31 Ocak 2013 Perşembe

Türk sinemasının gurur tablosu(!)


Sinema sektörü içindeki bazı çevreler tabela yorumcuları gibi sayı üzerinden yorum yaparlar. Tamam sinema sektörü sayısal anlamında bereketli zamanlarını yaşıyor ama gel gelelim kalite anlamında maalesef 70'ler yeşilçamına pek yaklaşamıyor. Bunun tescili de geçtiğimiz günlerde vizyona giren Şahan Gökbakar'ın Celal ile Ceren'i imdb en kötü 100 filmi listesinde zirveye yerleşti. 100 filmin içinde de oldukça fazla filmimiz mevcut. Özellikle de mehmet ali erbil filmleri. Bakalım gelecek yıllarda bu film furyası kalite çıtasını yükseltebilecek mi?



*
Share/Save/Bookmark

23 Ocak 2013 Çarşamba

Kült Filmler Gardrobu

Blues Brothers

,
Casablanca

Back to the Future

A Clockwork Orange 

Rebel without a cause

*
Share/Save/Bookmark

15 Ocak 2013 Salı

5.Altın Bamya adayları açıklandı


Sinema ödülleri arasında en çok anti-ödülleri severim. Mizahın en sevdiğim yönüdür ayrıca.Şimdi oskar ödülleri yaklaştı,bence asıl heyecan oskar kadar Razzie ödüllerinde de yaşanacak. Ülkemizde de son yıllarda erkek egemen anlayışı yermek adına Altın bamya ödülleri verilmekte. Kadının toplumdaki kimliğine paralel olarak perdede yansıtıldığı haksız duruma dikkat çekmek isteyen oluşum bu yıl 5. defa adaylarını açıkladı.
Niyetleri çok net, "daha sonraki yıllarda bu sembolik ödülleri verecek aday film bulamamak dileğiyle"
Adayları kendi ağızlarından dinleyelim;

Altın Bamya Ödülleri bir kez daha, Türkiye Sineması’ndaki erkek egemen bakışın ağırlığının aynadaki sureti olacak. Ve her yıl olduğu gibi bu yıl da, daha sonraki yıllarda bu sembolik ödülleri verecek aday film bulamamak dileğiyle verilecek. Altın Bamya Ödülleri, Türkiye Sineması’nda kadınlarla ilgili yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın sinemada yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına, kadınlara dair alanların daraltılmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı.
Akademi bu yıl yine;
-          Filmlerin anlamlar inşa ettiğinin, bu anlamların belirleyiciliğinin farkında olarak, bu anlamlara titizlikle bakarak,
-          Haz ve dikizcilik üzerine kurulu görme biçimlerinden uzak durmaya gayret, haz ve dikizciliğe dayalı bir bakıştan imtina, sonuçlarından endişe ederek,
-          Açı ve karşı açıya dikkat edip,  “Kadın nereye bakıyor, erkek nereye? İkisinin arasındaki boşlukta cinsiyetçi bir tutum ya da patriarkal bir sinema var mı” sorularını sorarak,
-          Kadınların ‘özne’ olduğu filmler görmeyi dileyerek,
-          Cinsiyet eşitliğe inanıp, zihniyet ve üretimde; senaryoda, karakterde, kamerada görünür kılınan bir eşitlik hayaliyle
2012 yılında vizyona giren yerli sinema filmlerini değerlendirerek 5. Altın Bamya Ödülleri adaylarını belirledi.
5. Altın Bamya Ödülleri kategori ve adayları:
1. Erkek Karakter:
Erkeklerin filmlerde tüm anlam ve aksiyonun merkezi olma durumları, cinsiyetçiliğin en bariz yansımasıdır: hikâyelerin odağında erkekler ve onların güçleri, özellikle de kadınları (kadın karakterleri) olumsuzlama, nesneleştirme üzerinden kurulmaktadır.
Erkek karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, erkek karakterin mutlaklaştırıp onayladığı “erkek” rol ve modelleri ve bunlarla özdeşleşildiği takdirde yaratacakları çok riskli anlamlar ve sonuçlar göz önüne alınmaktadır.
Erkek Karakter kategorisinde 2012 / 5. Altın Bamya adaylarımız:
-Dağ (Oğuz, Bekir)
-Evim Sensin (İskender)
-Sen Kimsin (Tekin)
2. Kadın Karakter:
Kadın, bir karakterdir, bir insandır. Gerçek bir karakter olarak ele alınıp işlenmedikçe hep erkek egemen bakışla resmedildikçe ve “tekinsiz, güvenilmez, şeytani, kötülüklerin anası, iyi kadın-kötü kadın, fedakâr anne, seyirlik, zayıf… vb.” yanlış, eksik, özensiz ve zararlı temsilleri sürdükçe, kadınların bir bütün olarak beyaz perdeye yansıması mümkün olmamaktadır.
Bu kategori değerlendirilirken, kadın karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, kadın karakterin ürettiği anlamlar, dolaşıma soktuğu okumalar, cinsiyetçi tutum, rol ve kalıpları ne derecede pekiştirip onayladığı göz önüne alınmaktadır. 
Kadın Karakter kategorisinde 2012 / 5. Altın Bamya adaylarımız:
-Güzel Günler Göreceğiz (Figen)
-Sen Kimsin (Suzan)
-Zenne (Kezban)
3. Senaryo:
Senaryo, sinemasal tüm öğeleri soyutlandığında ve sadece filme çekilmiş senaryo olarak okunduğunda bile cinsiyetçi izler taşıması, kadın ve erkek karakterlere adil ve eşitlikçi yaklaşmaması, bu tutumun diyaloglardan, karakterlere kadar her sahnesine sinmiş olması ve içerdiği cinsiyetçi unsurlar göz önüne alınarak değerlendirilmektedir. 
Senaryo kategorisinde 2012 / 5. Altın Bamya adaylarımız:
-Dağ
-Güzel Günler Göreceğiz
-Zenne
4. Film:
Film, ışıktan kadraja, kadın ve erkek karakterlerden yönetmenin yorumuna kadar tüm unsurlar, çelişki içermeyen cinsiyetçi “bütün” göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.
Film kategorisinde 2012 / 5. Altın Bamya adaylarımız:
-Dağ
-Güzel Günler Göreceğiz
-Sen Kimsin
Erkek Karakter, Kadın Karakter, Film ve Senaryo kategorilerindeki adaylardan geniş jürinin oylaması sonucu kategorisinde en çok oyu alanlara ödülleri, izleyici ve jüri özel ödülleriyle birlikte 25 Mart akşamı yapılacak 5. Altın Bamya Ödül Töreninde verilecek.
Altın Bamya Ödülleri’nin de katkısıyla Türkiye Sineması’ndaki cinsiyetçiliğin azalması ve sonraki yıllarda bu sembolik ödülü verecek aday bulamamak dileğiyle…
Altın Bamya Akademisi
Altın Bamya Web Sitesi: www.altinbamya.org
Facebook’ta Altın Bamya: http://www.facebook.com/AltinBamyaAkademisi
*
Share/Save/Bookmark

13 Ocak 2013 Pazar

Sexmograf'la Gecenin Ritmi, Gecenin Titreşimi


Dikkat: Alina çıkabilir! Gece, yatak, müzik ve seksi bir kadın... Durex kızı Alina, yukarıdaki videoda muhteşem bir şarkı eşliğinde yatakta zıplıyor. Titreşimi ekran karşısından bile hissedebiliyorsunuz. Sexmograf için özel olarak hazırlanan bu şarkıyı dinlemek ve Alina’yı odayı sallarken görmek için mutlaka videoyu izleyin!

Yataktaki performansınızı ölçen Sexmograf sayesinde bu süreci siz deneyimleyebilirsiniz. Denedim, %100 çalışıyor! Tek yapmanız gereken Sexmograf’ı açmak ve telefonu yatağa koymak... Gerisi size kalmış. :) Uygulamanın en iyi özelliklerinden biri de, modunuza göre dilediğiniz kategoriden dilediğiniz şarkıyı seçebilmeniz: Latin Ateşi,  Rock&Sex, Romantic, Tropik, Electroboogie... Gecenin ritmini de titreşimini de partnerinizle birlikte hissetmek için buraya: https://itunes.apple.com/us/app/sexmograf/id507055633?mt=8

Uygulamanın videosunun yanı sıra bir de oyunu var. http://www.durexsexmograf.com/ adresinde oynayabileceğiniz oyunda; parmakları çalıştırarak yatağı, odayı, hatta web sitesini sallıyorsunuz.Ne kadar tık, o kadar yüksek performans... Alina’nın da dediği gibi: ‘Elinizden geliyorsa’ siz de deneyin!
Gecenin ritmini titreşimle birleştiren Durex, bakalım bizlere daha ne sürprizler yapacak... Biz en iyisi Facebook’tan takipte olalım: https://www.facebook.com/Durex.Turkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir. *
Share/Save/Bookmark

Pi'nin Yaşamı; İnanıyorum o halde varım




İş dünyasında asansör konuşmaları diye terim vardır. Bir fikir sahibinin üst düzey yöneticiye ofisine çıkıncaya kadar asansörde fikrini anlatmasına dayalı bir nevi tanıtım konuşmasıdır. Eğer fikir saniyeler içinde bir kaç cümleyle anlatılabilecek kadar basitse her zaman iş yapar temeline dayanır.Aynı durum sinema sektöründe de vardır. Eğer bir film kendini bir cümleyle anlatır ve merak uyandırabilirse diğer rakipleri önünde yarışa deyim yerindeyse 1-0 önde başlar.Life of Pi’nin de başarısı ilk burada başlıyor. “Genç bir adam ve bir kaplan okyanusun tam ortasında bir filikada 227 gün boyunca hayatta kalmaya çalışırlar.”Bu kadar net ve bir o kadar da merak uyandırıcı bir cümle.


”Life of Pi” Yann Martel’in 2002 yılında Man Booker roman ödülünü almış aynı adlı romanından uyarlanan son olarak 11 oskar adaylığı kapan Ang Lee’nin son filmi. Öncelikle filme girmeden Ang Lee’ye bir parantez açmak gerek.Uzakdoğu sinemasınından Hollywood’a transfer olan Ang Lee filmografisine bakıldığında çok yönlü bir yönetmen olduğu hemen anlaşılır. Kaplan ve Ejderha, Brokeback Mountain, Hulk gibi filmlerin aynı yönetmenden çıkmış olması bunun bir kanıtı değil midir? Tarz ve senaryo anlamından birbirinden farklı hikayeleri perdeye başarıyla aktarabilen bir yönetmen olması dolayısıyla hem ana akım sinemada hem de bağımsız sanat filmi çevresinde hatırı sayılır bir yeri vardır.Bütün bu ününe ek olarak önceleri çekilmesi imkansız olarak nitelendirdiği romanı alnının akıyla perdeye yansıtması da ününü ve başarısını perçinliyor.



Filme gelecek olursak yukarıda da belirttiğim gibi bir cümlede insandaki bütün merakı uyandırabilecek kapasitede bir konu. Biraz açacak olursak ilk olarak kahramanımız Piscine Molitor Patel’i tanıyoruz.Cennetten bir parça misali sonsuz güzellikteki bir zamanlar Fransa’ya bağlı olan güney Hindistan’daki Pondicherry kentinde babasının sahibi olduğu hayvanat bahçesinde hayvanlarla iç içe yaşayan Pi, ergenlik çağına girdiğinde inanç karmaşasına dalar ve tanrı arayışına girer. Biraz maymun iştahlılık yaparak belki de, üç semavi dinin yanı sıra Budizme merak salar ve kendine has ortaya karışık bir inanç türetir. Bu durum filmin ana konusunu oluşturan mücadele sürecininde temelini oluşturur.

Gel zaman git zaman Pi’nin ailesinin işleri istedikleri gibi gitmez ve hayvanat bahçesini elde çıkarmak zorunda kalırlar. Yeni bir yaşam kurmak üzere bütün hayvanları ile birlikte Kanada’ya gemi yolculuğuna çıkarlar. Tabi kader ağlarını örer ve kaplanla bir başına kalacağı malum kaza yaşanır ve tüm ailesini kaybeder.

Bir kaplan ve bir insanın bir filikada yaşam mücadelesi vermesi aslında başlı başına evrimsel bir konu. İnsanı hayvandan ayıran medeniyet adı altında bizlere dayatılan bir yaşam biçimine oldukça şaşırtıcı gelebilecek bir konu.Zaten merakı da buradan türetiliyor. İnsan kendine sormalı insan doğadan ne zaman ayrıldı, neden kendini bu kadar soyutladı?Bu sorulara cevap verebildiğimiz zaman aslında bir kaplanla aynı filikada bulunmak bu kadar da şaşırtıcı olmayacaktır.
Filmin ana konusu bu evrimsel çatışma gibi gözükse de benim esas olarak algıladığım alt metni hayvan-insan çekişmesi ve ya  av-avcı çekişmesi değil tamamen bir inanç meselesi. Pi’nin ilk başlarda ergenlik çağında inançlara merak sarması ve kendini bu konuda eğitmesi sonradan oldukça işine yarayacak bir nevi zırh olacaktır.Çünkü okyanusun ortasında esas verdiği savaş bir kaplana karşı değil yalnızlık-adalet ve acı üzerine olacaktır. Burada biraz konuyu açmak gerek. Dünyadaki tüm inanç sistemlerinin ortak özelliği acı’yı anlamlandırma üzerine olmasıdır. Semavi dinlerin ve ya uzak doğu mistisizminin de ana teması budur aslında. İnsanlık tarihi boyunca adalet-acı-mutluluk gibi kavramlar üzerinde çok düşünülmüş ve dinsel olarak ya da felsefik olarak bolca cevap sunulmuştur.Gerçi bu filmde tema felsefik bir zemin üzerine değil tamamen dinsel bir altyapı üzerinde inşa edilmiş. Zaten arka plan olarak binlerce tanrının var olduğu Hindistan’ın seçilmesi inanç mevzusu açısından bilinçli bir seçim olduğu kesinlikle kanıtıdır.
İnanç üstüne Barack obama’nın bile düşünceleri bu yöndedir. Kendisi romanın yazarı Martel’e hitaben yazdığı mektupta romanı “tanrının varlığının zarif bir ispatı olarak” nitelendirir.Romanı ve ya filmi bu açıdan izleyip veya okursanız daha derin anlamlar yakalamış olursunuz. 



Pi’yi anlattıktan sonra diğer esas kahramanı Richard Parker’ı da anlatmaküdan geçmek olmaz. Teknolojinin son geldiği noktanın güzel bir örneği. Tamamen bilgisayar ortamında CGI teknolojisinin bütün nimetlerinden yararlanılıp yaratılan kaplan Richard Parker hiç bir sahnede filmin gerçekçiliğine balta vurmuyor oluşu filmin bir çok artısından biri. Karakter olarak vahşiliğinden ödün verilmeden aktarılması ise başka bir artısı
Kaplan’ın adının Richard Parker olarak seçilmesi ise ayrı bir gönderme.Edgar Allen Poe’nın tek romanı Arthur Gordon Pym’in öyküsündeki asi denizci Richard Parker’ın payı büyüktür.Bir gemi kazasından sonra geriye kalan dört kişi arasında kura çekip birinin yenmesini ve böylelikle hayatta kalmalarını öneren karakterdi Richard Parker. Genel olarak hayvan ekseninde çekilen filmlerde hayvanların insanı yönleri ön plana çıkartılıp drama ve ya komedi olay örgüsü yaratılırdı. Misal Flipper,Lassie gibi. Burada tamamen farklı vahşi bir hayvanın tüm gerçekçi kimliğiyle karşımızda görüyoruz. Tabi burada yönetmen Ang Lee’nin katkısı yadsınamaz. Hoollywood klişelerine ihtiyaç duyacak kadar düşmeyen bir yönetmen oluşu filmi “bir insan ve bir hayvanın şaşırtıcı arkadaşlığı”eksenine çekmiyor. Cıvık bir hollywoodvari arkadaşlık mesajı altına sığınmadan birbirlerini tanımalarına odaklanması filmin gerilimini ve temposunu hiç düşmüyor. Süre olarak uzun gibi gözüksede bu sayede filmi bir nefeste izliyebiliyoruz.

Sonuç olarak son yıllarda izlediğim en iyi filmler biri “Life of Pi”. Oskar yarışında da hayli iddialı. Bu başarısını eminin birkaç heykelcikle süsleyecektir.


*
Share/Save/Bookmark

Oskar adayları açıklandı

Bu yıl 24 Şubatta 85. defa verilecek olan Akademi ödüllerinin merakla beklenen adayları geçtiğimiz günlerde açıklandı.İşte adaylar;




EN İYİ FİLM
  • “Aşk / Amour”
  • ’Argo”
  • “ Düşler Diyarı / Beasts of the Southern Wild”
  • ‘’Django Unchained”
  • “Sefiller / Les Miserables”
  • ‘’Pi’nin Yaşamı / Life of Pi”
  • ‘’Lincoln”
  • “Umut Işığım / Silver Linings Playbook”
  • ‘’Zero Dark Thirty”

EN İYİ YÖNETMEN
  • Michael Haneke (“Amour”)
  • Benh Zeitlin (“Beasts of the Southern Wild”)
  • Ang Lee (“Life of Pi”)
  • Steven Spielberg (“Lincoln”)
  • David O. Russell (“Silver Linings Playbook”)

EN İYİ ERKEK OYUNCU
  • Bradley Cooper (“Umut Işığım / Silver Linings Playbook”)
  • Daniel Day-Lewis (“Lincoln”)
  • Hugh Jackman (“Les Miserables”)
  • Joaquin Phoenix (“The Master”)
  • Denzel Washington (“Flight”)

EN İYİ KADIN OYUNCU
  • Jessica Chastain (“Zero Dark Thirty”)
  • Jennifer Lawrence (“Silver Linings Playbook”)
  • Emmanuelle Riva (“Amour”)
  • Quvenzhane Wallis (“Beasts of the Southern Wild”)
  • Naomi Watts (“The Impossible”)

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU
  • Alan Arkin (“Argo”)
  • Robert De Niro (“Silver Linings Playbook”)
  • Philip Seymour Hoffman (“The Master”)
  • Tommy Lee Jones (“Lincoln”)
  • Christoph Waltz (“Django Unchained”)

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU
  • Amy Adams (“The Master”)
  • Sally Field (“Lincoln”)
  • Anne Hathaway (“Les Miserables”)
  • Helen Hunt (“The Sessions”)
  • Jacki Weaver (“Silver Linings Playbook”)
En İyi Yabancı Film

  • Amour - Avusturya
  • Kon-Tiki - Norveç
  • No - Şili
  • A Royal Affair - Danimarka
  • War Witch - Kanada
En İyi Kurgu

  • Argo - William Goldenberg
  • Life of Pi - Tim Squyres
  • Lincoln - Michael Kahn
  • Silver Linings Playbook - Jay Cassidy and Crispin Struthers
  • Zero Dark Thirty - Dylan Tichenor and William Goldenberg
En İyi Sanat Yönetmeni

  • Anna Karenina - Sarah Greenwood, Katie Spencer
  • The Hobbit: An Unexpected Journey - Dan Hennah, Ra Vincent and Simon Bright
  • Les Misérables - Eve Stewart, Anna Lynch-Robinson
  • Life of Pi - David Gropman, Anna Pinnock 
  • Lincoln - Rick Carter, Jim Erickson
En İyi Uyarlama Senaryo
 
  • Argo - Chris Terrio
  • Beasts of the Southern Wild - Lucy Alibar & Benh Zeitlin
  • Life of Pi - David Magee
  • Lincoln - Tony Kushner
  • Silver Linings Playbook - David O. Russell
En İyi Özgün Senaryo
   
  • Amour - Michael Haneke
  • Django Unchained - Quentin Tarantino
  • Flight - John Gatins
  • Moonrise Kingdom - Wes Anderson & Roman Coppola
  • Zero Dark Thirty - Mark Boal

*
Share/Save/Bookmark

3 Ocak 2013 Perşembe

Acıklı bir sektör Hikayesi


Malum dizi sektörü artık tam bir çılgınlık içinde ne yaptığını bilmeden patlayacağı günü bekliyor. Bu gidişten zarar gören dizi emekçileri yakın zamanda 'Yerli dizi yersiz uzun' sloganıyla seslerini yükseltmeye başlamışlardı.Tam da televizyonlarda büyük umutlarla başlayan dizilerin patır patır döküldüğü bir anda bu işin deyim yerindeyse kalbinden bir emekçi Senaryo Yazarları Derneği Genel Sekreteri Meriç Demiray'ın 'Acıklı bir sektör hikayesi' başlığıyla kaleme aldığı sektör analizi içerdiği tespitlerle dizi çılgınlığı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.Radikal'de rastlayıp okuduğum bu yazıyı buraya da taşımak istedim. Herkesin mutlaka okuması gerekli.


"Dizi sektörünün üzerinde kara bir bulut dolaşıyor. Yeni diziler reyting alamıyor, eskiler seyircilerini kaybediyor. Yapımcılar tüm cesaret ve inisiyatiflerini kaybetmiş, “format” peşinde. Sorun ne? Ne oldu? Sektörümüz elindeki çil çil altınları etrafa saçan Kıvanç Tatlıtuğ’ken, pantolonundaki yamayı gizlemeye çalışan Sami Hazinses’e nasıl döndü? Nerede hata yapıldı? Suçlu kim? Ve tabii çözüm ne? Bunu anlamak için hikayenin en başına gitmek gerekiyor. “Çocuklar” ve “parlak yıldızlar” olduğumuz zamanlara. 

Buralar dutluktu evladım 
2001-2002 civarıydı. Türkiye ciddi bir ekonomik kriz içindeydi. Diziler maliyet sebebiyle yerlerini yarışmalara bırakmış, hayatımızın kahramanları Güner Ümitler ve yaklaşık bir buçuk saat süren haber bültenleriyle Reha Muhtarlar olmuştu. Mehmet Ali Erbil’in ortamlarda “esişini”, onun yüzünden birbirine giren güzel kızları ve niyeyse şarkı söylemeye çalışan futbolcuları takip ediyorduk. 
Yeni dönemin kapısını açan ‘Asmalı Konak’ dizisinin yayına girmesi oldu. İş mütevazı bir oyuncu kadrosu ve ekiple kotarılmıştı (Nurgül Yeşilçay, Özcan Deniz ve Çağan Irmak “yıldız” kategorisinde değildi o zamanlar). Dizi, sinemacıların deyimiyle kapı baca yıktı. ‘Süper Baba’, ‘Yılan Hikayesi’ dönemlerinin ardından “dizi” denilen şeyin bayağı izlenebilecek ve epey para kazandırabilecek bir şey olabileceğini “tekrar” hatırlattı. Onu ‘Çocuklar Duymasın’ın müthiş başarısı takip etti. Bu iki dizi yaklaşık 30 reyting alıyordu. Onları 20 reytingle ‘Zerda’, 16 reytingle ‘Gülbeyaz’ ve 17 reytingle ‘Kınalı Kar’ takip etti. 

Bu dönemi takip eden birkaç senenin yerli dizi tarihinde bir altın dönem olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yeni hikaye anlatıcıları, yönetmenler, oyuncular ve ekipler keşfedildi. Diziler ticari ve kültürel bir ihraç malı niteliği kazandı. Televizyon internetin hızlı gelişimine rağmen bir ilgi merkezi halini aldı. Kıyasıya bir rekabet oluştu. 

9-10 reytingli (6-7 milyon izleyici) dizilerin yetersiz reyting gerekçesiyle yayından kaldırıldığı bir dönemdi bu. 

Kötü kovboyun gelişi 
Tam bu sırada sektörümüz muazzam bir “keşif”te bulundu. Bu diziler sonlarına doğru daha çok reyting alıyordu. Çünkü drama doğası gereği sona doğru gerilim kazanır. Bu bilgiyle yapımcılar dizileri 5’er dakika 5’er dakika uzatmaya başladılar. Bunun “kısa vadede” iki avantajı vardı. Hem sondaki yüksek reytingden daha çok faydalanıyordunuz, hem de eğer prime time 1’deyseniz prime time 2’deki rakibinizi geceyarısına iterek bertaraf edebiliyordunuz. 

Başta masum “kuş adımları”yla başlayan bu süreç, sonra yırtıcı bir hastalığa dönüştü ve tüm sektörü sardı. Diziler önce 60-70, şimdiyse 120 dakikaya kadar çıktı. Sonunda “Prime time 2” diye bir şey kalmadı. Kanallar geceyi tek diziyle geçirmeye başladılar. Talep azalınca arz çöktü, sektörün yarısı hızla gelişen bir süreçte işsiz kaldı. Deneyimli, kalifiye elemanlar uzun çalışma saatleri nedeniyle setleri terk etti. Senaryo yazarlığı, “boş kağıdı bir hafta içinde mümkün mertebe doldurma” işine dönüştü. Tatları olan, tarzları olan yazarlar “çalışmaya devam etse de” kaybedildi. 

Süre uzunluğu dramatik yapıları gevşetti. Uzun sessizlikler, “duran” hikayeler, birbiriyle konuşmayan insanlar izlemeye başladık (ki bu da büyük bir hataydı, televizyon draması, sinemanın aksine neredeyse tamamen konuşma üzerine kuruludur). 

İnsan denilen yaratığın algısı internetle, telefonla şunla bunla gittikçe hızlanırken, diziler yavaşladıkça yavaşladı. Bugün şehirde yaşayan bir insanın 10 dakikasını talep etmek için çok ciddi bir iddianızın olması gerekir. Çünkü o 10 dakika çok değerlidir ve sizinle birlikte o 10 dakikaya talip olan bir sürü şey (iş, aile, dostlar, dinlenme, alternatif eğlenceler, internet gibi) var. Biz tüm geceye yayılmış bir iş izlemelerini bekliyoruz. 

Bir tuhaflık yok mu? 
Var tabii ki. Buradaki tuhaflık öyle böyle bir tuhaflık değil. Mesela, Galatasaray - Fenerbahçe maçlarını çok izlendiği için 90 dakikadan 150 dakikaya çıkarmak kadar tuhaf. Futbolcuların bir “iyi oynama süresi” vardır çünkü. Sizin o kaliteyi, o standardı sunabileceğiniz evrensel bir zaman kısıtlılığı vardır. Maç 90 dakikada iyi oynanır. Sinema filmi 90-100 dakikayı nadiren geçer. Dizi maksimum 60 dakikadır. 150 dakika dizi izlemek kârlı, verimli, doğru bir şey olsaydı, birileri bizden çok önce bunu keşfederdi hiç şüpheniz olmasın. Sektör olarak hiçbir şey değilsek, bunun yanlışlığının toplu bir ispatıyız zaten. “9-10 reytingli işler yayından kaldırılıyordu” demiştik. Şimdi 9-10 reytingli işler zil takıp oynuyor ve gün birincisi oluyor. Alternatif eğlencelerin, tematik kanalların artışının, internetin yükselişinin televizyon izlenirliğine etkisini asla küçümsemiyorum ama bugün “dizi izleyicisi topluluğu”, sosyal hayatta dizi izlemeye alternatif üretemeyen çok kısıtlı bir insan topluluğundan oluşuyor. Ve reklam verene de buradan selam ederim: Bu topluluk onların aradığı orta sınıf, para harcayan topluluk değil. 

Çocuğun adını koyalım: İçinde yaşadığımız durumun tüm dillerde karşılığı “çöküş”tür. Önce ekipler terk etmeye başladı bu bozuk düzeni, şimdi sıra kanal yöneticilerine kadar geldi. Başarısızlık canavarına devamlı bir kurban vermek zorundasınız çünkü. Evlerimizde oturup düşündük, acaba nerede hata yapmıştık? Oysa suçlu sistemin ta kendisiydi. 

Çözümden haber ver! 
Sektörün yapısal sorunlarının yasal çözümü olmadan elbette kalıcı bir çözüm olmayacaktır ama fikrimce bir süre nefes aldıracak geçici bir çözüm, prime time 1 ve 2’nin ve hatta şu an ABD’de olduğu gibi prime time 3’ün hızla geri dönmesi. Yani gecede en az iki dizi yayınlanması. Bu seyiriciyi tekrar “seçici” konumuna getirecek, hikayeleri hızlandıracak, rekabeti artıracak, piyasayı canlandıracak ve en önemlisi “makul sürelerde drama izlemeyi seven” seyirciyi yavaş yavaş geri döndürecektir. 

“İki diziyi kaldıracak bütçeler yok” denebilir: Basit bir bölme işlemi aradığımız bütçeyi bize verecektir. 500 bin liralara “bol yıldızlı diziler” değil, 250 bin liralara az yıldızlı, yıldızsız, hikayesi sağlam, belki konsept, kısa, hızlı diziler. Neredeyse tüm fenomenleri üretenin ikinci seçenek olduğuna dikkatinizi çekerim. 

‘I have a dream’ 
Bir gün birisi çıkacak, kısa diziler yapacak/yaptıracak ve seyirci geri dönene kadar bu kararının arkasında duracak. Sektör de seyirci de eski güzel günlerine geri dönecek. 

yazının linki 
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1112235&CategoryID=82
Sender Senaryo Yazarları Derneği 
http://www.senaryo.org.tr/
*
Share/Save/Bookmark