26 Aralık 2010 Pazar

Av Mevsimi

av-mevsimiAylar once burdan da haberini vermiştim.Muhteşem kadrosuyla daha o zamanlardan merak uyandırmaya başlamıştı.Önce hayli kasvetli teaser’ı ve ardından daha da meraklandıran fragmanı ve en nihayetinde vizyona girmesiyle daha şimdiden yılın en iyi filmleri arasında gösterilmeye başlandı.İki efsane Yavuz Turgul - Şener Şen’i tekrar buluşturmasıyla zaten beklentiler yeni bir başyapıt mı geliyor havasındaydı.Bu güne kadar Eşkiya -Kabadayı -Gönül yarası gibi nice başyapıt ortaya koyan bu ortaklıktan bir tanesini daha beklememek mütevazilik olurdu.Hele hele son yıllarda az sayıda yapımla perdeye çıkan Şener Şen’i tekrar bizle buluşturduğu için ayrı bir önemi vardı bu işin.Bir de buna artı olarak şimdiden genç yaşında efsane statüsüne erişmiş Cem Yılmaz’ın bu kadroya katılmış olması filme olan beklentileri en üst seviyeye çıkarıyordu.

av-mevsimi2 Sheakespeare’nin "cinayet yerin bütün toprağıyla örtülse yine kendini belli eder.” sözüyle açılan filmde zaten her polisiye filmlerinde olduğu gibi sonunun açıklanmasına dair ipucunu veriyor.Öncelikle bir ormanda suda çalılıkların içinde bulunan kesik bir elle başlayan olaylar görgüsü zaman geçtikçe cinayetin de basit olmadığı birbirinden çok farklı birden fazla şüphelinin varlığı ile ortaya çıkıyor.Zengin bir holding patronunun yanaşması ailesi,uyuşturucu satıcısı sevgili ile birlikte son derece karmaşık olayların bizi beklediği anlaşılıyor.Alfred Hitchcock’un dediği gibi “filmler cinayeti basit ve temiz bir şey gibi önümüze getirir.Bense birini öldürmenin ne kadar zor ve kirli bir iş olduğunu gösteriririm” lafından hareketle işin içine girdikçe polisler kadar izleyenlerde pisliğin içine dalıyor. Her ustanın kendi işini anlatan hayat mottosu olduğu gibi Avcı Ferman (Şener Şen)’ında “bakış açını değiştir” mottosu ile cinayet masası polislerinin ve dolayısıyla izleyenlerin ayrıntılara takılıp kalmamak adına yapması gerekeni baştan söylüyor. Cinayet filmlerinin ana mantığı çevresinde yüksek heyecanlı finale giderken yan rollerde diğer karakterlere ve onların hayatlarından kesitler izliyoruz.Deli İdris(Cem Yılmaz)’ ın deliliklerini ve açmazlarını izlerken diğer yandan Çömez Hasan(Okan Yalabık)’ ın mesleğinin en başında mesleğine girişi ve hayatını sorgulamasını izliyoruz.Tabi ana karakter olarak emekliliğe giden yolda son dosya olarak aldığı bu davanın gittikçe dallanıp budaklanması karşısında bir nevi izzeti nefis meselesi yapan Avcı Ferman’ ın hayatına konuk oluyoruz.Yavuz Turgul sinemasının ana unsurlarından biri olarak olayın kahramanlarının hikayelerine ışık tuttukça cinayet aslında ikinci planda kalıyor,böylelikle izleyici olay örgüsünde kafasında bazı şeyleri kurarken polislerimiz onların arkasından geliyor.Ama sonlara doğru izleyici de çıkmaza girince imdada yine kurtarıcı olarak Avcı geliyor.

av-mevsimi1

Görüşlerini ve yazılarını sevdiğin sinema yazarlarından Mehmet Açar konuyu hayli ilginç bir noktadan ele alıyor ve Avcı Ferman gibi bakış açımızı değiştirerek bize filmi başka bir taraftan bakmamızı sağlıyor..Anlatım bütünlüğünü bozmamak adına kendi yazdıklarına göz atacak olursak;
“...öbür dünyadan sesini duyduğumuz pamuk'un trajedisinin asıl sorumluları, hayatına şekil veren erkekler. ama Turgul, sadece onu bir kurban haline getiren erkekler (baba, ağabeyler, sevgili ve eş) üzerinden okumuyor Türkiye'yi. Katili yakalamaya çalışırken kendi kişisel sorunlarına gömülüp giden üç erkek polisin öykülerine de odaklanıyor. hatta belirli bir noktadan sonra, film tümüyle bu erkeklerin dramları ve çıkmazları üzerinden ilerliyor. Şiddeti, silahı bir çözüm olarak gören deli idris'in (cem yılmaz) kadın düşmanlığı, pamuk'un hayatını karartan erkeklerden çok farklı değil. şener şen (avcı ferman) ise bütün turgul filmlerinde olduğu gibi yine kötülüklerle mücadele eden, şövalye ruhlu bir karakter. yavuz turgul, ferman (kentli orta sınıf bürokrat) - çolakzade (taşralı hür teşebbüs) çatışması üzerinden ilerleyerek, bir tarafa merhamet ve vicdanı, diğer tarafa ise rekabetçi kapitalizmin acımasızlığını koyuyor. bu çatışmada bir çeşit anahtar karakter olan çömez hasan (okan yalabık) ise bir karar aşamasında. bir yanda ölümler ve cesetlerle dolu cinayet masası, diğer yanda müstakbel kayınpederinin vaat ettiği kasap - restoran zinciri... çömez'in ruh sağlığını giderek kaybetmesi filmin pek iyimser olmadığının bir kanıtı.
İşte bu noktada Yavuz Turgul son derece mükemmel işlenen karelerle birlikte kurduğu puslu kirli dünyada sağlam bir sinema dili kullanarak cinayetin soğukluğu paralelinde yine soğuk renklerin hakimiyetinde başarılı kaotik bir atmosfer sunuyor bize.

av-mevsimi-filmi-3

Filmin içeriğine gelecek olursak, senaryonun konuyu ve oyunculukları taşıyamadığı eleştirileri üzerinden hareketle bunun aslında insanların nereden baktığında alakalı olduğunu söylemek gerek. CSI gibi, Without A Trace gibi, Cold Case gibi kafayı karıştıracak ince detaylarla örülmüş polisiye cinayet dizilerine ya da Hollywood’daki örneklerine alışkın izleyicinin bu filmde pek de doymuş olmaması normal. Zira 45 dakikalık bölümlerde temponun hayli yüksek tutulmasını ve sona doğru yaklaştıkça getirdiği gerilimi 180 küsür dakikalık bir filmden beklemek haksızlık olur. Hele Yavuz Turgul gibi karakterlerini ince ince işleyen yönetmen için sadece cinayete odaklanmak pek beklenmedik bir durum olurdu.Zira yukarıda Mehmet Açar’ın yazdıklarında da maktul kızın etrafındaki erkeklerin çıkmazlarını anlatması bakımında bu film polisiye cinayet filminden çok dram türünde de adlandırılabilir.
Diğer bir nokta ise filmi alt metni olarak işlenen av-avcı arasındaki felsefik ikilem.Hayatını katilleri aramaya adayan ama darwinci anlayışla avcılığı pek de seçmeyen naif huylu Avcı Ferman’ın hayatında gerçek anlamda da mecazi anlamda da avcılığı seçmiş hırçın zengin Çolakzade’nin karşılıklı kurduğu ikilem işte bu av-avcı ikilemini çok güzel anlatıyor.Yaşamın devamı için her şeyi mübah gören yani büyük balığın küçük balığı yediği bir dünyanın (Mehmet Açar’ın tabiriyle rekabetçi kapitalizm acımasızlığının) temsilcisi Çolakzade’ nin kurduğu dünyaya elinde silah olmadan dalan Avcı Ferman gerçeğin peşinde hayatını ortaya koyan bir şövalye gibi parlıyor.

av-mevsimi-1-7325

Filmle ilgili bir başka konu ise elbetteki Cem Yılmaz’ın filmdeki konumu.Laz polis Deli İdris’i deyim yerindeyse oynamıyor yaşıyor Cem Yılmaz.Diğer oyuncularla karşılaştırıldığında sinema konusunda daha yolun başında olan Cem Yılmaz filmin en büyük handikapı konumundaydı ama bütün bunları haksız çıkarırcasına olağanüstü bir oyunculuk ortaya koyuyor. Ama filmin en büyük artılarında bir olmasına karşın aynı zamanda eksilerinden biri de oluyor. Zira yıllardır yaratmış olduğu komedi fenomeni ciddi bir iş yaptığı havasını bozuyor. Aynen dr.frankestein gibi kendi yarattığı şey yine kendine zarar veriyor. Oyunculuk anlamında,senaryo anlamında son derece başarlı ve yetenekli olmasına karşın halen kendisi sinemaya tam anlamıyla veremeyişin ve son açıklamalarına göre komediye geri döndüğünü söylemesinin örnek olarak gösterebiliriz. Çok ciddi sahnelerde bile izleyicilerin katıla katıla gülme ihtiyacını yıkması için öncelikle Cem Yılmaz’ın kendini yaratan durumu yine kendisi yıkması lazım.İnsanları katıla katıla ağlatacağı oyunculuklar sergilemeli ki perdede ki inandırıcılığı artsın.

Av-Mevsimi-563071

Sonuç olarak filmin başarısını yine nereden baktığınızla alakalı olarak ortaya koyabiliriz.Csi gibi filmlerin dizilerin örneğinde filme sırf cinayet polisiyesi gözüyle bakarsak pek de tatmin olamayız ama av-avcı kavramının felsefik altyapısını günümüz dünyasıyla harmanlayıp önümüze sunmasını daha önemsersek bir başka Yavuz Turgul-Şener Şen başyapıtıyla karşı karşıyayız demektir.

*
Share/Save/Bookmark

20 Aralık 2010 Pazartesi

Fikirler Hapsedilemez!!!

Free Panahi

“The acclaimed Iranian filmmaker Jafar Panahi was sentenced to six years in prison today, and banned from directing and producing films for the next 20 years, his lawyer said.

Panahi, an outspoken supporter of Iran's opposition green movement, was convicted of gathering, colluding and propaganda against the regime, Farideh Gheyrat told the Iranian state news agency Isna.

"He is therefore sentenced to six years in prison and also he is banned for 20 years from making any films, writing any scripts, travelling abroad and also giving any interviews to the media including foreign and domestic news organisations," she said. Gheyrat said she would appeal against the conviction.

Panahi won the Camera d'Or award at the Cannes film festival in 1995 for his debut feature, The White Balloon, and took the Golden Lion prize at Venice for his 2000 drama, »

Panahi-i-Berlin

- Saeed Kamali Dehghan, Ian Black”

Uzun uzadıya çevirmek anlamsız.Dünya ajansları son dakika olarak geçiyor bu olayı.İran’ın ödüllü yönetmenlerinden Jafar Panini 6 yıl hapis almasının yanı sıra asıl akıl sır ermeyen bir kararla 20 yıl film yapmaktan men ediliyor.Nasıl bir rejim ki bu bütün muhaliflerini susturmak adına onlara olmadık fikri işkenceleri reva görüyor ve kendi saltanatını son sürat sürdürüyor. Zannetmesin ki yaptıkları yanına kar kalacak. Kişileri hapsedebilirsiniz ama fikirleri asla hapsedemezsiniz, özellikle de sanatçının içindeki üretme aşkını nasıl hapsedeceksiniz ki.Ülkemizde de maalesef sabıkamız pek temiz değil. Az sayıda çıkarabildiğimiz, ülkemizi dışarıda en iyi temsil edebilen nadir insanları muhalif fikirlerinden dolayı en üretken yıllarında hapisle, işkenceyle ve ya her türlü fikri baskıyla sindirmedik mi? Ne geçti elimize. Bir arpa boyu yol alamamakla kaldık uygarlık yarışında.Atı alan çoktan üsküdarı geçti. Ama yine de enseyi karatmamak lazım.Her türlü baskıya karşı insanın içindeki isyan ateşi sönmez aksine körüklenir.Yılmaz Güney örneğinde olduğu gibi  mesela. Güney bize şunu göstermişti ki sanat aşkı ne kadar bastırılırsa bastırılsın mutlaka çıkacak bir “YOL” bulur…

  Juliette-Binoche-protests-006

*
Share/Save/Bookmark

Geçmiş zaman olur ki II

Yeşilçam ve sineması bizi biz yapan en büyük unsurlardan biri.Hayatımızdan çıkaramayacağımız gibi aksine tam kalbinde yer alır.Güzel kızlar yakışıklı erkekler arasında bulur her izleyenkendini onlara özenircesine. Sinema her zaman gelişen bir sanat dalı olsa da burda bahsedilen romantizmden başka birşey değil. O zamanların dünyasına,belki bozulmamışlığına,saflığına bir özlemin sonucu galiba bu unutamayışlar. Bizler bu çağın genç kuşağı olarak o devirleri yaşamasak bile eski türk filmleri ile o zamanların tozlu ve küflü havasını koklamaktayız. Bedenimiz genç olabilir ama ruhumuz bu filmlerle yaşıt bir sinema romantizmine sahip. eski zaman olur ki

eski zaman olur ki (7)

eski zaman olur ki (2)eski zaman olur ki (5)

 eski zaman olur ki (1)  eski zaman olur ki (3)   eski zaman olur ki (6)

*
Share/Save/Bookmark

15 Aralık 2010 Çarşamba

Türk Sineması değil Erkek Sineması

Film Arası’na konuşan Derya Alabora, Türk sinemasının ‘erkek sineması’ olduğunu savundu. Taş atan çocuklarla ilgili Cumhurbaşkanı Gül’le görüşmesini eleştirenlere de tepki gösteren Alabora, ‘oturup konuşmazsak bu işin içinden çıkamayız’ dedi.

83f2b45d9a01561b166bc9382ecbc5bb Aylık sinema dergisi Film Arası, Aralık ayı sayısında ünlü sinema oyuncusu Derya Alabora’yı ağırladı. Gülcan Tezcan’ın sorularını yanıtlayan Derya Alabora, Türk sinemasının kadın kimliğine şans tanımayan erkek egemen bir sinema anlayışına sahip olduğunu söyledi. Aktivist kimliği ile de tanınan Albora, kamuoyunda "taş atan çocuklarla ilgili düzenleme" olarak bilinen yasayla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yaptıkları görüşmeyi eleştirenlere de tepki gösterdi. Alabora, ‘oturup konuşmazsak bu işin içinden çıkamayız’ dedi. Sanatçı şunları söyledi:

‘KONUŞMAYA MECBURUZ’  
‘Bu konuda çok derdimiz var. Baştaki hükümet dünya görüşümüze uymuyor diyorlar. Dünya görüşümüze uymuyor olabilir ama şu anda bir Hükümet varsa başta ve onlar bir şeyler yapmaya çalışıyorsa, onları kösteklemek çok mantıksız geliyor bana. Hükümet Anayasayı değiştirmeye çalışıyorsa, anayasa 82 Anayasası ise, burada bir militer bakış açısı varsa onu kim değiştirmek isterse ondan yana olmamız gerekiyor. Ama bu bize aykırı fikirlerini kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor ki. Nerede aykırı geliyorsa ona da karşı durmamız lazım… Taş atan çocuklarla ilgili durum Adalet Bakanı’nın elinde değil mi? Adalet Bakanı’nı yok sayarsak böyle saçma bir şey olabilir mi? Tabi ki diyalog kurmaya çalışmak ve onlar ne istiyor, biz ne istiyoruz, ortak bir noktada buluşabiliyor muyuz, bunları konuşmamız gerekiyor.’

NEDEN KADIN KAMERAMANIMIZ, IŞIKÇIMIZ YOK?
Ünlü oyuncu, Türk sinemasının erkek egemen bir anlayışa sahip olduğunu savundu. Alabora, şunları söyledi: ‘Hiçbir zaman kadın kameraman, kadın görüntüsü yönetmeni yoktur. Bizde kamera taşıyan kadın çok azdır. Avrupalı yönetmenlerle çalıştığımız zaman asistanı kadın oluyor. Ayrılık’taki görüntü yönetmeni kadındı. Bizde ışıkçı bir kadın bulamazsın. Bunun şeyle doğru orantılı olduğunu düşünmüyorum; ağırdır onlar falan. Neler taşıyor kadınlar, neler yapıyorlar. Bu sadece kabullenmekle ilgili bir şey… Biraz kadını dışlıyoruz, o tip şeylerde aslında.’

FİLM ARASI ÜCRETSİZ
Alabora’nın çarpıcı yorum ve eleştirileri, Film Arası Dergisi’nin Aralık sayısında. Son sayısında birbirinden önemli sinema yazıları ve haberlerle okurlarının karşısına çıkan Film Arası ücretsiz olarak Türkiye genelinde sinemaseverlere ulaşıyor. Ocak sayısında yeni yayın dönemine girecek olan Film Arası’nda bazı ünlü yönetmen ve oyuncular yazılarıyla yer alacak. Dergi, okuyuculardan gelen sinema yazılarına geniş yer vererek bu alanda önemli bir oluşuma da ev sahipliği yapıyor.

101207DeryaAlabora2.standard

*http://www.filmarasidergisi.com/

*Yazının tamamı http://www.ntvmsnbc.com/id/25157960/ sitesinden alınmıştır.

*
Share/Save/Bookmark

Altın Küre Adaylıkları Açıklandı

Oskarların habercisi sayılan Amerikan sinema dünyasının en prestijli ikinci ödülü altın küre ödülü adaylıkları açıklandı.Colin Firth, Helena Bonham Carter ve Geoffrey Rush’un paylaştığı “King’s Speech” filmi en iyi drama filmi dahil olmak üzere 7 dalda aday gösterilirken,The Social Network/Sosyal Ağ” ve “The Fighter” filmleri de 6’şar dalda aday gösterildi.Ana dallarda ödülü kapmak için yarışacak adaylar şöyle;

EN İYİ FİLM (DRAMA):

The-Social-Network-Poster-21-6-10-kc  the-kings-speech-poster black-swan-movie-poster-02

The_Fighter_movie_poster  01_inception_movie_poster

EN İYİ FİLM (KOMEDİ/MÜZİKAL):

Alice-In-Wonderland-Movie-Poster1 Burlesque-Movie-Poster th_kids_are_all_right_movie_poster  the-tourist-movie-poster red-movie-poster

EN İYİ ERKEK OYUNCU ADAYLARI (DRAMA):

  • Jesse Eisenberg (Social Network/Sosyal Ağ)
  • Colin Firth (King’s Speech)
  • James Franco (127 hours)
  • Ryan Gosling (Blue Valentine)
  • Mark Wahlberg (The Fighter).

EN İYİ KADIN OYUNCU ADAYLARI (DRAMA):

  • Halle Berry (Frankie and Alice),
  • Nicole Kidman (Rabbit Hole)
  • Jennifer Lawrence (Winter’s Bone)
  • Natalie Portman (Black Swan)
  • Michelle Williams (Blue Valentine)

EN İYİ ERKEK OYUNCU ADAYLARI (MÜZİKAL/KOMEDİ):

  • Johnny Depp    (Alice in Wonderland)
  • Johnny Depp  (The Tourist)
  • Paul Giamatti  (Barney’s Version)
  • Jake Gyllenhaal (Love and Other Drugs)
  • Kevin Spacey (Casino Jack)

EN İYİ KADIN OYUNCU ADAYLARI (MÜZİKAL/KOMEDİ):

  • Annette Bening (The Kids Are All Right)
  • Julianne Moore    (The Kids Are All Right)
  • Anne Hathaway (Love & Other Drugs)
  • Angelina Jolie (The Tourist)
  • Emma Stone (Easy A.)

EN İYİ YÖNETMEN ADAYLARI:

  • Darren Aronofsky (Black Swan)
  • David Fincher (The Social Network/Sosyal Ağ)
  • Tom Hooper (The King’s Speech)
  • Christopher Nolan (Inception/Başlangıç)
  • David O. Russell (The Fighter)
*
Share/Save/Bookmark

Sinemamızın Haytası ve Eski Günler

ahmet-ariman6bde  Hababam Sınıfı'nın ana karakterlerinden efsane Hayta İsmail'i Ahmet Arıman yakın zamanda katılıdığı bir programda Türk Sinemasının o görkemli günlerini gözyaşlarıyla anlatmış.Okuyunca daha da değeri anlaşılan o güzelim yıllar Arıman'ın sözleriyle daha da anlamlaşıyor.Medyada yer alan sözlerinden bir kaçı;

MÜNİR ÖZKUL BENİ TANIDI DİYE SEVİNİYORUM

Münir Özkul'un büyük bir sanatçıydı.. Ben onun arkasında org çalıyordum. Stadyumları doldururdu. O sahneye çıktığında binlerce insan gülmekten kırılırdı. Sahnede şovuna beni de alet ederdi. Bir keresinde çapkınlıklarını anlatırkan bana döndü ve "Ahmet sağolsun" dedi... Sanki ona çapkınlıkta yardım ediyormuşum gibi (gülüyor)

Münir Özkul'u 2 ay önce hastanede ziyaret ettim. Çok zayıflamıştı, konuşmakta zorlanıyordu. Buna rağmen beni görünce Ahmet dedi. Bakışarak anlaştık ama beni tanıdığını görünce sevindim.

ERTEM EĞİLMEZ'DEN TARIK AKAN'A AZAR!

Ertem Eğilmez çok disiplinli bir yönetmendi. Bir keresinde içinde Tarık Akan'ın da olduğu bir grup sete geç gelince onları çok sert bir dille uyarmıştı. Bütün setin ortasında Tarık Akan'a bir bağırması vardı hala inanamıyorum. Tarık Akan hiçbir şey söylemeden onu dinledi. Set hazırdı, herkes çekimlerin başlamasını bekliyordu ama Ertem Eğilmez Tarık Akan geç kaldı diye çekimi iptal etti. Şimdi düşünüyorum da Ertem Eğilmez Tarık Akan'a "Sen buradaki diğer çocuklarla aynısın, kimsenin kimseden ayrıcalığı yok" mesajı vermişti bu tavrıyla...

O günleri gerçekten çok özlüyorum. Bana soruyorlar o filmlerin sırrı ne diye. Düşünüyorum da, biz de doğallık, saflık, duygusallık vardı. Sonradan çekilen Hababam Sınıfları'nda bu doğalık ve saflık yok.

ADİLE NAŞİT'İN OĞLU GİBİYDİM

Adile Naşit, beni genç yaşta kanserden kaybettiği oğlunun yerine koymuştu. Beni oğlu gibi çok seviyordu. Onun rahatsızlığını hiçbirimiz hissetmedik. Ama Müjde Ar onu sessizce alıp tedavi olsun diye yurtdışına götürmüştü. Adile Naşit'in bile haberi yoktu oraya neden gittiğinden.

Adile Naşit'in öldüğünü duyduğumda bir yerde sahne alıyordum. Annem öldüğünde bile sahneye çıktım ama Adile Naşit'in o acı haberini duyunca kitlenip kaldım, sahneye çıkamadım, çok üzüldüm.

Adile Naşit de çok büyük bir oyuncuydu. Çekimlerde ağlarken hiç zorlanmazdı. Ertem Eğilmez ona ağla dediğinde arkasını döner gözlerine ovalar ve kameraya baktığı an gözlerinden yaşlar akardı. O anda ne düşündüğünü nasıl ağladığını kimse bilmezdi ama hüngür hüngür ağlardı…”    0222880_4 20yc8 hababam sınıfı2 hababam sınıfı3

*
Share/Save/Bookmark

14 Aralık 2010 Salı

2010’un En Çok İzlenenleri

101214filmlerizlenem

Box Office Türkiye’nin verileriyle hasılat rakamlarına göre sıralanan filmlerde ilk dört sırayı Türk Filmlerinin yer  alıyor olması son yıllarda Türk sineması’nın gösterdiği çıkışa güzel bir örnek.Sinema tarihinde daha şimdiden efsaneler arasına giren Christopher Nolan’ın Inception (Başlangıç) filmi listede kendine ancak beşinci sıradan yer bulabilmiş.Recep İvedik serisinin üçüncü filmi(!) daha fazla seyirci çekmesine rağmen hasılat rakamı bakımından ikinci sırada yer alıyor.Yılın en büyük süprizlerinden biri olan Ata Demirer’in Eyyvah Eyvah’ı hakkettiği yerde üçüncü sırada yer alıyor ve bu beklenmeyen ilgi karşısında Ata Demirer ve yapımcıları boş durmayıp devam filmini hemen çekti ve  kış dönemi soğuktan kaçmak için sinemaya yönelen insaları kapmak adına bu hafta vizyona girecek.Eminin o da 2011 yılı listesinde kendine iyi bir yer bulacak.Cem Yılmaz’ın büyük umutlarla vizyona soktuğu Yahşi Batı her ne kadar 4. sırada yer alsada beklentiler oranında pek de başarılı olmamışa benziyor.Zira işin içinde Cem Yılmaz olunca akan sular duruyor.Listedeki ilginçliklerden biri de daha vizyona gireli bir hafta olan Av Mevsiminin 12. sıradan listeye girmesi.Bir kaç hafta içinde üst sıralara tırmanması kesindir.

101214enfazlaizlenenfilmler2.hlarge

Aşağıda ise dünya ölçeğinde yılın en çok iş yapan filmi olarak serinin son filmi olarak Oyuncak Hikayesi 3’ü görüyoruz.

2010 filmleri

*
Share/Save/Bookmark

7 Aralık 2010 Salı

Yeni bir Sinema dergisi doğuyor:)

Şaka şaka, olsa iyi olurdu ama bu bahsettiğimiz Zaytung’dan.Gerçekten dergi çıkarsalar trajını tahmin bile edemiyorum.Zaytung forever:))

Zaytung_sinema_1

*
Share/Save/Bookmark

6 Aralık 2010 Pazartesi

Türk Sinemasının Gurur Anları; Zeynep Özbatur Atakan

Avrupa Film Akademisi’nin düzenlediği 2010 Avrupa Film ödülleri Estonya’nın Tallinn kentinde sahiplerine verildi.Semih Kaplanoğlu’nun Bal, Fatih Akın’ın Soul Kitchen filmleri de dahil olmak üzere yılın en iyi filmlerinden oluşan yarışma kategorisinde büyük ödülleri Roman Polanski’nin Ghostwriter deyim yerindeyse silip süpürdü.

Gecenin Türk Sineması adına güzel tarafı aday olan filmlerimiz dışında yılın yapımcısı ödülünü alan Zeyno Film’in kurucusu Zeynep Özbatur Atakan’dı.Nuri Bilge Ceylan’ın bol ödüllü filmleri Üç maymun ve İklimler’in de yapımcısı olan Atakan“ büyük bir gururla, Avrupa standartlarında projeler üretmesi ve Avrupa ülkeleri ile uzun yıllardır uyumlu çalışması nedeniyle Türk sinemasının son yıllarda en çok konuşulan ve dünyada da ses getiren filmlerine imza atan  yapımcı ” olmasından dolayı bu ödüle layık görüldü.Ödül konuşmasında"Bir yapımcı olarak hep kamera arkasında kalmayı seçtiğimden şu anda kamera önünde olmaktan dolayı çok heyecanlıyım" diyen Zeynep Özbatur Atakan son yıllarda sanatsal alanda aldığımız başarılara ek olarak bu işi yavaş yavaş piyasa anlamında da iyi yapmaya başladığımızın en güzel örneği.

The 23rd European Film Awards

*
Share/Save/Bookmark

Sana Puanım 11 kanka

İşte efsaneler böyle meydana çıkıyor.Popüler kültürde sahip oldukları sayısız göndermelerle yerlerini gitgide sağlamlaştırıyorlar.Sinema ve müzik tarihinin en absürt grubu Spinal Tap’e bu yakışırdı zaten. İzlemeyenlere şiddetle tavsiye olunur.

http://www.imdb.com/title/tt0088258/this is spinal tap

*
Share/Save/Bookmark

5 Aralık 2010 Pazar

Efsaneler Ölmez: 95 yaşında intihar

monicelliİtalyan Komedi’sinin ve Toto’nun yaratıcısı olan Mario Monicelli 29 Kasım günü tedavi gördüğü hastanede beşinci kattan kendini atarak intihar etti.Prostat kanseri tedavisi için Roma’da hastaneye yatırılan Monicelli acılarına daha fazla dayanamayarak tıpkı 46 senesinde Tiyatro eleştirmeni-Gazeteci babası Tomaso Monicelli gibi kendi ölümünü kendisi seçti.İşin ironik yanı 5. kattan atladıktan sonra cesedinin hastanenin acil servis kapısının önüne düşmüş olması ama kurtarılması için herşey çok geç olmasıydı.

Ailesi tarafından Mario Monicelli için herhangi bir cenaze merasimi yapılmayacağı ve ebedi yolculuğuna resmi törenlerden uzak biçimde uğurlanacağını ve naaşın krematoryumda yakılacağını açıklandı.Yine ailesi tarafından Roma Büyükşehir Belediye Başkanı Gianni Alemanno'nun ünlü yönetmenin naaşının, büyükşehir belediyesinde halkın ve sinemaseverlerin ziyaretine açılması önerisini kabul edilmedi.Monicelli'nin naaşı 2 Aralık’ta Roma'da kendisi tarafından açılmış bir sinema salonu olan Casa del Cinema'da (Sinema Evi) ziyarete açıldı ve ertesi gün sadece aile bireylerinin katılacağı sade bir törenle ebedi yolculuğuna uğurlandı.Ünlü yönetmenin torunu Niccolo Monicelli, “Aile olarak herhangi bir cenaze merasimi düzenlemeye gerek duymuyoruz. Her şey Mario Monicelli'nin ve ailenin istediği doğrultuca yapılacak” dedi.Niccolo Monicelli, ünlü yönetmenin pencereden atlayarak hayatına son vermesinin “trajik” olarak nitelenemeyeceğini savunarak, “Trajik bir son ifadesini kullanmak doğru değil. O hayatı yaşamış bir insandı. Geriye pek çok mesaj bıraktı. Onu filmleriyle hatırlamamız gerekiyor” diye konuştu.

Gerçekten öyle,95 yıl dolu dolu yaşayıp geride isminin önüne İtalyan Komedisinin Babası,Toto’nun(Antonio de Curtis) yaratıcısı gibi sıfatlar ekletmek ölümün önüne geçecek ve sonsuza kadar yaşayacak sözler.Efsaneler ölmez sözüyle de anlatılmak istenen budur.Sanat aracılığıyla yaptıkları hiçbir zaman unutulmayacak, nesilden nesile aktarılabilecek..

mario-monicelli2 LiveImages_Foto Haber_142_Ünlü yönetmen Monicelli intihar etti_D30093538  337a65df-2ca5-4967-94eb-47697fa3dd7f-444x333     mario-monicelli-5  toto-monicelli PD*40573467

*
Share/Save/Bookmark

Olmamış Hacı*

New yorkta bes minareEski türkücü yeni sinemacı Mahsun Kırmızıgül son filmi New York’da Beş Minare yıllarca içimize oturmuş Hollywood sinemasına içi boş şekilcilikle özenmenin koca bir örneği.Daha film çıkmadan ortaya konulan pazarlama stratejileri aslında bunun habercisi gibiydiler.Öncelikle şunu belirtmek lazım sinema hiçbir kişiye ve ya zümreye ait bir sanat dalı değildir.Herkes dilediğince sinema için çalışabilir.Zaten aksi bir durum sanatın kendi yapısına aykırı olurdu.Mahsun Kırmızıgül’ün durumunda da bu farklı değil.Her ne işten geliyor olursa olsun,dünya görüşü ne olursa olsun yapıtları her daim sadece sinema kuralları içinde değerlendirilmelidir.Tabi en baştan eleştirebileceğimiz durumlar film çıkmadan önce daha önce de yazdığım gibi reklam yapması amacıyla çıkartılan spekülasyonlardı.Mesela en baştan filmin ana karakteri Hacı’nın Fethullah Gülen’e benzetilmesi hadisesi.Filmin bunun uzaktan yakından alakası yok,ama eğer; Mahsun ve yapımcıları buna karşı çıkmıyor,filmin reklamı yapılıyor diye bıyık altından gülüyorlarsa sanatın asıl amacına yakışmaz.Yüzyıllardır tartışılan bir durumdur bu sanatın ne için yapıldığı.Evet bu filmi yapanlar da para kazanmak için yapıyorlardır bunu,reklamının yapılması ise çok mantıklıdır ama hiçbir sanat ürünü sırf harcadığın para çıksın diye de reklamı yapılıp satılamaz ki.Bilmem kaç milyon dolara mal olan en pahalı ilk Türk filmi ne demek ya.Harcamasaydınız o zaman kardeşim dedirtecekler illa.Örneklerine 40-50 sene önce rastladığımız aksiyon sahnelerinin ilk kez bir Türk filminde yer alıyor olması nasıl bir övünç kaynağıdır anlayamadım.

new-yorkta-bes-minare-3         

Filme gelecek olursak daha önceki filmlerinin devamı olarak duygusallığın ön planda olduğunu söylemeliyiz. Hatta diğer filmlerinde de eleştirildiği gibi bunda da yüksek dozdaki duygu yoğunluğu bir noktadan sonra sömürüye doğru kaçıyor. Zaten duygu sömürüsü Türk sinema izleyicisi için biçilmiş kaftan.Her türlü konuyu anlatmak için işin içine biraz melankoli,biraz arabesk kat seyirci direk avuçlarının içine girer.Beyaz Melek’de yaşlılara karşı maddi ve manevi şiddeti anlatarak daha genel bir giriş yapmıştı sinemaya Mahsun. Daha sonrasında da Türkiye’nin en hassas konusu Kürt Halkı temelinde bir Türkiye gerçeği filmi çıkmıştı.Bunda da diğer bir hassas konu hali hazırda kendinden duygu yoğunluklu din temelinde bu sefer yukarıda da bahsettiğimiz gibi artı olarak Amerikan özentisi bir aksiyon filmi ortaya çıkıyor.new-yorkta-bes-minare-resimleri-6
Filmdeki yaratılan karakterler öyle yapaydı ki izleyici filmin içine girmek oldukça zorlaşıyordu.İyi Polis-Kötü Polis’in kötü ve deli polisi Fırat(Mahsun Kırmızıgül),iyi ve saf olduğu kadar da vasıfsız yancı polis Acar (Popstar Mustafa Sandal) Amerika’da Hacı adlı birini yakalamak istemektedirler.Bunun yanına eklenmiş Hristiyan(!) ama iyi eş Maria (Gina Gershon), zenciyse kesin iyidir mantığından Hacı’nın cemaatten yakın arkadaşı Marcus (Danny Glover), yakınını 11 Eylül saldırılarında kaybeden ve tüm müslümanlara gıcık Amerikalı polis Becker (Robert Patrick),yanlışlıkla yakaladıklarından özür dileyecek kadar yüce gönüllü Emniyet Müdürü vs. vs..Hepsi birbirinden karikatür tiplemelerle mesaj bombardımanına maruz kalıyorsun ki filmden çıktığında kafan allak bullak oluyor.Mesela Amerika Irak’a petrol için girmiş iddiası var ki hadi canım sende demeden kendimizi alamıyoruz, ya da Hz. Muhammed hayatı boyunca sadece 2 ay savaşması bu yüzden dinde zorlama filan yokmuş gibi daha nice mesajlarla şu ahir hayatımızda bilmediğimiz şeyleri öğreniyoruz.

New-Yorkta-Bes-Minare-2

Oyunculuklarda Haluk Bilginer ise bambaşka.İçi boş karakterini o kadar güzel dolduruyor ki filmin temelini biraz da olsa sırtlıyor.Gina Gershon ve Danny Glover da aynen Haluk Bilginer’e biçilen kötü yazılmış karakterlerini iyi oyunculuklarıyla biraz da olsa kapatmaya çalışıyorlar.Mahsun’un oynadığı Polis Fırat bana çocukken mahallede topu olduğu için maçlarda oynatılan çocukları hatırlattı.Güneşi Gördüm’de daha iyi bir performans çıkarmıştı oysaki.Acar karakterini oynayan Mustafa Sandal’a söyleyecek söz bulamıyorum neyse...

New-Yorkta-Bes-Minare-4

Sonuç olarak uzak diyarlarda Amerika’lılara kendi evlerinde ders vererek kendi egomuzu tatmin etmeye çalıştığımız milli bir ezikliğin sonucu olarak ortaya çıkan garip bir film New York’da Beş Minare.Ama her ne olursa olsun filmin son karesi cahilliğe verilebilecek tepkiye en güzel örnek.Bu yüzden filmden çıktığımda yüzüme garip bir duygu hakimdi.Bir topluma zarar verecek en büyük belanın “cahillik”olduğunu anlatmaya çalışıp,bunu yaparken de tüm milli ve dini egomuzu tatmin etmeye çalışmak filmi olağanca garip hale getiriyor.Galiba Mahsun’da bunu nasıl yapacağını bilmeden eline yüzüne bulaştırarak yapıyordu.Kendi topraklarına atfedilen cahilliği yenmeye çalışmak istemesi son derece onurlu bir davranış ama bunu yaparken de bu cahilliği yaratan egemenlerin ağzına bir parmak bal çalmak da neyin nesi Mahsun? Sonuçta  olmamış Hacı olmamış..

newyorkta_5minare

*Başlık Berrin Karakaş’ın Radikal’de yazdığı filme eleştirisinin başlığı.Yazımı en iyi şekilde özetlediği için (ç)aldım:)

*
Share/Save/Bookmark