22 Şubat 2018 Perşembe

!F İstanbul'dan İzlenimler I – Rumble: Amerikan Yerlileri Dünyayı Sarsar



Kuzey Amerika tarihi dünya insanlık tarihinin en utanç verici olaylarından çoğunun yaşandığı bir coğrafyadır. Beyaz adamın binlerce kilometre öteden gelip hali hazırda yaşamakta olan yerli halka yaptığı zulüm yetmiyormuş gibi Afrika’dan milyonlarca siyahi kölenin getirilmesi ile şu an halen sonuçları yaşanan toplumsal dinamiklerin temelini oluşturur. Kristof Kolomb önderliğinde beyaz adamın 1492’de Amerika’ya ayak basmasından 1886 yılına kadar geçen yaklaşık 400 yılda 70 milyon Kızılderili katledildiği bilinen bir gerçektir. Acılar karşılaştırılmaz ama Yahudi holokostunda yaklaşık 6 milyon insan öldürülmüştü. Bu rakamlar ne denli büyük ve sistematik bir soykırımın gerçekleştiğinin bir örneğidir.

1907 yılında Amerikan hükümeti yerlilerin müziklerinin gelecek nesillere aktarılamayacağını öngörerek bir komisyon kurar. Buradaki ilk amaçları iyi niyetli olarak yerli müziğinin tarihten silinip gideceğini düşünüyor olmalarıydı belki ama bu hareketin daha derinine inince aslında beyaz adamın kıtaya gelişi ile yerleşen muktedir anlayışın fiziksel soykırımın son halkası olarak kültürel bir soykırımın da yaşanacak olmasa emin olmalarıdır.

Yani bu kültürü tarihten silen onlar ve yine kayda alıp belgelemeyi isteyenler de onlar. Gerçi bu niyetleri tutmuyor ve film tam da bu damar üzerinden şekilleniyor ve yerli halkın müzikal kültürünün müzik tarihine etkisini bağıra bağıra anlatıyor Rumble: The Indians Who Rocked The World (Amerikan Yerlileri Dünyayı Sarsar) belgeseli.

Dünya siyasi ve müzik tarihine paralel baktığımızda müzik türlerinin gelişimi siyasi baskılarla paralel gelişmiştir. Yazı öncesi çağlarda insan toplulukları yaşadıklarını sözlü bir gelenekle bir sonraki nesillerine aktarıyordu. Zaman geçtikçe bu sözlü gelenek müzikle birlikte gelişerek bir kültür halini almıştır. Halkların kendi tarihlerini özellikle acılarını unutmamak adına ilk sarıldıkları kültürel araç hep müzik olmuştur. Çünkü en etkili ve en akılda kalıcı yoldur. Belgeselde şu an dünya üzerinde belki de en çok dinlenen türler olan rock (metal), blues (r&b), folk (country), jazz ve pop müziklerin temelindeki yerlilerin izlerini izleriz ve dinleriz. Aslında bunun tam tersini düşünmek bile abes. Blues tamamen pirinç tarlalarındaki siyahilerin var oluş çığlıklarıydı. Rock ve metal müziğin içerdiği sertlik de aslında toplumdaki duvarların yıkılması için bir haykırıştır.

Belgesele ismini veren Link Wray’in Rumble adlı şarkısı 2 buçuk dakikalık enstrümantal bir parça olmasından öte yayınlandığı zamanın siyasi ikliminde bir nevi ezilenlerin marşı olmuştu. Hatta bu etki o zamanki muktedirleri fevkalade endişeye sürüklemiş ve gençliğin isyanının körüklemesinden korkulduğu için yasaklanmıştı. Evet sözleri olmayan 2 buçuk dakikalık bir parça radyolarda çalınması yasaklanıyor. İşte bu müziğinin ne denli etkili olduğunun bir kanıtı.


Filmde beni oldukça şaşırtan anekdot ise Buffy Sainte-Marie’nin ülke çapında müziğinin popüler olmasından sonra FBI ve CIA’in radyo kanalı sahiplerine yaptığı baskı sonrasında Marie’nin kariyerini bitirme noktasına getirme çabaları. Burada beni asıl şaşırtan FBI gibi CIA gibi ülke güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı savaştıklarını inandığımız böylesine büyük kurumların sanatı ve sanatçıyı potansiyel tehdit olarak algılaması ve üzerine ciddi çalışma yürütmesi. İşte müziğin gücü bu, ülkeyi yöneten muktedirlerin, Amerikan rüyasını pompalayan Wasp (white anglo-sakson protestan) anlayışın bundan ne denli korktuğunun çarpıcı bir örneği. Mesela filmlerde çok görürüz, Amerikan ajanları dünyanın bir yerinde nükleer bir savaş çıkmaması için amansız mücadeleye girerler falan filan, ama gerçek dünyada işin aslı; birkaç ajanın radyo sunucularına gidip bu şarkıcının şarkılarını çalmayacaksın demesi hakikaten trajikomik bir durum.

Rumble: The Indians Who Rocked The World hem göze hem de kulağa hitap eden, bana göre dört dörtlük bir yapım. Sevdiğim müziğin tarihini siyasi tarih paralelinde izlerken hem çok şey öğrendim hem de keyifli bir müzik dinleme seansı geçirmiş oldum.

*
Share/Save/Bookmark

19 Şubat 2018 Pazartesi

BAFTA ödülleri sahiplerini buldu

İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödüllerinin bu yılki sahipleri belli oldu. Her yıl Oscar ödül töreninden iki hafta önce verilen BAFTA ödülleri, Oscar alabileceklerle ilgili ipucu niteliği taşıyor. İngiliz yönetmen Martin McDonagh'ın direktörlüğündeki "Three Billboards Outside Ebbing, Missouri" en iyi film ödülünün sahibi oldu. Filmin Amerikalı başrol oyuncusu Frances McDormand ise en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görüldü. Drama türündeki film, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi orijinal senaryo ve en iyi İngiliz filmi dallarında da ödülleri topladı.

En İyi Film: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
En İyi İngiliz Filmi: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
En İyi Yönetmen: Guillermo Del Toro (The Shape Of Water)
En İyi Kadın Oyuncu: Frances McDormand (Three Billboards)
En İyi Erkek Oyuncu: Gary Oldman (Darkest Hour)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Allison Janney (I, Tonya)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Sam Rockwell (Three Billboards)
En İyi Yabancı Film: The Handmaiden
En İyi Belgesel: I Am Not Your Negro
En iyi Sinematografi: Blade Runner 2049
En İyi Görsel Efekt: Blade Runner 2049
En İyi Uyarlama Senaryo: Call Me by Your Name
En Orijinal Senaryo: Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
En İyi Animasyon Filmi: Coco
En İyi Prodüksiyon Tasarımı: The Shape Of Water
En Orijinal Müzik: The Shape Of Water
En İyi Makyaj ve Saç: Darkest Hour
En İyi Kostüm Tasarımı: Phantom Thread
En İyi Ses: Dunkirk


*
Share/Save/Bookmark

9 Şubat 2018 Cuma

Sevgililer Günü için dev hizmet! Her ilişkiye uygun birbirinden farklı hediye önerisi

Evet, yine o malum tarih yaklaştı. Belki uzun zamandır evlisiniz, “Artık Sevgililer Günü mü kaldı bize?” diyorsunuz. Belki uzatmalı sevgilisiniz, her 14 Şubat geldiğinde ne alacağınızı kara kara düşünüyorsunuz. Belki yeni bir sevgili yaptınız, heyecandan ne alacağınızı bilemiyorsunuz. Belki de bu günü evinizde tüylü, minik dostlarınızla geçirecek ve “En güzel sevgi bu!” diyorsunuz. O da mı değil? E, o zaman neden kendi kendinize hediye almıyorsunuz? Tamam, merak etmeyin; bu listede hepinizi düşündük.


- İlişkiyi heyecanlandırmak için baştan çıkarıcı bir koku alın. Kokular hafızada yer bırakır ve her yeni koku bambaşka hatıralar yaratır. Hazır kış ayındayken baskın ve egzotik kokuları tercih edebilirsiniz. 
Kadın parfüm önerimiz için tıklayın! 
Erkek parfüm önerimiz için tıklayın!
- İlişkinizin başladığına dair sosyal medyada boy boy fotoğraflarınızı sergilediniz büyük ihtimalle. Ama unutmayın, geleneksel fotoğraf albümünün anlamı her zaman çok başkadır. O nedenle, HP Sprocket kırmızı fotoğraf yazıcısı sevgililer günü için çok keyifli bir hediye olacaktır.  HP Fotoğraf yazıcısı için tıklayın!

- Bu önerimiz ise beylere. Her zaman geç kalmasına sebebiyet verdiği için söylendiğiniz eşinizin makyaj setini yenileyerek şaşkınlık yaratmaya ne dersiniz? Kadınlar kozmetik ürünlere bayılır, biliyorsunuz.  Kozmetik ürünleri için tıklayın!

Her Pazartesi beraber spor yapmaya niyetleniyor ama ilişkideki bir taraf planları bozuyorsa, şahane bir fikrimiz var. Motivasyonu yükseltecek bir akıllı bileklik! Fiziksel aktiviteleri detaylı bir şekilde takip etmeye olanak tanıyan bu bilekliklerle spordan kaçmak yok, sağlıklı hayata hemen başlamak var. Akıllı Bileklikler için tıklayın!

- Romantiklik önemli. Karşınızdakine ince bir ruhu ve ince zevklere sahip biri olduğunuzu göstermek için en iyi gün, bugün! Hediye edeceğiniz retro bir plakçalarla eski plakları dinleyip, romantik bir akşam geçirebilirsiniz. Retro plakçalarlar için tıklayın!
Bir boomads advertorial içeriğidir. *
Share/Save/Bookmark

6 Şubat 2018 Salı

17. !f İstanbul'da Gidilesi Filmler


Her sene olduğu gibi bu sene de soğuk kış günlerinde içimizi ısıtacak !f İstanbul Bağımsız filmler festivali yine dopdolu bir programla karşımızda. İstanbul’da 15 Şubat’ta başlayacak festivalde 36 ülke ve 120 yönetmenden toplamda 111 film izleyiciyle buluşacak. Bu kadar çok seçeneğin bulunduğu bir seçkide eminim herkesin tek derdi hangi birine gitmek olacaktır. Her sene olduğu gibi yine bu sene de sizi bu dertten kurtarmak adına naçizane yorumlarımla kaçırmamanız gereken filmleri listelemeye çalıştım. Tabi şunu da söylemek gerek, bahsettiğim filmler dışında diğer filmlere gitmenize gerek yok gibi bir çıkarım kesinlikle yapmayın. Gönül isterdi ki sınırsız imkanlarımız olup tüm filmleri izleyebilelim, lakin bu mümkün olmadığından özellikle benim gibi mesai saatleri dışındaki seanslara hapsolmuş biri olarak mümkün olduğunca en çok merak ettiklerime gitmeye çalışıyorum. Belki de bu liste benim gibi olanlar için daha kıymetli olacaktır. Şimdiden herkese keyifli seyirler.

1-Mr. Gay Syria (Yön: Ayşe Toprak)


Almanya, Türkiye, Fransa - 2017 - 85' - Renkli - DCP – Arapça

Suriyeli mülteci konusu en az bizim ülkemiz kadar dünyanın en önemli konularından biri. Savaş nedeniyle yerlerinden yurtlarından ayrılmak zorunda kalan milyonlarca Suriyelinin içlerinde sayısız hikâye mevcut. Bunlardan biri de iki eşcinsel mültecinin hikâyesi Mr. Gay Syria’nın konusu oldukça ilginç. Mülteci olmanın zorluğunun yanı sıra cinsel kimliklerinin kabul edilmediği bir ortamda hayallerinin peşinde koşan iki Suriyelinin hikâyesi hem LGBTİ adına hem de savaş karşıtlığının ortak kesişim kümesinde bir yapım. 

 

2-Sevmek Zamanı (Yön: Metin Erksan)

Türkiye - 1965 - 84' - Siyah Beyaz - DCP – Türkçe

Metin Erksan’ın 1965 yapımı Sevmek Zamanı çoğu otoriteye göre ülke sinemamızın en iyi aşk filmlerinden biri kabul edilir. Yakın zamanda bazı firmaların da desteğiyle eski filmlerin restore edilerek yeniden vizyona sokulmasının son örneği olarak Sevmek Zamanı , Mimar Sinan Üniversitesinin öncülüğünde restore edilerek festival seyircisiyle buluşuyor. Benim gibi eski efsane filmleri sinemada izleyemediği için üzülen bir nesildenseniz bu fırsatı kesinlikle kaçırmamanızı tavsiye ederim.

3-Human Flow (Yön: Ai Weiwei)

ABD - 2017 - 140' - Renkli - DCP – İngilizce


Ai Weiwei Çin modern sanatının şu an için dünya çapında öncüsü diyebiliriz. Muhalif görüşleri sebebiyle de Çin Hükümeti ile sürekli mücadele halinde. Yapıtlarında da görülebilecek üzere güncel konular üzerinden politik mesajlar vermeyi seven bir sanatçı Weiwei.  Şu an dünya gündeminin kanayan yarası denilebilecek mülteci sorununa çarpıcı bir bakış sunduğu Human Flow belgeselinde Afganistan’dan Meksika’ya 23 ülkede yerlerinden ayrılmak zorunda kalan insanların hikâyelerine odaklanıyor.

4-Lady Bird (Yön: Greta Gerwig)

ABD - 2017 - 94' - Renkli - DCP – İngilizce


Greta Gerwig şu an bağımsız sinemanın en popüler sinemacısı diyebiliriz. Frances Ha ile gönüllerde taht kuran Gerwig sonrasında da başarılı yapımlarda yer alarak bilinirliliğini ve sempatisini arttırdı. 2008’de Nights and Weekends filminde Joe Swanberg ile paylaştığı yönetmenlik koltuğuna bu kez ilk defa tek başına oturuyor ve çoğu yönetmene nasip olmayacak bir şekilde bu ilk denemesinde  en iyi yönetmen ve en iyi film Oscar adayı olması filmi daha da meraklı kılıyor. Diğer aday filmler ve yönetmenler arasında her ne kadar şansı az da olsa, akademinin filmini ve kendisini aday yaparak onurlandırması, akademinin gelecekte ondan çok şeyler beklediğinin bir kanıtı niteliğinde. Ayrıca filmin başrolü Saoirse Ronan’a da bir parantez açmak gerek. Daha 23 yaşında olmasına karşın şu an üçüncü Oscar adaylığını kazanmış durumda. 2008 yılında 14 yaşında Atonement filmi ile en iyi yardımcı oscarı adaylığı ile başlayan kariyerinde bu seneki adaylar arasında güçlü konumda. Oscarların habercisi sayılan Altın kürelerde de en iyi kadın oyuncu ödülüne sahip olması da bu kanıyı güçlendiriyor.

5-Last Flag Flying (Yön: Richard Linklater)

ABD - 2017 - 125' - Renkli - DCP – İngilizce


En sevdiğim filmler listemin içinde yer alan Before serisi ve Boyhood filminin yönetmeni Richard Linklater yeni filmi Last Flag Flying’de, Vietnam’da savaşan üç arkadaşın kutsal bir görev için bir araya gelmesini anlatıyor. Steve Carell’in hayat verdiği Larry'nin Irak savaşında kaybettiği oğlunun cenazesini gömmek için bir araya gelen ekibin diğer üyeleri Bryan Cranston ve Laurance Fishburne.  Linklater, Carell, Cranston ve Fishburne. Bir filmi izlemek için dört önemli etken bu filmde mevcut. Özellikle Carell’in performansını çok merak ediyorum. Komedi filmleri ile tanınan kişilerin kariyerleri ilerledikçe dram rollerde başarıyı yakalaması zor görünen bir durumdur. Çünkü izleyici kendi zihninde kişiyi komedi ile birleştirdiğinden perdeye yansıyan dramaya çoğu zaman yabancılaşarak içselleştirememesi en büyük handikaplardan biridir. Kemal Sunal’ın son dönem kariyerinde bunu başararak dram yönü ağır basan performanslarını görebiliriz.  Carell de son yıllarında başarılı drama performansları göstererek sadece komedi yapmadığını kanıtladı diyebiliriz.

6-Dark River (Yön: Clio Bernard)

Birleşik Krallık - 2017 - 89' - Renkli - DCP – İngilizce


Dark River’ın yönetmeni Clio Bernard’ı ilk olarak 2013 yapımı filmi Selfish Giant ile tanımıştım. Hatırlıyorum ilk izlediğimde karnıma yumruk yemiş gibiydim. O zaman kadar herhangi bir film beni bu kadar etkilememişti. İngiliz işçi sınıfının günlük varoluş kaygılarına odaklanan filmde büyümek zorunda kalan çocukların hikâyesini o kadar gerçekçi anlatıyordu ki sosyal gerçekçi sinemacı bayrağını Ken Loach’dan devralmış gibiydi. Bu filminde de yine Kuzey İngiltere’nin kasvetli hayatında işçi sınıfına odaklanıyor. Bu ismi bir kenara yazın, ne çekerse mutlaka izlemeye çalışın.


7-Rumble: The Indians Who Rocked The World (Yön: Catherine Bainbridge, Alfonso Maiorana)

Kanada - 2017 - 103' - Renkli - DCP – İngilizce

!f İstanbul’un en sevdiğim bölümü kesinlikle !f music seçkisi. Eğer bir de sevdiğim müzikten bir yapım varsa değmeyin keyfime. Bir taşla iki kuş, hem perdede bir sinema filmi izlemek hem de müzik dinlemek. Bu seneki seçki belki diğer yıllara nazaran sayıca az olsa da hayli önemli yapımlar mevcut. Yakın zamanda kaybettiğimiz David Bowie’nin son beş yılındaki eserlerine odaklanan “David Bowie: The Last Five Years”, Iggy Pop ve Queens of the Stone Age’den Joshua Homme’nin ortak albüm çalışmasını anlatan “American Valhalla”, Betty Davis’in müzik dolu yolculuğunu anlatan “Betty: They Say I’m Different” gibi çok önemli isimleri anlatan yapımlar var. Ama bunların içinde en merakla beklediğim Rumble: The Indians Who Rocked The World. Amerikan yerlilerinin rock, r&b, jazz gibi müzik türlerine yaptıkları katkıyı anlatan yapım, gitarda ‘feedback’ ve ‘distortion’ın ilk defa kullanan rock gitaristi Link Wray’in Rumble şarkısının ekseninde Amerikan yerlilerinin müziğe etkisini gözler önüne seriyor.


8-Ara Güler, Once Upon a Time Istanbul (Yön: Samuel Aubin)

Fransa, Türkiye - 2017 - 51' - Renkli - DCP - Fransızca, Türkçe

http://www.ifistanbul.com/film/ara-guler-once-upon-a-time-istanbul/1720/


Amatör fotoğrafçılıkla da ilgilenen biri olarak benim tapma derecesinde sevdiğim Ara Güler’in belgeseli kesinlikle ve kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yapım. Her ne kadar İstanbul’un son yıllarda seveni pek kalmasa da, her geçen gün kentin kültürünün katledilircesine ranta gittiği şu günlerde eski İstanbul’a özlem duyanların bir nebze kendini iyi hissedebileceği bir zaman yolculuğu. Hem de öyle bir zaman yolculuğu ki Delorean’ın direksiyonunda 50 yıldan fazla süredir İstanbul’un her halini fotoğraflayan bir efsane; Ara Güler.

9-Phantom Thread (Yön: Paul Thomas Anderson)

ABD - 2017 - 130' - Renkli - DCP - İngilizce


Paul Thomas Anderson’un 1950’lerin Londra’sında moda dünyasına bakış attığı filmi Phantom Thread akademi ödüllerinde de en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu gibi majör dallarda adaylığı bulunuyor. Ama bu filmi daha özel kılan durum ise Daniel Day Lewis’in filmin çekimleri sırasında emekliliğini açıklamasıyla filmin önemini bir anda tavan yapmasına sebep oldu. Daniel Day Lewis umarım bu sözünde durmaz ve en kısa sürede tekrar sinema dünyasına geri döner.

 

10- 78/52: Hitchcock's Shower Scene (Yön: Alexandre O. Philippe)

ABD - 2017 - 91' - Siyah Beyaz - DCP - İngilizce


Bir film sahnesi üzerine koca bir belgesel film çekilir mi demeyin, söz konusu Alfred Hitchcock ve Psycho filminin efsane duş sahnesi ise mümkündür. Neredeyse filmin de üstüne çıkan sinema tarihinin bu en ikonik sahnesi üzerinden sinema sanatına dair mükemmel bir belgesel. 
Dostoyevski’nin Gogol’un Palto adlı öyküsüne atıfta bulunarak hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık diyerek Gogol’u rus edebiyatının yapıtaşı olarak övmesine paralel filmin tanıtımında kullanılan ‘hepimiz Hitchcock’un paltosundan çıktık’ sözü o kadar gerçek bir sözdür ki, sadece korku-gerilim sinemasının değil, tüm türlerin, sadece Amerika sineması değil dünya sinema  sanatının yapı taşlarından biridir Alfred Hitchcock.

Bonuslar

11-The Death of Stalin (Yön: Armando Iannucci)

12-The Distant Barking of Dogs (Yön: Simon Lereng Wilmont)

13-How To Talk To Girls At Parties (Yön: John Cameron Mitchell)

14-A Fábrica de Nada (Yön: Pedro Pinho)







*
Share/Save/Bookmark