11 Mart 2015 Çarşamba

Yine yeşilçam yine vefasızlık

Bugün Vatan gazetesinin internet sitesinde yer alan habere göre herkesin Seferoğulları'nın Suphi'si olarak bildiği emektar sinema oyuncusu Cevdet Arıkan maddi sıkıntılar içerisinde olduğu belirtiliyor. Oynadığı filmleri telifsiz bir şekilde kanallarda yüzlerce kez yayınlanmasına karşın cebine bir kuruş dahi girmeyen sinema emekçilerinin hakları ne zaman güvence altına alınacak acaba? Anadolu Ajansı'nın haberi şöyle;

Türk sinemasında 120'yi aşkın filmde oynayan karakter oyuncusu Cevdet Arıkan, ekonomik sıkıntıları nedeniyle çocuklarının desteğiyle hayatını sürdürüyor.Mersin'in Tarsus ilçesinde yaşayan 6 çocuk, 5 torun sahibi Cevdet Arıkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 1948 yılında Adana'da doğduğunu, sinema hayatına 1964'de figüran rolleriyle başladığını söyledi.
Adana 1970'de Vücut Geliştirme Şampiyonu olduktan sonra bir dönem fotoroman sayfalarında yer aldığını, ardından da Yeşilçam'da 120 filmde rol aldığını anlatan Arıkan, beyaz perdeye adım atmadan önce iyi bir spor kariyerinin olduğunu belirterek, şöyle devam etti
'12 yaşında spor başlamıştım. 26 yaşıma kadar sporun içinde oldum. Adana Halter ve Vücut Şampiyonu ile 'Adana Adale Kralı' seçildim. Ellerim üzerinde apartmanlarda merdivenleri çıkardım. Hatta bana ''yürüyen asansör'' lakabı takmışlardı. İstanbul'a gittiğimde film yapımcılarının dikkatini çekmişim. Sinemaya merakımdan dolayı onların teklifini kabul ederek 'merhaba' dedim.''

67 fotoromanda rol aldığını ifade eden Arıkan, ''Saklambaç, İnci, Kelebek ve daha bir çok gazetenin ekinde Sezen Aksu, Nil Burak, Yasemin Kutsi gibi ünlü oyuncuların da bulunduğu ve birçok sanatçıyla fotoromanlarım oldu'' dedi.
''120 filmde rol aldım. O günün şartlarındaki en iyi filmlerimiz bugün de televizyonlarda gösteriliyor. Kemal Sunal'ın 'Tosun Paşa', 'Kibar Feyzo', Ferdi Tayfur'un 'Çeşme', 'Ben de özledim', Cüneyt Arkın'ın 'Gırgır Ali' ve 'İstasyon' filmleri başta olmak üzere, Ediz Hun, Erol Taş, Ayhan Işık, Murat Soydan ve Kadir İnanır gibi birçok ünlüyle aynı sette çalıştım. Ayrıca TRT televizyonu tarafından çekilen aralarında Kartallar Yüksek Uçar'ın da bulunduğu 5 dizide rol aldım.''
Sinemaya 40 yıl emek verdiğini ve maddi durumunun kötü olması nedeniyle bugün sigorta primini dahi yatıramadığı için emekli olamadığını dile getiren Arıkan, şöyle konuştu:
''Eşimle birlikte kızımın evinde oturuyorum. Bu kadar yıl sinemaya emek veren bir sanatçı olarak, 120 film yapıyorum. Yıllarımı sinemaya veriyorum. Bütün oyuncular emekli oluyor. 1996 yılında bir yasa çıkmış, benim haberim olmadı. Ben bu yasadan yararlanamadım. Bir başvuru tarihi konmuş yasal olarak. Benim haberim olmadı. Birçok sanatçı emekli olmuş. Benim hala emekli maaşım yok. Mağdurum emekli olamıyorum. Buna ben çare bulamıyorum. Sorunlarım çok büyük. Sanatın böyle olacağını bilseydim sanatçı olmazdım. Kendimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum.''

Arıkan, kalp hastası olduğunu 5 yıldır ilaç kullandığını belirterek, ''İlaçlarımı oğlumun sigortasından temin ediyorum. Mağdurum ne yapacağımı bilemiyorum. Geçimimi çocuklarımın bana gönderdiği cüzi ücretle sağlıyorum. Onların yardımıyla ayaktayım. Emekliliğim konusunda ilgililerin desteğine ihtiyacım var'' diye konuştu. 

*
Share/Save/Bookmark

5 Mart 2015 Perşembe

13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali


13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali
programı ve altın bamya adayları açıklandı

13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin bu yılki programı ve Altın Bamya adayları bugün, saat 13:00'te, Rampa Tiyatro'da yapılan basın toplantısıyla açıklandı. Bu yıl "Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması" temasıyla düzenlenecek olan festival 13 Mart'ta, İstanbul’da başlayacak

12 yıl önce "Kadınlar Sinema Yapıyor" diye başlayan Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin bu yıl ki programı ve Altın Bamya adayları bugün, saat 13:00'te, Rampa Tiyatro'da yapılan basın toplantısıyla açıklandı. Bu yıl "Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması" temasıyla düzenlenecek olan festival 13 Mart'ta, İstanbul’da başlayacak. 27 Nisan’a kadar, 6 ayrı şehirde sürecek olan gezici festival 13-22 Mart’ta İstanbul’da, 28-29 Mart'ta Denizli'de, 4-5 Nisan'da Muğla-Bodrum'da, 11-12 Nisan'da Diyarbakır'da, 18-19 Nisan'da Adana'da, 25-26 Nisan'da İzmir'de olacak.

Basın toplantısının açılış konuşmasını yapan Filmmor Kadın Filmleri Festivali Koordinatörü Melek Özman, "Dünyanın her yerinde kadınlara karşı küresel bir saldırı söz konusu. Ancak kadınların küresel direnişi de var ve biz bu direnişe dikkat çekmek istedik. Hala kadına yönelik şiddeti 3. sayfalardan, dizilerden görüyoruz ama buralarda kadının direnişini göremiyoruz. İşte bu festivalde kadınların direnişini göreceğiz" dedi.

Festival yürüyüşle başlayacak
13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali 13 Mart Cuma günü, saat 19:00’da Galatasaray Meydanı’ndan Pera Müzesi’ne yapılacak Festival Yürüyüşü ile başlayacak. Festivalde bu yıl 25 ülkeden, 61 film gösterileceğini belirten Festival Koordinatörü Ülkü Songül festival programı hakkında şu bilgileri verdi: "Bu yıl Hindistan'dan Meksika'ya çeşitli ülkelerden filmler göstereceğiz. Filmlerin 17'si Türkiye'den. Festivalden elde edeceğimiz geliri Şengal ve Kobane kamplarındaki kadınlara ve çocuklara aktaracağımız için sade bir açılış yapacağız. Festival yürüyüşü 13 Mart'ta Galatasaray'dan başlayıp Pera Müzesi'nde son bulacak."

Pera Müzesi’nde Mor Kamera Umut Veren Kadın Sinemacı Ödülü’nün de verileceği açılışta Arkadaşımı Merak Ediyorum filmi gösterilecek. Üç yıldır, hem film çözümleri hem de film üretiminde kadının temsili, toplumsal cinsiyet ve eşitlik, pozitif ayrımcılık gibi konularda atölye çalışmaları yapan Bağımsız Kadın İnsiyatifi'nin ilk filmi olan Arkadaşımı Merak Ediyorum, Gezi Direnişi’nden sonra İzmir’de tutuklanan kadın direnişçilerle dayanışma amacıyla yürüttükleri kampanyayı anlatıyor.
 
25 Ülkeden 61 Film
Festival kapsamında İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Rampa salonlarında, 25 ülkeden 61 film gösterilecek. Filmler 'Kadınların Sineması', 'Margarethe von Trotta Toplu Gösterimi', 'Nahid Persson Sarvestani Toplu Gösterimi', 'Kendine Ait Bir Cüzdan', 'Cins, Cinsiyet, Cinsiyetler' ve 'Bedenimiz Bizimdir' adında altı ayrı bölümde seyirciyle buluşacak. Festival bu yıl önemli konukları da ağırlayacak. 1975'ten bu bu yana çektiği filmlerde güçlü kadın karakterler yaratan Margarethe von Trotta ile buluşma 17 Mart Salı günü İstanbul Modern'de yapılacak.

Atölye, forum, söyleşi ve diğer etkinlikler
Festivale katılanlar sadece film izlemeyecek aynı zamanda forumlara, söyleşilere, atölyelere de katılabilecek. Bu etkinliklerden biri Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması Forumu. Forum 22 Mart Pazartesi günü, saat 19:00'da, Rampa Tiyatro'da yapılacak.

Festival kapsamında ayrıca Kaleydoskop Atölyesi, Türkiye ve Türkiye dışından direniş deneyimleri filmlere konu olan kadınların katılacağı atölye-söyleşiler gibi çeşitli etkinlikler de gerçekleştirilecek. Festival izleyicileri her yıl olduğu gibi bu yıl da filmlerini izledikleri yönetmenlerle bir araya gelerek söyleşi yapma şansı yakalayacak. Konusu kadın olan ve erkek yönetmenler tarafından yapılan filmlere kadınların bakışını ortaya çıkarmak ve yönetmeniyle tartışmak üzere yapılan Kaleydoskop Atölyesi'ne bu yıl Sesime Gel filmiyle Hüseyin Karabey konuk olacak. 19 Mart'ta, Rampa Tiyatro'da yapılacak atölye 19:00'da başlayacak.

7'inci kez Altın Bamya verilecek
Her yıl olduğu gibi bu yıl da festivalin kapanışı Altın Bamya Ödül Töreni ile son bulacak. Türkiye Sineması'ndaki erkek egemen bakışa, öykü ve görselliğin bu bakışla kurulmasına, kadınların bu bakışla temsil edilmesine bir karşı duruş olarak ortaya çıkan Altın Bamya Ödülleri sinemada cinsiyetçi bakış ve klişelerin sona erdirilmesi, gelecek yıllarda ödül verilecek film bulunamaması dileğiyle dağıtılacak.

7'inci kez düzenlenecek olan törende Türkiye Sineması'nın 100. Yılı dolayısıyla 100 yıla bakılacak. "Altın Bamya bundan 7 yıl önce Türkiye Sineması'ndaki cinsiyetçi kalıplarla mücadele etmenin bir aracı olarak ortaya çıktı. 100 yılı tararken ne kadar yorulduğumuzu, eğlendiğimizi, aynı zamanda ne kadar öfkelendiğimizi tahmin edemezsiniz" diyen Altım Bamya Akademisi'nden Hülya Uğur Tanrıöver kategorileri şöyle açıkladı: "100 Yılın Bamyası Ödülleri'nin bu yılki adayları erkek karakter kategorisinde Tecavüzcü Coşkun, Tarkan ve Recep İvedik, kadın karakter kategorisinde ise Kezban, Afrodit ve Mum Kokulu Kadınlar’daki tüm kadın karaketerler. Bu ödülleri sanatçının kendisine ve oyunculuğuna değil, canlandırdığı karaktere veriyoruz. Bir de ödüle doyamayan yönetmenlerimiz ve senaristlerimiz var. Senaryo dalı adayları Sözde Kızlar, Acı Hayat ve Ah Müjgan Ah, film kategorisi adayları ise Canlı Hedef, Kilink serisi ve Ölünceye Kadar."

Altın Bamya Akademisi'nin bu yıl dağıtacağı Altın Bamya'lar bununla sınırlı kalmayacak. Jüri Özel-Tek Taşlı Bamya Ödülü, Jüri Özel-103,5 / Yüz Üç Buçuk Bamya-Homofobi Ödülü, Jüri Özel-Eşek Arısı-Cinsiyetçi Dil Ödülü de verilecek. Ayrıca Türkiye'de bir dönem erkek kuşakların cinselliğe ve cinsiyete dair hal ve tavırlarına esin kaynağı olan tüm Seks Filmleri ise Jüri Özel-100 Bamya Turşusu Ödülü ile ödüllendirilecek.

13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali
13. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali programına www.filmmor.org adresinden ulaşılabilir.


7. Altın Bamya / 100 Yılın Bamyası Ödülleri kategori ve adayları:
1. Erkek Karakter:
- Tecavüzcü Coşkun
- Tarkan
- Recep İvedik
2. Kadın Karakter:
- Kezban
- Afrodit
- Mum Kokulu Kadınlar’daki tüm kadın karakterler
3. Senaryo:
- Sözde Kızlar
- Acı Hayat
- Ah Müjgan Ah
4. Film:
- Canlı Hedef
- Kilink Serisi
- Ölünceye Kadar
5. Jüri Özel Ödülleri:
- 103,5 / Yüz Üç Buçuk Bamya – Homofobi Ödülü:  Kolpaçino Serisi
- 100 Bamya Turşusu Ödülü :  Tüm Seks Filmleri
- Eşek Arısı – Cinsiyetçi Dil Ödülü : Yusuf Yusuf

Açılış Programı:
Festival Yürüyüşü: 13 Mart Cuma, saat 19:00, Galatasaray Meydanı-Pera Müzesi
Festival Açılışı: 13 Mart Cuma, saat 20:00, Pera Müzesi
Açılış Filmi: 13 Mart Cuma, saat 20:30, Pera Müzesi
Kadınların Sineması, Kadınların Direnişi, Direnişin Sineması Forumu
22 Mart Pazartesi, saat 19:00, Rampa Tiyatro
Kaleydoskop Atölyesi / Sesime Gel filmi ile Hüseyin Karabey
19 Mart Perşembe, saat 19:00, Rampa Tiyatro


Festival Mekanları:
İstanbul: 13-22 Mart / İstanbul Modern, Pera Müzesi, Rampa Tiyatro
Denizli: 28-29 Mart / TMMOB- Makine Mühendisleri Odası
Muğla-Bodrum: 4-5 Nisan / CineMarine Sinemaları
Diyarbakır: 11-12 Nisan / Cegerxwin Gençlik Kültür ve Sanat Merkezi
Adana: 18-19 Nisan / Seyhan Kültür Merkezi
İzmir: 25-26 Nisan / İzmir Fransız Kültür Merkezi

Altın Bamya Akademisi www.altinbamya.org / medya@filmmor.com
Festival web sitesi: www.filmmor.org
Facebook: http://www.facebook.com/Filmmor *
Share/Save/Bookmark

3 Mart 2015 Salı

Sinamatek canlanıyor

Sinematek ya da Fransızca haliyle “cinémathèque”, sinema eserlerinin korunduğu, saklandığı, onarıldığı ve gösterimlerinin yapıldığı merkeze verilen isimdir. Bir sinematekin genellikle bir film arşivini, sinema kütüphanesini, sinema gösterim salonlarını ve bir sinema müzesini içermesi ve gösteriler ve sergiler yoluyla kamunun kullanımına sunması beklenir. Dünyadaki en önemli sinematek, Henri Langlois’nın 1936’da kurmuş olduğu Fransız Cinémathèque’idir. Lumière Enstitüsü, İsviçre Lozan cinémathèque, Londra’daki Britanya Film Enstitüsü, Torino Uluslararası Sinema Enstitüsü, New York’taki George Eastman House ve Moskova Sinematekleri de diğer önemli sinemateklerdir.
Türk Sinematek Derneği ise Onat Kutlar ve arkadaşları tarafından 25 Ağustos 1965 tarihinde kurulmuştur. Düzenlediği açık oturumlar ve  yayınladığı Yeni Sinema dergisi ile sinema üzerine çok önemli tartışmaların merkezinde yer almış, sinema üzerine araştırma yapanlar için kütüphane hizmeti sunmuş ve daha önemlisi 1965-1980 arasında yüzlerce filmin gösterilmesini sağlamıştır.
“sinematek.tv”projesi, 1980 yılında kapanmış olan, ancak Türkiyeli sinemaseverler için hala tarihsel önemini koruyan Sinematek’in dijital ortamda yeniden canlandırılmasını hedeflemektedir. Ancak bu yeniden canlandırma, elbette ki Sinematek’in aynısının dijital ortamda yeniden kurgulanmasını değil, yeni iletişim teknolojilerinin yarattığı olanaklarla onun temelindeki fikrin yeniden canlandırılmasını ifade etmektedir. Sinematek fikrinin içinde yaşadığımız dönem ve iletişim ortamına uygun bir biçimde yeniden vurgulanması, dijital ortamın yaratıcılığı ile bu tarihsel mirasın bir dijital “ortaklık” olarak ilerletilmesi gerektiği düşüncesiyle, Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’nin de düzenleyicisi olan ve sinemayı alternatif ve daha özgürlükçü bir iletişim ortamı yaratmanın önemli bir unsuru olarak kabul eden Alternatif Medya Derneği bu projeyi başlatmıştır. “sinematek.tv” içerisinde dijital sinema kütüphanesi, internetten her an izlenmeye hazır bir film kütüphanesi, Türkiye’de yayınlanmış sinema dergileri arşivi, sinema üzerine yapılmış akademik tez ve makaleler arşivi, film afişleri arşivi ve bu fikrin tarihsel bir miras olarak kuşaklararası aktarımını sağlayacağına inandığımız bir “dijital bellek” arşivi bulunmaktadır. Yani sinematek.tv projesi, 1930’larda Fransa’da Henri Langlois’nın başlattığı, Türkiye’deki Sinematek dostlarının devam ettirdiği, İşçi Filmleri Festivali’nin 2006 yılından itibaren sürdürdüğü bir fikrin paylaşılması ve çoğaltılması çabasıdır: Asıl olan göstermektir… “Benim amacım filmler aracılığı ile duyguların iletildiği bir atmosfer yaratmak. Bizler düşlerin çöpçatanlarıyız.”

*
Share/Save/Bookmark

1 Mart 2015 Pazar

Çal öyleyse davulcu kardeş - Whiplash



Bu yıla bağımsız sulardan gelen Whiplash'ın damgasını vurduğunu söyleyebiliriz. Arada sırada böyle mütevazi bütçeli oyunculuğa ve ya hikayesine sırtını yaslamış filmlerle karşılaşıyoruz. Yıllar önce bunun gibi Little miss Sunshine, Sunshine Cleaning gibi filmler ilk hatırladıklarım. Oyunculukları samimi hikayeleri samimi filmler yüksek bütçeli filmlere kafa tutar hale gelmişti. Bu yıl da Whiplash bunu başardı. Gerçi ilk iki örnek gibi samimi sıcak bir hikayesi yok tam tersine insanı gerim gerim geren bir gerilim başyapıtı olarak duruyor karşımızda. Çok iddialı konuşmayı sevmem ama son yıllarda izlediğim beni en çok geren filmdi. Ve bunu canavarlarla,kapı arkasından fırlayan hortlaklarla ve ya zombi gibi garabetlerle yapmayıp merkezine caz müziği koyarak yapıyor.

Zaten oldum olası merkezine müziği almış filmlere özel bir ilgim vardır.. Bazı filmleri sırf müziği için tekrar tekrar izlemişliğim vardır.Mesela konuyla alakasız ama yakın zamanda buna en güzel örnek Broken Circle Breakdown diyebilirim. ara ara açar hem izlerim hem de dinlerim.
Merkezinde bir caz davulcunun yerleşeceği bir filmin sinema dünyasında bu kadar patırtı kopartacağını tahmin etmezdim doğrusu. Whiplash bunu o kadar güzel yapıyor ki caz müziğin o elit,o insanı uzaklaştıran havasını parçalıyor ve hem izlenilebilir hem dinlenileblir kılıyor.(ki kayıtlara geçsin her ne kadar cazı çok sevsem de maalesef üst sınıfa ait imajını kıramamış hep elit kesimin tekelinde bir müzik olarak algılanmıştır.)



Kısaca filmin hikayesinden bahsetmek gerekirse hayali Schaffer sanat okulunun astığı astık kestiği kestik jazz hocası Terence Fletcher (J.K. Simmons) mükemmeli arayan ve bu arayış içinde herşeyi mübah gören bir hocadır. Genç kahramanımız Andrew(Miles Teller) ise ileride büyük bir jazz davulcusu olma hayalindedir. Günün birinde Andrew, Fletcher'in dikkatini çeker ve okulun en iyi grubu sayılan studio band'e yedek davulcu olarak girer.Ana davulcu olmak isterken önünde sadece mesleki bir test değil, aynı zamanda psikolojik bir sınav da vardır.
Filmin yönetmeni Demien Chazelle'nin Princeton'da kendi yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak yaptığı filmde izleyiciyi başarının ne olduğunu sorarken büyük ve sonsuz  bir dilemma içinde bırakıyor. Başarıya ulaşmada sevgi ve nefretin sonsuz birlikteliğini çok güzel anlatıyor. Mental ve fiziki şiddetin dozunda kullanıldığı zaman insanı canlı ve hayatta tutmasının yanı sıra bir doz aşırıya kaçıldığında da sindirdiği gözlenir. Aslına bakarsanız şiddeti içselleştirme güdüsü insanın hayvani genlerinden gelen evrimleşmemiş tarafından kaynaklanmaktadır. Sonuçta binlerce yıl önce evrimleşmeye başlamış olsa da milyon yıllık dünya tarihinde aslında çok da yeni bir zamanı kapsar. Hal böyle olunca günümüzdeki yaşanılan şiddet olaylarını da göz önünde bulundurursak yeteri kadar insanlaşmadığımız sonucuna varabiliriz.



Yukarıda bahsettiğim sevgi-nefret ilişkisine bir örnek, ortaokuldayken voleybol antremanımıza aynı takımda yakın arkadaşımın eskiden voleybol oynamış babası da gelirdi ve bize yardımcı olurdu. Yavaş yavaş voleybolda temel hareketlerden sonra zor hareketlere geçmiştik.Arkadaşımın babası sürekli oğluna bağırır durur ama bizler yapamadığımız zaman sakince nasıl yapacağımızı gösterirdi. Bir gün arkadaşım dayanamaadı ve niye sürekli bana bağırıyorsun diye çıkıştı. Babasının cevabı aslında bir nevi Fletcher cevabıydı. "sen benim oğlumsun,en iyisini yapmanı istiyorum" Bir de böyle bir yanı vardı Fletcher'ın. Bütün disiplinlerin en temel noktası en iyiye ulaşma yolunda çekilen 'çile'dir ve bunu yolda tek ihtiyaç duyulan 'hırs'tır.Yine spor eksenli yakın zamanda buna benzer bir haber çıkmıştı. Galatasaray basketbol takımının coach'u Ergin Ataman bir sporcusunu tokatlamakla suçlanıyordu.Konunun detayını bilmiyoruz ama basından okuduğum kadarıyla olay performansını beğenmediği genç oyuncusunu eğitme amacıyla bir tokat olduğu şeklindeydi. Büyük olay oldu, bir hoca nasıl oyuncusuna şiddet uygulardı yorumları yapıldı. Manchester United'ın efsane hocası Ferguson'un da yine böyle olayları vardır. Beckham'ın kaşını krampon atarak patlaşmışlığı vardır. Film de insana aslında tam da bu noktada soruyu soruyor. Başarıya ulaşmada şiddet meşrulaşır mı, meşrulaşırsa eğer dozu ne olmalı?



Bu anlayışın uzantısı olarak okulda öğretmenlerin dövmesi akla gelebilir. Organize işlerde Cem yılmaz'ın canlandırdığı Müslüm karakterinin buna uyan güzel bir repliği vardı."Dayak ikiye ayrılır. Öğretici dayak ve sıradan dayak. Çocukken öğretmenlerimizin elimize cetvelle vurması,unutulur mu? diye. Bu şiddet eğitici(?) bir şiddetten öte çaresizlik şiddeti olarak uygulandığından herkesin sinirle ve küfürle andığı mutlaka bir ilkokul öğretmeni vardır. Aslında bu durum öğretmekten çok terbiye etmek amacıyla olurdu.
"Kusur edeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir "diye bu eski bir lafımız vardır. Bu sözu düstur edinip koca eğitim sistemimizin temeli oluşturmuştur Beden terbiyesi kurumu. Genç dimağları sirk hayvanları gibi şiddet kullanarak terbiye ettiler yıllarca. Seksenlerin sonu doksanların başı çocuğu  olarak bunu biraz yaşasam da asıl yaşayanlar 60'lı-70li yıllarda okumuş anne babalarımızdır. Hatta o dönemde çocuğumu az dövüyorsun diye öğretmenlere şikayete giderlermiş veliler. Bu bir şekilde işe yarar gözükebilir çünkü hayvanlar gibi terbiye edildiği zaman insan olumlu sonuçlar verdiği çıkarımı yapılabilir ama içten içe insanın bir köşesinde bu şiddet yer alır ve nesilden nesile aktarılabilir. Günümüzde yaşadığımız bütün herşeyin temelinde, bütün kötülükleri yapanların vakit zamanında anne ve babalarının da terbiye adı altında meşrulaştırılmış şiddete maruz kalmalarını bulabiliriz.Şu günlerde sürekli soruyoruz ya, "Biz nasıl bu hale geldik". Belki de cevabı budur.

Ps: Filmde ayrıca Bosphorus İstanbul Agop zillerini görmek ayrı bir keyif bence. Zilciyanları ve bu topraklardan çıkan zil ustalarının hikayeleri mutlaka okunmalı.

http://www.milliyet.com.tr/-whiplash-le-oscar-da-gundem-2006924/ *
Share/Save/Bookmark