz yaz’ı mı seçersin, Cannes’dan ödülle dönen Uzak’ı mı, Yol’u mu(şimdi Kış uykusu da girmeli bu listeye), yediden yetmişe herkesin sevdiği Hababam Sınıfı’nı mı, Kapıcılar Kralı’nı mı. Bu sorular uzar gider. Birini seçsen diğeri boynu bükük kalır. İşte bu yüzden oy verirken çok zorlandım ve oy verdiklerimden çok oy veremediklerime üzüldüm. Oy verirken 10 filmle kendimi zorlamadan biraz hormunlu da olsa 24 filmlik en iyi on filmimi belirledim. Kafan mı güzel, matematiğin mi zayıf demeyin işte benim en iyi filmlerim listem. Buyrunuz:)


1-MASUMİYET 
Zeki Demirkubuz'un başyapıtı Masumiyet her zaman ilk üçümde olmuştur. Hikayesi öyle insanın içini derinden yaralarki ne zaman izlersem izleyeyim Bekir'in Uğur'a aşkından öte saplanışını başka hiçbir  filmde yakalayamam. Hele hele öykünün gerçek olma ihtimali bile tüylerimi diken diken etmeye yeter.

2-ANAYURT OTELİ
Küçük  bir Anadolu kasabasındak küçük bir otelin katibi küçük insan  Zebercet'in büyük yalnızlığının hikayesi. 80 darbesi sonrası toplumcu sinemanın bitip karaktere dayalı sinemanın başlangıcı sayılır. Macit Koper'in efsane Zebercet performansı oyunculuk anlamında da sinema tarihimizde en iyilerden sayılır.

3-SEVMEK ZAMANI - SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM-KIRIK BİR AŞK HİKAYESİ
Bu filmler benim için aşkın en temiz en saf şekliyle anlatıldığından birini diğerinden ayıramam. Tek bir filmmiş gibi listeye dahil ediyorum. Türk sinemasının en iyi aşk filmleri.

4-SUSUZ YAZ
Yukarıda da bahsetmiştim. Yurtdışında ilk büyük ödülümüzü getiren Susuz Yaz susuzluk ve kadınsızlık gibi toplumsal konuları çok iyi işler ve o zamanın küçük anadolu köylüsünün çıkmazlarını çok iyi yansıtır. 64 yılında Berlin'de altın ayıyı almasıyla Türk sinemasının Avrupa'ya açılışının simgesidir aynı zamanda. Filmle ilgili tek olumsuz yan;oyuncusu ve yapımcısı Ulvi Doğan ile yönetmeni Metin Erksan arasındaki kavga ve yıllar sonra Hülya Koçyiğit'e benzeyen bir figuranla birkaç erotik-pornografik sahnenin eklenmesiyle I had my brothers wife (Kardeşimin karısına sahip oldum) adıyla erotik sinemalarda gösterilmesi.

5-EŞKİYA - MUHSİN BEY - AŞK FİLMLERİNİN UNUTULMAZ YÖNETMENİ
Büyük oyuncu Şener Şen'in filmografisindeki en iyi filmleri. Şu an türk sinemasının gişede tekrar canlanmasının başlangıcı kabul edilen Eşkiya gösterildiği zaman Hollywood hegemonyasını yıkmış ve 80 sonrası çöken türk sinema endüstrisinin tekrar yükselmesini sağlamıştı. Muhsin Bey ise yine 80 sonrası toplumun kültür sanat hayatını arabesk-türkü ekseninde çok iyi analiz ederek döneminin en iyi filmlerinden biri olmuştu. Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeninde de sinema emekçilerini onurlandırarak film çekmenin ne kadar zor bir iş olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

6-YOL - SÜRÜ - DUVAR
100 yıllık türk sinemasında Yılmaz Güney kadar etki bırakmış başka bir sanatçi var mıdır bilmiyorum. Sahip olduğu politik duruş ile 80 öncesi çalkantılı yıllarda sinemayı başka bir boyuta taşımış ve sessizlerinin sesi olarak sinemayı toplumsal bir uyanışı yaratmak için ulvi bir amaca büründürmüştü. 70'li yıllar sinema anlamında zor yıllardı, sansür denilen demokles'in kılıcı sinemacıların tepesinde durmuş ve kim bilir kaç dünya yapıtının oluşmasını engellemişti. Ama bu zorbalık Yılmaz Güney'i durdurmamış ve Yol ile Cannes'da en iyi film olma yolunda engel olmamıştı. Yol- Sürü - Duvar bence açık ara Yılmaz Güney sinemasının başyapıtları ve 100 yıllık film serüvenimizde kilometre taşlarıdır.


7-HABABAM SINIF 
HABABAM SINIFI SINIFTA KALDI 
HABABAM SINIFI DOKUZ DOĞURUYOR
Hababam sınıfı hakkında ne desek boş. Rıfat ılgaz'ın türk edebiyatındaki en önemli eserlerinden Hababam sınfı serisi Ertem Eğilmez,Minur Özkül,Adile Naşit, Tarık Akan, Halit Akçatepe,Kemal Sunal'lı ekibiyle unutulmazlar arasındadır. Sadece şunu diyebilirim ilk film 1974 yılında  yani bundan 40 sene önce çekilmiş ama daha dün televizyondaydı sanki ilk defa izliyormuş gibi gözümü kırpmadan izledim.

8- BİZİM AİLE - NEŞELİ GÜNLER - GÜLEN GÖZLER-AİLE ŞEREFİ
Fakir ama gönlü zengin türk ailesinin en iyi yansıtıldığı sıcacık filmlerdir Bizim aile, neşeli günler, gülen gözler. Hala sorsanız hangi konu hangi filmin diye söyleyemem. Vecihi hangi filmdeydi, tavanarasında sabun tozu hangi filmdi,sirke-limon kavgası hangi filmdeydi hakikaten söyleyemem. Bence hepsi bir film. Eminin benim yaşıtım çoğu kişi de bilmiyordur. Biraz google'ın yardımıyla söyleyecek olursak;

Gülen Gözler; Vecihili film aynı zamanda tavan arasında sabun tozu olan film. Yunus'un oğlu Temel'in pısırıklığı, Itır Esen'in sahte öksürükleri, Vecihi'nin seviyorum veriyor musun şarkısı.

 Neşeli Günler; sirke-limon kavgasından ayrılan Minur Özkul-Adile Naşit yıllar sonra tekrar biraraya geldiği film. Rahmetli başkan kennedy, taçsız kral pele, backenbauer, kaleci mayer, nadia comaneci, brigitte bardot, Fenerbahçe'li Cemil yani Atma Ziyaaa desek yeter galiba.

Bizim aile ise Yaşar usta'ın fabrikatöre verdiği efsane ayardan hatırlarsınız. Bana bak beyim ile başlar dokunma yavruma dokunma gelinime diye biter. Tuzu verir misin feride abla, baba ben profesyonel oldum, büyüdüler yaşar bey büyüdüler, annem bi buttan fazlasını göndermedi. Nasıl unutulur bu replikler!

Bir de bu güzel dramla komedinin içiçe geçtiği filmlere ek bence dram anlamında en yüklü filmi de boş geçmemek lazım. Aile Şerefi çocukluğumda izlediğim en kasvetli filmlerden.Bütün bu filmlerin ortak noktası fakir ama gururlu küçük ailelerin sevgiyle dayanışmayla hiçbir zaman yıkılmayacaklarını bize çocukken öğretmiş olmaları.


9 - UZAK
Yakın zamanda Kış uykusu ile Cannes'da altın palmiyeyi alarak sinema tarihimize altın harflerle yazılan Nuri bilge Ceylan'ın bence en iyi filmi (Kış uykusunu henüz izlemedim, o hariç diğerleri içinde diyelim). Karlar altındaki müthiş istanbul fonunda birbirinden uzak iki kişinin muhteşem anlatımı.

10 -HACİVAT KARAGÖZ NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?
Bu listede olması en garip gelen film olabilir ama bence Ezel akay'ın 2005 yapımı Hacivat Karagöz neden öldürüldü filmi sinema tarihimizde değeri anlaşılmamış nadir yapımlardan biri. Öncelikle Haluk Bilginer, Beyazıt Öztürk, Ayşen Gruda, Güven Kıraç, Şebnem Dönmez gibi sağlam oyuncu kadrosuyla tarihimizin en büyük değerlerinden Hacivat Karagöz ekseninde onları anlatırken asıl mizah ile politikanın amansız savaşını anlatması ve osmanlının kuruluş zamanını çok iyi yansıtması bu listeye girmesini sağlıyor. Filmin tek kusuru ses miksajı olabilir. Bu yüzden sanırsam hakettiği ilgili ve onuru görmedi zamanında.

BONUS 11 – ZÜĞÜRT AĞA
Dedim ya kimi listeye alsam dışarıda kalanlara içim acıyor diye. Şener Şen'in yine efsane oyunculuğuyla bir başyapıt. Zamanın anadolu hiyerarşisinin kapitalizm karşısında nasıl çöktüğünün en büyük ispatı. Tam bir anadolu çözümlemesi. Eğer sosyoloji okusaydım eminim bu film üstüne doktora yazardım. Sosyologlar için tam bir vaha.

BONUS 12 – MAVİ BONCUK
Minur Özkul, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Tarık Akan, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Adile Naşit ve Emel Sayın. Türk sineması bu kadrodan daha iyi bir kadro gördü mü acaba? Psikoloji literatüründe Stockolm sendromu olarak geçse de ben Mavi Boncuk sendromu demeyi tercih ederim.

BONUS 13 – CANIM KARDEŞİM
Kahraman, Kahraman canım kardeşim. Televizyonda çizgi film izlemenin bu kadar insanı burkacağı kimin aklına gelir. Hele o Cahit Oben'in bestesi. müziğiyle bile listeye girmesi yeter.
 




*
Share/Save/Bookmark

25 Haziran 2014 Çarşamba

Tek kişiden game of thrones karakterleri






*
Share/Save/Bookmark

18 Haziran 2014 Çarşamba

Sınırsızlar Kulübü

Bu sene akademi ödüllerinde başta en iyi film olmak üzere 11 dalda adayık kazanıp oskar tarihinde nadir yaşanan en iyi erkek ve yardımcı erkek ödüllerini kapan Dallas Buyers Club bu yılın bence hakkı yenen yapımlarından. Zaten son yıllarda özellikle en iyi film dalında oldukça eleştiriye tutulan akademi bu yıl da her ne kadar 12 yıllık Esaret favori olup kazansa da bence diğer filmlerde göz önünde bulundurulduğunda en iyisi olmaya aday bir filmdi.
Öncelikle filmin ana kahramanı Ron Woodroof'un gerçek hikayesinden yola çıkıldığını söyleyelim. Genel olarak sinemada" based on a true story" hikayeler nedense oldukça derinden etkiler beni. Diğer kurmaca filmler her ne kadar gerçek olabilecek kadar gerçeksi olsa bile gerçek bir hikayenin yarattığı etkiyi yaratmıyor bende. Eğer içinde yoğun dram varsa özellikle kahramanla direk bağ kurarak empati yanı ağır basıyor. Belki bu durum perdede gösterilen dramaya olumsuz etki de yaratadabilir. Karaktere, konuya, mekana girilmesini engelleyebilir. Bir bakıma kurmaca filmden çok belgeselvari bir izlenceye dönüşme ihtimali doğuyor. İşte burda esas filmin kalitesi ortaya çıkıyor. Ne kadar konuyu ve ya kahramanı içselleştirseniz de film kurmaca yanını koruyabiliyorsa başarılı bir uyarlama olduğu ortaya çıkar. Yani kısacası gerçek hikayelerden beslenen yapımlarda izleyici kurmacanın kalitesini anlamak için soyutlamak yerine içselleştirmesi işe yarayabilir. Ya da ne bileyim sadece bende işe yarıyor da olabilir.
Yukarıda da bahsettik Ron Woodroof'un gerçek hikayesinden yola çıkılarak senaryosu oluşturulan Dallas Buyers Club(Sınırsızlar Kulübü) yapım süreci de hayli ilginç geçmiş. 90'ların başında yazımına başlanan senaryo Woodroof'la yapılan söyleşiler ve günlüklerinden yararlanılarak oluşturulmuş. 90'ların ortasında filme çekilmesi gündeme gelmiş ama maddi durumlar yüzünden proje hep ileri bir tarihe ertelenmiş. Taki 2013 yılında başrol oyuncusu sorunsalı çözülerek rol Matthew McConaughey'e teslim edilmiş. Öncesinde Woody Harrelson, Brad Pitt, Ryan Gosling gibi adaylar üzerinde çokca durulmuş ama en son McConaughey de karar kılınması oldukça isabetli olmuş. Bunun nedeni de hem fiziksel anlamda McConaughey'in Woodroof'a benzemesi hem de güneyli aksanı için Teksas doğumlu bir aktörün seçilmesi gerekçilik anlamında işe yaramış. Özellikle method oyunculuğu bakımından McConaughey biçilmiş bir kaftandı ve rolü için 23 kilo vermesi işine ne kadar tutkuyla bağlı olduğunun bir ispatı. Yine aynı şekilde Jared Leto'nun da hakkını yememek lazım. O da Aids'li eşcinsel Rayon rolü için 13 kilo vermiş. Hatta Jared Leto için ayr bir parantez açmak isterim. Filme başlarken oynadığını bliyordum ama hangi rol olduğunu bilmediğimden sürekli ne zaman çıkacak diye bekledim. Rayon'u izlerken de ben bu adamı bir yerden tanıyorum diye dövündüm durdum katiyen Leto bu olabilir hissine kapılmadım, abartı değil anca film bittikten sonra credits de anlayabildim. McConaughey ile birlikte en iyi oyuncu oscarları yanı sıra Altın küre olsun, oyuncular derneği ödülleri olsun, Spirit ödülleri olsun piyasada nerdeyse bütün oyunculuk ödüllerini toplamaları ne kadar kaliteli iş yaptıklarının da bir ispatı.
Filmden bahsedelim biraz. Ron Woodroof tam teksaslı protipine uygun çizmeleri, büyük tokalı kemeri, kovboy şapkasıyla tam bir yürüyen klişe. Maço tavırları, homofobik görüşleri, uyuşturucu, alkol ve seks müptelası bir hayata sahip. Zaten bunun sonucu 80lerin ortasında dünyaya yayılan HIV virüsüne kapılıyor. O zamanlar tıp dünyası bu yeni hastalık ile tanışma halinde. Toplumda da eşcinsel ilişkilerin sonucu olduğunu dair genel bir kanı yer etmiş. Bizim homofobik kahramanımız da ilk başlarda bu hastalığı eşcinsel ithamıyla birleştirip inkar yöntemine başvuruyor ama hastalığının ilerlemesiyle bir nevi aydınlanma yaşayarak hastalık hakkında geniş bilgi sahibi olmaya başlıyor. O yıllarda AIDS tedavisi için henüz emekleme aşamasında olan ilaç sektörü yüksek toksin barındıran AZT isimli ilaç ile hastalığın tedavisi mümkün kılınmaya başlıyor. Ama asıl sorun burada ortaya çıkıyor ve film hasta adam hikayesinden çıkarak sistem eleştirisi rayına oturuyor. Piyasa da satan en pahalı ilaç olması, insanların tedaviden yararlanması için denek olmaları (ki deneklerin yarısı plasebo ilaçlarının etkisinde tedavi olamama durumunu da var,yani bir nevi piyango) ilaç sektörünün ne kadar acımasız olduğunu vurguluyor. Özellikle Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu'nun büyük ilaç şirketleri tekelinde kararlar alması, alternatif tedavi yöntemlerinin göz ardı edilmesi vahşi kapitalizmin en büyük göstergelerinden biri olarak yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor. Milyonlarca insanın umutsuzca ölümü beklerken ilaç şirketinin borsada hisselerinin yükselmesi vahşi kapitalizm değil de nedir?
Bu sisteme Teksas’lılığının vermiş olduğu cesaretle yasalardaki boşluklardan yararlanarak kendince bir sistem kuruyor Woodroof. Meksikada daha çok merdiven altı tabir edilebilecek küçük bir hastanede AZT'nin ne kadar zararlı olduğunu ve asıl vitaminler ve benzeri bağışıklığı güçlendirici ilaçlarla hastaların daha iyi olabildiğini keşfeden Woodroof yurtdışından kaçak ilaçlar getirerek filme isim olan Dallas Buyers Club'ı kuruyor. Genelde yabancı film isimlerine skandal çeviriler yaparlar ama bunda tam cuk oturmuş. Sınırsızlar Kulübü. Yani üyelik bedeli karşılığında kulüp üyeleri sınırsız ilaç alma hakkına sahip. Woodroof’un bundaki amacı yasadaki boşluktan yararlanmak. Kağıt üzerinden kendi hastalığı için ilaç bulundurması ve ilacı satmaması işlerini ilerletmesini sağlıyor. Tabi vahşi kapitalizm bu kendine tehdit herşeyi yoketme hırsında olduğundan işin içine adalet sisteminin yozlaşması da eklenine Woodroof kendini büyük bir mücadelenin içinde buluyor. Zaten hali hazırda hastalığının getirdiği yaşam savaşına ek olarak bunları yaşaması gerçek hikayedeki Woodroof'a sonsuz saygı duymaya itiyor insanı. Doktorların bir aylık ömrü kaldı demesine rağmen bu iki koldan savaş kendisini bitiriyor ve hastalığının 7. yılında aramızdan ayrılıyor. 
Dediğim gibi 12 yıllık Esaret de her ne kadar iyi bir yapım da olsa bence bu yılın oskar adayları arasında en iyi filmdi ve oyunculuklarına gösterilen saygı gibi filme de gösterilmeliydi.



*
Share/Save/Bookmark

11 Haziran 2014 Çarşamba

“Tinkerbell: Gizemli Kanatlar'ın yapımcılarından zamanda yolculuk

“UÇAKLAR”
VE
“TINKERBELL: GİZEMLİ KANATLAR”IN
YAPIMCILARINDAN
ZAMANDA YOLCULUK 3-D
SAVING SANTA

YEKTA KOPAN SESLENDİRMESİYLE – TÜRKÇE DUBLAJ
BİR MİR YAPIM SUNUMU – MİR YAPIM DAĞITIMIYLA
Gösterim Tarihi: 11 Temmuz 2014
YAPIM NOTLARI

Synopsis

Evvel zaman içinde Noel Baba, birkaç elf ve küçük bir atölyeden ibaret mütevazi kasabasında yaşamaktadır. Aradan geçen binlerce yılda, yılbaşında hediye bekleyenlerin sayısı katlanarak arttığı için Noel Baba bazı değişiklikler yapmak zorunda kalır. Santek adındaki şirkette çalışmakta olan en zeki Elf’ler,kuzey kutbunu gizleyecek bir hologram ve Noel Baba’nın her evi bir gecede dolaşarak dünyanın dört bir yanında yaşayan çocuklara oyuncaklarını dağıtabilmesini sağlayacak bir zaman makinesi yaparlar. Mucit ise, Santek’in bir parçası olmayı hayal eden ancak asıl görevi Noel Baba’nın ren geyiği ahırını temizlemek olan bir Elf’tir. Her sene yılbaşı gününde Santek, her Elf’e kendi icatlarını sunma ve icadın kabul görmesi durumunda ise seçkin Elf’lerden olma imkanı sunmaktadır. Geçmişte her sene başarısızlığa uğramış olan Mucit, bu sene insanların en mutlu yılbaşı anılarını okuyup, bunu tekrar tekrar keyifle yaşamalarını sağlayan yepyeni icadıyla hayallerinin gerçek olabileceğine inanmaktadır. Ama meraklı bir Elf yüzünden Mucit’in icadı elektriklerin kesilmesine neden olarak bozulur. Kuzey Kutbu’nu gizleyen hologram da sözkonusu bu kesintiden nasibini alır. Dış dünyaya karşı gizliliğini yitiren Kuzey Kutbu, yıllardır Noel Baba’ya kin besleyen Bay Hızlı Taşıyıcı ve annesi tarafından tespit edilir. Dünyanın en büyük taşımacılık şirketinin sahibi olan anne-oğul, Noel Baba’nın kızağının sırrını kendileri için istemektedir ve onları durdurabilecek tek kişi ise Mucit’tir...


Yapım Hakkında

Yılbaşı adeta sihirli bir zamandır. Bir gecede Noel Baba dünyanın dört bir yanındaki sayısız çocuğa Elf’ler ordusu ve çok özel ren geyiklerinin yardımıyla hediyeler dağıtır. Ama ZAMANDA YOLCULUK söz konusu bu sihirin ardında bilimin olduğunu gözler önüne sermekte...

ZAMANDA YOLCULUK filminde, Noel Baba’nın Kuzey Kutbu’nda yer alan atölyesi binlerce yıldır varlığını sürdürmektedir. Başlangıçta Noel Baba ailesinin ve bir avuç Elf’in yaşadığı dünya, küçük kulübeler ile ren geyiği ahırı ve küçük bir oyuncak atölyesinin yer aldığı mütevazi bir dünyadır. Ancak yıllar geçtikçe dünyadaki nüfus artışına paralel olarak Noel Baba’nın yılbaşında dünya çocuklarına sorumlulukları da artmıştır. Tıpkı yılbaşının sihirli bir yanı olduğu gibi Noel Baba’nın da sihirli güçleri vardır ancak talepleri karşılamaya yetmemektedir. Böylece Noel Baba kendi teknoloji şirketi Santek’i, yılbaşı sabahı tek bir çocuk uyanmadan once tüm dünyada ki çocuklara hediyelerini dağıtmasını sağlayacak teknolojiler geliştirmesi için kurar. Zaman Küresi dünya çocuklarının hediyelerini yılbaşında dağıtabilmesi için Noel Baba’ya dilediği kadar zamanda geri yolculuk yapmasını sağlamaktadır.

ZAMANDA YOLCULUK filminin ana fikri Tony Nottage’ya aittir. Yazar Ricky Roxburgh’un kaleme aldığı pek çok taslağın ardından senaryo son halini almıştır. Yapımcı Terry Stone “Tony ilk başta bana başka bir fikirle gelmişti” diye anlatıyor ve sözlerine şöyle devam ediyor “Beğendiğim bir fikir değildi ama ona dedim ki; Başka bir fikrin var mı?”. Onun cevabı ise “ Aslında aklımda bir yılbaşı filmi projesi var ve içinde bugüne kadar hiç kimsenin kullanmadığı unsuru içeriyor. Çocukların çoğu 9 ya da 10 yaşına geldiğinde yılbaşının sihirini kaybederler. Ben onlarda bunu yeniden canlandırmak istiyorum” oldu.
Hikâyeyi hayata geçirmek için yapımcılar, daha once Küçük Denizkızı ve Kuğu Prenses gibi animasyon klasiklerinde çalışmış olan ve ZAMANDA YOLCULUK filmi ile yönetmenliğe başarılı bir adım atacak olan Leon Joosen’un kapısını çalarlar. Stone : “ Animasyon dünyasına yeni bir soluk getirecek birilerini arıyorduk ve bizce Leon tam da aradığımız kişiydi”diye devam ediyor ve sözlerini şöyle bitiriyor: “Bence Leon animasyon dünyasının yükselen yıldızı. O bir deha.”

ZAMANDA YOLCULUK filminin kahramanı Mucit, Santek’e girip icat yeteneklerini kullanmayı hayal eden bir Elf’tir. Ancak ona küçük bir çocukken seçilen rol bu standarttan uzaktır. Mucit ahırlarda çalışmakta, Noel Baba’nın kızağının ve en iyi arkadaşı Benekli’nin de aralarında olduğu ren geyiklerinin bakımından sorumludur. Ancak az da olsa bir umut vardır. Her sene, yılbaşı gününde Santek her Elf’e kendi icatlarını sunma ve icadın kabul görmesi durumunda ise seçkin Elf’lerden olma imkanı sunmaktadır. Geçmişte her sene başarısızlığa uğramış olan Mucit, bu sene insanların en mutlu yılbaşı anılarını okuyup, bunu tekrar tekrar keyifle yaşamalarını sağlayan yepyeni icadıyla hayallerinin gerçek olabileceğine inanmaktadır. Ama Santek Elf’lerinden biri kıskançlık dolu merak dürtüsüyle Mucit’in icadını bir türlü bırakmak istemez ve düşürerek bozar. Mucit’in bozulan icadı elektrik kesintisine neden olur ve bu esnada Kuzey Kutbu’nu perdeleyerek gizleyen hologram devre dışı kalarak, dünyanın en büyük sırrı açığa çıkar.

Film Yapımcıları

TONY NOTTAGE

Tony'nin film ve animasyon tutkusu çok küçük yaşlarda başlamış ve gençlik yıllarında da devam etmiş. Anglia Üniversitesi’ni dereceyle bitiren Tony, kariyerindeki büyük sıçramayı yapıp 2002 yılında kendi şirketi, Creation Stüdyo’yu kurmadan once yıllarca Planlama Müdürü olarak çalıştı.

Creation Stüdyo, Tony’e hem animasyon hem de film yapımcılığı alanına duyduğu ilgisini ve aynı zamanda bu alanda ki tekniğini geliştirmesini sağladı. Film endüstrisindeki en büyük şansı 2007 yılında Terry Stone ile tanışması oldu. Pek çok yeteneğinin yanı sıra Tony aynı zamanda çoşkulu bir yazar ve yapımcıdır.


TERRY STONE – Yapımcı

Terry Stone oyunculuk kariyerine Mayıs 2003’te Billy Murray, John Altman ve Martin Hancock ile düşük bütçeli kült bir gangster filmi olan Hell to Pay adlı filmed, başrollerden birini oynayarak adım attı. O günden sonra dünyaca ünlü Meisner tekniği ile çalışarak oyunculuk kariyerine odaklandı. Doğal oyunculuk tarzı İngiltere’nin Eastenders, My Family ve The Bill gibi en sevilen pek çok büyük televizyon dizisinde ve One Man And His Dog gibi oldukça keyifli fantastik sinema filminde ve BAFTA adayı ve Raindance Film Festivali’nde ödül kazanmış Rollin' With The Nines gibi filmlerde oynamasını sağladı.

LEON JOOSEN – Yönetmen

Leon Kanada’da büyümüş ancak California Sanat Enstütüsü’ne gitmek için Amerika’ya gitmiştir. Mezun olduktan sonra, sektördeki ilk işi Los Angeles’ta yer alan Marvel Productions’da çizgi karakter yaratıcısı olan Stan Lee ile birlikte çalıştıkları Muppet B



abies adlı bir televizyon şovu olmuştur.

Sonrasındaysa Leon, The Little Mermaid ve Oliver And Company gibi filmlerde Disney çizgi karakter yaratıcısı olarak görev almış, akabinde ise kariyerine Roy Disney ile “Unicef” için Kuzey Amerika ve Afrika’daki çekilen filmlerle devam etmiştir.

Daha sonrasındaysa Leon, yönetmen Ivan Reitman ile bir sene boyunca Dreamworks’te live action animasyon olan Wish adlı filmde çalışmış, ardından Scooby Doo 1 & 2, Dr. Doolittle 2 ve Aliens In The Attic for RHYTHM and HUES gibi diğer live/action animasyon filmlerinde yönetmenlik yapmıştır.

Günümüzde Leon New York’ta yaşamaktadır.

AARON SEELMAN – Yönetmen

Aaron Seelman’ın filmcilik kariyeri, New York’un prestijli okulu Tisch Sanat Okulu’nun 4 yıllık eğitim veren Sinema ve Televizyon bölümüne kabul edilmesiyle başlar. Mezun olduktan sonra Los Angeles’a taşındı ve kısa zaman içerisinde dünyanın en ünlü karakter ve markalarının projelerinde editor olarak çalışmaya başladı.

Bunların ilki Garfield animasyon filminin yaratıcısı Jim Davis’e ait olan GARFIELD GETS REAL idi. Aaron bu filmin hemen ardından LEGO için pek çok projede çalışmaya başlamadan once yine iki animasyon Garfield filminde de çalıştı. LEGO’ya yaptığı işler arasında çizgi film kanalında da yayınlanmış olan çok başarılı olmuş HERO FACTORY serisi sayılabilir. Bunu pek çok başarılı iş takip etti. Mattel için iki BARBIE filmi takip etti ki, söz konusu filmler Mattel’in entertainment bölümünün amiral gemisi olmuştur. Aaron, televizyon için yaptığı çalışmalar ve pek çok özel projelerinin yanı sıra, editor olarak toplamda 10 filmde editörlük yapmıştır.


*
Share/Save/Bookmark

5 Haziran 2014 Perşembe

100 Yıl 100 Film


FUAT Uzkınay tarafından 1914’te çekilen ‘Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’ adlı belgesel ile tarihi yolculuğuna başlayan Türk sineması, bu yıl 100’üncü yaşını kutluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kutlama etkinlikleri dolayısıyla hazırladığı proje kapsamında akademisyenler, meslek birlikleri ve sivil toplum kuruluşları Türk sinemasının en önemli 500 filmini belirledi. Bakanlık bu sayıyı 300’e indirerek, halkın oylamasına sundu. Oylama, 1 Eylül tarihine dek şu web adreslerinde sürecek: www.100yil100film.gov.tr ve www.yuzyilyuzfilm.gov.tr *
Share/Save/Bookmark