28 Mart 2016 Pazartesi

The Revenant, İntikam: Soğuk Yenen Bir Yemek

Son yıllarda adından sıkça söz ettiren Alejandro González Iñárritu, son filmi The Revenant (2015) ile gündemde. Bu yılki Akademi ödüllerinde en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek-yardımcı erkek dalları dâhil 12 dalda aday olarak yılın favorilerinden olduğunu bir kez daha gösterdi. Yakın zamanda da Oscar’ın habercisi sayılan 73. Altın Küre ödüllerinde en iyi drama filmi, en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu dallarında ödülü evine götürmüştü. Bafta ödüllerinde de aynı şekilde majör dallarda ödülleri süpürdü desek yeridir.
Konusunu gerçek bir hikâyeden alan The Revenant’da Hugh Glass’ın vahşi doğada uğradığı bir ayı saldırısı sonrasındaki yaşam mücadelesinden hareketle intikam teması işlenir. Filmden bahsetmeden önce filmin gerçek kahramanı Hugh Glass’ın hikâyesinden biraz bahsetmek gerek. Daha önce de konuyla ilgili 1971 yapımı Man in the Wilderness filmi çekilmişti. Önceki versiyonu daha çok vahşi doğada hayatta kalma üzerineydi. 1823 yılında South Dakota’nın güneyinde, Hugh Glass’ın da aralarında bulunduğu bir grup avcı ormanda avlanmaktadır. Boz ayı saldırısına uğrayan Glass’ın yaraları öyle ağırdır ki beraberinde gelenler kendisini ölüme terk eder. Yaklaşık 320 kilometrelik yolu sürünerek, kano yapıp nehirden geçerek tamamlar ve kendisini o durumda bırakanlardan intikam almaya çalışır.
The Revenant’da ise konu vahşi doğada yaşam mücadelesine ek olarak biraz daha çeşitlendirilmiş. Kızılderili kabilelerin istilacılarla mücadelesine de yer verilmiş. Dişi bir boz ayı tarafından ölümcül yaralar aldıktan sonra yoldaşlarından John Fitzgerald (Tom Hardy) para için yanında kalmayı kabul eder ama zamanla Kızılderililerin yaklaştığını öne sürerek Glass’ı orada bırakmak ister. Ölümcül yaralarından dolayı Glass da ölmeyi ister ve Fiztgerald tam onu öldürecekken, Glass’ın yarı Kızılderili oğlu buna karşı çıkar. Aralarında geçen boğuşma sonucu Fitzgerald oğlanı öldürür ve kaçar. Bu olay da filmin hikâye örgüsünün kırılma anıdır. Ölümcül yaraları sonucu ölmek isteyen Glass, oğlunun öldürülmesinden sonra intikam ateşi ile yanmaya başlar ve tekrar toparlanmaya çalışır.
Filmde Glass’ın yeniden doğuşuna dair birçok metafor bulmak mümkün. İlk olarak canlı canlı mezara gömülmeye çalışılması ve sonrasında sürünerek oğlunun cesedinin yanına gitmesi intikam duygusuyla dirildiğinin, daha doğrusu tekrar doğduğunun işareti. Yine ilerleyen sahnelerde Kızılderili grubundan kaçmak için girdiği nehirden çıkışı da vaftiz olduğuna dair bir metafor. Ayrıca filmde Kızılderili inanışlarına da bolca gönderme bulmak mümkün. Ancak bunları görebilmek için Kızılderili mistisizmine biraz hâkim olmak gerekiyor. Mesela Kızılderili inancında bir hayvanı öldürdüğünde onun ruhu ve gücü sana geçer. Ayı sahnesini bu anlamda irdelemek daha gerçekçi olacaktır. Dişi ayının çocuklarını korumak adına Glass’a saldırmasıyla, Glass’ın oğlunun intikamını alma çabası arasında paralellik kurulabilir. Tabii Kızılderili inanışında hiçbir canlı durduk yere öldürülmez. Öldürme eylemi, mutlaka yaşamsal bir amaç taşır. Glass’ın, saldırısı sonrası ayı gitmişken onu vurmaya çalışması diğer yandan bu inanışa ters düşüyor. Zira ayı Glass’a savunma amaçlı saldırdığında  Glass’ın ölü taklidi yapması işe yarıyor. Sonrasında Glass’ın ayı gittikten sonra silahla onu öldürmeye çalışması, insanın yaşamsal bir amaç olmadan zevk için anlamsız bir şekilde canlı öldürebilen tek canlı olduğuna bir gönderme. Karaya vuran yavru yunusla fotoğraf çekilen insanların(!) küçücük bir hayvanın ölümüne neden olan bencilliği ve vurdumduymazlığı değil miydi?
Filmin son sahnesinde Fitz’in “Hiçbir şey oğlunu geri getirmeyecek!” lafı aslında intikam duygusunun en yalın hâli. Glass’daki intikam duygusu aslında onu hayata bağlayan yegâne şey. Daha öncesinde ölmeyi isteyecek kadar kötü durumdayken oğlunun öldürülmesi üzerine hayata dört elle tutunmaya çalışması başka türlü açıklanamaz. Glass’ın, kendisini bu duruma sokan ayıyı sırf kendi hayatta kalmak için öldürmesiyle Fitz’in aynı dürtüyle Glass’ın oğlunu öldürüp çekip gitmesi aynı şey. Zira ayının saldırısı, sadece yavrularını koruma güdüsünden ibaret.
Filmin teknik yönlerini irdeleyecek olursak en önemli yanı görüntüleri ve oyunculukları. Görüntü yönetmeni Emmanuel Lubezki’nin yine harika bir iş çıkardığını söylemeden geçmemek gerek. Zaten bilenler bilir, kendisi son iki yılda en iyi görüntü yönetmeni Oscar’ını almıştı. 2013 yılında Alfonso Cuaron’un Gravity‘si ve geçen yıl yine Iñárritu’nun Birdman’i (2014) ile bu ödüle layık görülmüştü. Bu yıl da dalın en güçlü adaylarından ve bence ödülü alarak hat-trick yapacak gibi duruyor. Doğal ışık ile çekilen sahnelerde gerçeğe yakın geniş kadrajlı görüntüler tam anlamıyla görsel bir şölen sunuyor. Bazı sahneler de filmden çok ilerleyen fotoğraf kareleri tadında geçiyor. Yönetmen Iñárritu’nun da yakın plan çekimleri oldukça başarılı. Ekrana sıçrayan kan damlaları olsun, düşen kar taneleri olsun, yakın plan çekimde oyuncuların nefes buğusu olsun bu tür çekim hileleri ile gerçekçi bir hikâye düzlemi yaratılmış.
Leo’nun oyunculuğu anlamında söylenecek bir şey yok. Filmden sonra yapılan bütün yorumlar Oscar’ı Leo’nun alması gerektiği yönünde. Hatta herkesin tek derdi bu olmuş durumda. Yıllardır hakkı olduğu hâlde verilmeyen ödül öncesi “Önceki yıllarda verilmedi, kesin bunda verilmeli.” tartışmalarının böyle yoğun fiziksel oyunculuk gerektiren bir filmdeki başarılı performansının önüne geçmesi, kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. Gerçi herkesin hemfikir olduğu bir konu değil bu. Çoğu eleştirmen Leonardo’nun oyunculuğunun yeterli olmadığını, Tom Hardy’nin daha kayda değer bir performans sergilediğini düşünüyor. Bu yılki Oscar’da en çekişmeli geçecek dallar oyunculuk ödülleri olsa gerek. En iyi erkek oyuncu dalında Eddie Redmayne’ciler bir hayli fazla, onu da söylemeden geçmemek gerek.
Filmin eksik yönleri de yok değil. Sadece intikam temasına saplanıp dönemin gerçeklerine pek de yer vermemesi filmin en eksik yanı. Avrupa’dan gelen sömürgecilerin Kızılderili ırkına yaptığı zulüm namına çok da dişe dokunur eleştiri getirmemesinin, filmin samimiyet eksenini kaydırdığı kesin. Sadece bir iki yerdeki repliklerde geçiyor bu durum. Glass’ın filmin başında oğluna söylediği “Onlara ne söylediğinin önemi yok, onlar sadece yüzünün rengini görüyorlar.” ve Kızılderili kabile şefinin Fransız sömürgeciye “Biz kimsenin malını çalmadık, onlar zaten hep bizimdi.”minvalindeki sözleri her ne kadar vurucu olsa da filmin genelinde çok cılız kalıyor.
Sonuç olarak beğeneni olduğu kadar beğenmeyeni de olan The Revenant, bana kalırsa görsel anlamda Iñárritu sinemasının önde gelen filmlerinden biri. Görsel anlamda güzel olması ve irite edecek kadar gerçeğe yakın bir seyirlik sunmasına rağmen hikâye anlamında -yukarıda da bahsettiğim gibi- basit olması başyapıt olma ihtimalini ortadan kaldırıyor maalesef. En iyi film Oscar’ını alır mı bilinmez ama diğer adaylara nazaran şansının daha yüksek olduğunu da söylemek gerek.
*Yazı 28/02/2016 tarihinde Fil'm Hafızası'nda yayınlanmıştır.
*
Share/Save/Bookmark

27 Mart 2016 Pazar

8.Altın Bamya Ödülleri Belli Oldu


8. Altın Bamya Ödülleri'nde "Mucize" olmadı 

Altın Bamya Film Akademisi Ödülleri bu yıl ilk kez sinemaseverlerin www.altinbamya.org sitesi üzerinden yaptıkları oylama sonucu belirlendi. Altın Bamya Akademisi tarafından 2015 yılı içerisinde vizyona giren yerli yapımlar arasından titizlikle yapılan tarama sonucu belirlenen adaylar (Aşk Nerede?, En Güzeli, Eski Sevgiliyi Unutmanın 10 Yolu, Kendin ol, Kırmızı, Krallar Kulübü) arasında Mucize oylama süresi boyunca ilk sırayı kaptırmadı ve tüm rakiplerine açık ara fark attı. Hayırlara vesile olsun. Takdir büyük yerden, bize ancak anons etmek düşer. 

Özel Ödül Cin-net Bamyası 

Cinler filmlere musallat oldu, cin-sel faaliyetlerin ucu kadınlara da dokundu. Cin fikirlerle bize topluca cinnet geçirtenleri biz de içtenlikle kutluyoruz, kendilerini okuyup üflüyoruz. Özel ödülümüzü Azem 2: Cin Garezi, Azap ve Alkarısı: Cinnet filmlerine takdim ediyoruz. Ve içine cin giren bütün filmlerden cin çıkaracak nefesi kuvvetli bir cinci hocayı sponsor almak için yoğun çabalarımızı sürdürdüğümüzü de müjdeliyoruz. 

Erkan Petekkaya'ya Mansiyon 

İfşalara maruz kalan "mağdur" Erkan Petekkaya'ya geçmiş olsun diyor, erkek karakter mansiyon bamyası ile taçlandırıyoruz. Beyonce ödülünü vermek için bizzat gelmek ve gözlerinin içine bakarak "I can't take no more" şarkısını söylemek istedi ama yaşadığımız elim olaylar nedeniyle ödül törenini iptal ettiğimiz için bir mesaj gönderdi: "DiyIr Erkın, tenk yu veri maç for yor kaynd vörds. Pliiz kam tu heress me venevır yu layk. Jay Z end Julius ar luking forvırd tu yor vizit. Kissis, B" 

Akademi'de Politika Değişikliği 

Altın Bamya Film Akademisi'nin vermekten bıktığı ama yeni Türkiye sinemasının layık olmaktan bıkmadığı ödüllerin, yılın ilk üç ayında Türkiye sinemasının gösterdiği performans göz önüne alınarak, 2016 yılında da verileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Akademi merkezi ve şubelerinde asılı bulunan, kanaviçeye işlenmiş "Bir daha vermemek dileğiyle" sloganları da kaldırıldı.
*
Share/Save/Bookmark

22 Mart 2016 Salı

Sinemanın Kurallarını Yıkmak

*
Share/Save/Bookmark

16 Mart 2016 Çarşamba

Füsun Demirel Yalnız Değildir



*
Share/Save/Bookmark

3 Mart 2016 Perşembe

Jean Renoir'den şiirsel gerçekçilik yapıtı; Le Fleuve

Le Fleuve (Jean Renoir, 1951)
“Nehir akıyor, yuvarlak dünya dönüyor…Şafak ve lamba ışığı, gece yarısı ve öğleGüneş, günü takip ediyor ,gece, yıldızları ve Ay’ıGün, sona erer… Son başlar…”
Renoir’ın 1951 yapımı filmi Le Fleuve, bu şairane sözlerle biter. Şiirsel Gerçekçilik’in tüm unsurlarını barındıran Le Fleuve’da, Bengal’deki iki Amerikalı ailenin hayatları, savaş sonrası Amerika’dan gelen Yüzbaşı John’un gelmesiyle değişir. Ailelerin yetişkinliğe ilk adımlarını atan kızları Harriet, Melanie ve Valerie’nin ilk aşklarını yaşayış biçimleri ve akıp giden hayatın yenilenişi anlatılır.  Aşk duygusunu ilk kez tatmaya başlayan bu üç kız kendi benliklerini, John üzerinden anlamlandırmaya çalışırlar. Savaşta bir ayağını kaybeden Yüzbaşı John’un bu gizemli kişiliği kızların dikkatini daha çok çeker ve kendilerini ona sevdirmeye çalışırlar.
“Nehir” aforizması felsefe ve din alanında oldukça önemli bir yere sahiptir. Antik Yunan filozoflarından Herakleitos’un, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.” sözü ile diyalektiğin temelleri atılmış ve değişimin sürekliliğini ilk kez ortaya koyulmuştu. Herakleitos’a göre hayat bir devinim içindedir ve hiçbir şey durduğu gibi durmaz, sürekli değişim hâlindedir. Renoir  da hikâyesini, bu bağlamda dünyadaki en kutsal yerlerden Hindistan’daki Ganj nehri ekseninde kurarak, hayatın devinimine atıfta bulunmuştur. Doğumla ölümün, aşkı bulmakla kaybetmenin tezatlığı, karakterlerindeki çaresizlik ve umutsuzluk, Şiirsel Gerçekçilik’in en önemli özellikleri olarak karşımıza çıkar. Filmde Amerikalı ailelerin refah seviyesinin yüksek olmasına rağmen, Hindistan’ın kendine has yoksulluğu, ailenin tüm bireylerinde bir umutsuzluk paraleli yaratır. Renoir’ın yaşlılık dönemi eserlerinden, ilk renkli filmi olan Le Fleuve, zengin görselliği ve şairene senaryosuyla, Şiirsel Gerçekçilik  ve Renoir filmografisi içinde sağlam bir yer teşkil eder.
*Film Hafızası'nda yayınlanmıştır.
*
Share/Save/Bookmark

2 Mart 2016 Çarşamba

48. Siyad Ödülleri Sahiplerini Buldu

Sinema Yazarları Derneği 48. defa yılın en iyilerini seçti. Televizyon kanallarının yayınlamadığı ödül gecesine en iyi film, en iyi senaryo, en iyi yönetmen dahil büyük ödüllerde Emin Alper'in Abluka'sı damga vurdu.
  • EN İYİ FİLM: Abluka
  • EN İYİ YÖNETİM: Emin Alper (Abluka)
  • EN İYİ SENARYO: Emin Alper (Abluka)
  • EN İYİ KADIN OYUNCU :Esme Madra (Nefesim Kesilene Kadar)
  • EN İYİ ERKEK OYUNCU : Nadir Sarıbacak (Sarmaşık)
  • EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU :Şebnem Hassanisoughi (Bulantı)
  • EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU :Özgür Emre Yıldırım (Sarmaşık)
  • EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETİMİ: Andreas Sinanos (Rüzgarın Hatıraları)
  • EN İYİ MÜZİK: Acarkan Özkan, Uran Apak, Erhan Seyran (Çekmeköy Underground)
  • EN İYİ KURGU: Osman Bayraktaroğlu (Abluka)
  • EN İYİ SANAT YÖNETİMİ: Hüseyin Binay, Aslıhan Tiryaki (Çekmeceler)
  • EN İYİ BELGESEL: Hasret (Ben Hopkins)
  • EN İYİ KISA FİLM: Salı (Ziya Demirel)
  • UMUT ÖDÜLÜ- AHMET ULUÇAY EN İYİ İLK FİLM ÖDÜLÜ: Nefesim Kesilene Kadar

*
Share/Save/Bookmark

Marc Allégret'ten şiirsel gerçekçi bir yapıt; Futures Vedettes

Futures Vedettes (Marc Allégret,1955)
Marc Allégret’in 1955 yapımı, Brigitte Bardot’un ilk dönem filmlerinden Futures Vedettes, konservatuarın çapkın öğretmeni Eric Walter’ın (Jean Marais) genç öğrencilerini aşkla ve hayal kırıklığıyla eğitmesini konu alıyor. Brigitte Bardot, Fransa’nın en ikonik karakterlerinin başında gelir. 50’li yıllarda başlayan sanat yaşamı ile özgür Fransız kadınını temsil ederek, kadın bağımsızlığının ve cinsel özgürlüğün simgesi olmuştur. Futures Vedettes’de Sophie Dimater (Brigitte Bardot) öğretmeni Eric Walter ile gönül ilişkisi yaşar. Walter’ın eski eşiyle tekrar birlikte olmasıyla Sophie’nin aşk acısını sanatına yansıtması, sanat eğitiminde ne kadar ileri gidilebileceğinin ilk örneklerinden birini oluşturur. Şiirsel Gerçekçilik’in en belirgin özelliği, karakterlerinin umutsuz, melankolik, intihara meyilli olmasıdır ve bu karakterler Futures Vedettes’de çokça karşımıza çıkar. Eric Walter’ın bir diğer aşk yaşadığı öğrencisi Elis Petersen (Isabelle Pia) da annesinin ölümü sonrası kendisini Walter’ın kollarında teselli ararken bulur. Beklediği aşkı bulamayınca da intihara kalkışır ama piyano öğretmeni Clement (Yves Rovert) sayesinde bu düşüncesinden vazgeçer. İki kalbi kırık kızın son sahnede tüm yaşananları “Bütün bunları bir rüyaymış gibi kabul edelim.” diyerek kendilerini teselli etmesini, Şiirsel Gerçekçilik’e yaraşır şairane bir son olarak düşünebiliriz. 
*Film Hafızası'nda yayınlanmıştır.

*
Share/Save/Bookmark

And the oscar goes to Spotlight


Bu yıl 88.'si verilen Oscar ödül töreni diğer yıllara nazara daha az sürprizsiz geçti. Adaylar açıklandığında siyahi oyuncuların azlığı dolayısıyla tartışmalar başlamış, çoğu sanatçı bu yılki oscarları protesto edeceklerini söylemişlerdi.

Sunucu olarak seçilen Chris Rock'un ise nasıl davranacağı merak konusuydu. Törenin hemen başında gerçekleştirdiği monologa direk "siyah" muhabbeti üzerinden girmesiyle törenin devamında da aynı şekilde devam edeceği belli oldu. Yer yer bu muhabbetin sıktığını da söylemek gerek. "Daha önceden de siyahi aktörler göz ardı ediliyordu, o zamanlar böyle tepki olmuyordu, çünkü o zamanlar daha ciddi sorunlarımız vardı." sözleri ilk başta dikkat çekti. Zira halen Afro-Amerikalı kesim sırf renklerinden dolayı polis tarafından öldürüyor. En son Ferguson'da  yaşanan olay ülke çağında geniş protestolara neden olmuştu. Gerçi Chris Rock da sonrasında bundan bahsederek ilk söylediklerini temize çekmiş oldu.

Ödül töreninin önceki yılların aksine oldukça sönük geçtiğini söyleyebiliriz. Müzikal tadında ödül aralarında yapılan şovlar bir nebze daha iyi oluyordu. Geçtiğimiz yıl içerisinde kaybedilenlere ithaf edilen In Memoriam bölümünde Dave Grohl'un performansı gecenin en güzel performansıydı. Diğer bir performans sunan Lady Gaga'yı Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın anonslaması hayli ilginçti. Esas Joe Biden'ın kendisini ayakta alkışlayanlara "zahmet etmeyin, aranızda en az kalifiyeli adam benim"demesi daha da ilginçti. Ya da normali buydu, bize çok uzak geliyor sanırsam böyle bir siyasetçinin tevazusu.

Ödüllere gelecek olursak, teknik dallarda Mad Max: Fury Road'un üstünlüğü ile geçti. En iyi kurgu, prodüksiyon tasarım, yapım tasarım, kostüm tasarım, ses kurgusu, ses miksajı, saç ve makyaj dallarında ödüle sahip oldu. En iyi yabancı dilde film ödülünde herkesin çoğunlukla tahmini Macar filmi Son of Saul'du. Küçük bir ihtimal de Mustang ön plana çıkıyordu ama ödülü Son of Saul kucakladı.

En iyi animasyon dalı gecenin en kesin dallarından biriydi. Inside Out beklentileri boşa çıkarmadı ve ödüle sahip oldu. Görsel efekt dalında Ex Machina'nın seçilmesi diğer adaylara nazaran biraz sürpriz içeriyordu ama bu demek olmasın Ex Machina efekt anlamında oldukça başarılı bir filmdi ve dalın güçlü adaylarından biriydi.

En iyi belgesel dalında Amy ve The Look of Silence arasında geçeceği düşünülüyordu. Yılın gerçekten en iyi iki belgeseliydi. Hangisi alsa diğerine yazık olacağı kesindi. Amy'nin seçilmesi belki konu olarak ele aldığı bir pop figürünün etkisiyle olmuş olabilir.Her iki filmin gişedeki durumları da buna örnek olabilir. Zira Amy, İngiltere'de ilk haftasında en çok hasılat yapan belgesel ünvanına sahip oldu.

En iyi görüntü yönetmeni dalında Emmanuel Lubezki kırılması güç bir rekor kırarak üç sene üst üste bu ödülü kazandı. Ödül tarihinde belki teknik dallarda bu rekor gerçekleşmiş olabilir ama böyle majör bir dalda bunu gerçekleştirmek hayli etkileyici. Ama Lubezki'nin ödülü aldığı Gravity, Birdman ve The Revenant'taki kareler hakikaten sanat eseri kıvamında ve aldığı ödülü sonuna kadar hakettiği kesin.



En İyi̇ Fi̇lm

Spotlight
En İyi̇ Yönetmen Alejandro G Inarritu
En İyi̇ Erkek Oyuncu Leonardo Dicaprio
En İyi̇ Kadin Oyuncu Brie Larson
En İyi̇ Özgün Senaryo Spotlight
En İyi̇ Uyarlama Senaryo The Big Short
En İyi̇ Yardimci Erkek Oyuncu Mark Rylance
En İyi̇ Yardimci Kadin Oyuncu Alicia Vikander
En İyi̇ Kurgu Mad Max:Fury Road
En İyi̇ Görüntü Yönetmeni̇ The Revenant
En İyi̇ Prodüksi̇yon Tasarimi Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Kostüm Tasarimi Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Özgün Müzi̇k The Hateful Eight
En İyi̇ Özgün Şarki Spectre
En İyi̇ Makyaj & Saç Tasarimi Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Ses Kurgusu Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Ses Mi̇ksaji Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Görsel Efekt Ex Machina
En İyi̇ Belgesel Amy
En İyi̇ Ani̇masyon Inside Out
Yabanci Di̇lde En İyi̇ Fi̇lm Son of Saul
*
Share/Save/Bookmark

1 Mart 2016 Salı

2015'de İzlediğim En İyi Filmler

Amy – Asif Kapadia
Amy belgeseli, yılın diğer sağlam filmleri arasından sıyrılarak, benim nazarımda yılın en iyisi olma şerefine nail oluyor. Neden mi? Çünkü; için de gerçek müzik var, gerçek hüzün var, gerçek neşe var. Ölüm var, ayrılık var. Yani ne ararsan her şeyin gerçeği var. Hayatının ve sanatının baharında bu dünyayı terk-i diyar eyleyen, 27’ler kulübünün son üyesi Amy Winehouse için yapılmış Amy, belgesel sinema sektörü anlamında da kalıpları yıktığı için ayrı bir takdiri hak ediyor. 
(Bana göre) Yılın En İyi 10 Filmi
  1. Amy
  2. Mistress America
  3. Youth
  4. Birdman
  5. Une Nouvelle Amie
  6. Mad Max: Fury Road
  7. Southpaw
  8. Cobain: Montage of heck
  9. Life Itself
  10. The Look of Silence
*Fil'm Hafızası'nda yayınlanmıştır.
*
Share/Save/Bookmark

SaturDox 2016'nın konuğu Suriye

SaturDox Belgesel Buluşmaları 7. yılında programını Suriye’ye ayırıyor. Yanı başımızda giderek şiddetlenen savaş diplomasisinin iyice görünmez kıldığı, bombaların, kurşunların, füzelerin altında ayakta kalmaya çalışan veya kelle koltukta sınırları aşarak çocuklarına yeni bir hayat arayan Suriyeliler, altı hafta boyunca gerek filmler gerekse söyleşiler aracılığıyla kendilerini anlatacak.

Gösterim ve söyleşilerde sadece beş yıldır aralıksız devam eden savaşın dehşetine değil, Suriyelilerin kendi kültür ve tarihine de kulak verme fırsatı bulacağız. Türkiye’de birçok kentte aynı mahalle ve sokakları paylaştığımız Suriyeli “misafirlerin” yaşadıkları ve hissettikleri belki biz Türkiye vatandaşlarına da ayna tutacak.

Öte yandan seçkideki filmler, trajik bir tarihsel dönemi henüz “yazılmakta” iken belgelemenin, bu işin de özellikle içeriden bir bakışla yapılmasının önemini gösteriyor. Türkiye’deki belgeselcilerin de ülkedeki mülteciler olgusuyla birlikte yaşanan toplumsal dönüşüm hakkında daha fazla belgesel yapmasını dileyelim.
Hamiş Suriye Kültür Evi işbirliğiyle DEPO’da gerçekleşecek etkinliklerde, daha önce Documentarist programında yer alan Suriye filmlerinden oluşturulan altı gösterim yapılacak.

Program şu şekilde;

5 Mart 2016 Cumartesi, 19:00
Hayat, Aşk, Ölüm ve Bazen Devrim Üzerine Gerçek Hikâyeler (True Stories of Life, Love, Death and Sometimes Revolution)

Yön: Nidal Hassan-Lilibeth Cuenca, Suriye-Danimarka, 2012, 64’
Söyleşi: Suriye Devrimi Nasıl Başladı - Devrimin Toplumsal ve Siyasi Arka Planı
Yassin al Haj Saleh (Suriyeli yazar, eski siyasi tutuklu)
Karam Nachar (Suriyeli tarihçi, “al Jumhurriya” editörü)
Danimarkalı sanatçı Lilibeth Rasmussen ve arkadaşı Nidal Hassan, Rasmussen’in Şam’a geldiği 16 Mart 2011’den bir gün sonra Suriye ayaklanmasının başlayacağını tahmin bile edemezlerdi. Farklı kültürlerden gelen bu iki yönetmen, bu tarihi takip eden aylar boyunca, devrim günlerinde geçen aşk, yaşam ve ölüm öykülerini anlatmaya çalışıyorlar.
**
19 Mart 2016 Cumartesi, 19:00
Suriye: Yazılmakta Olan Tarihten Enstantaneler
(Syria: Snapshots of History in the Making)

Yön: Abou Naddara Collective, Suriye, 2013, 53'
Söyleşi: Suriye’nin Diğer Savaşçıları - Devrime ve Savaşa İçeriden Bakan Medya Aktivistleri
Tareq Sham (medya aktivisti, Rakkalı eski siyasi tutuklu)
Şam’da yolunu bulmaya çalışan bir şoför, mutlu, ama kendi kendine ihanet eden bir müftü, silahlarıyla dans eden askerler, babası için yas tutabilmeyi dileyen bir adam, muharebe pantolonu giymiş sakallı bir adamın önünde kahkahalarla gülen bir kadın, gözleri dehşetle gölgelenmiş çocuklar. Tüm bunlar, anaakım medyada “Kötülükler Diyarı” olarak sunulan Suriye imajlarına karşıt olarak bir belgeselcinin çektiği görüntüler. Hepsi de kolektif tarih için bir kayıt oluşturuyor.
**
2 Nisan 2016 Cumartesi, 19:00
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler üzerine kısa filmler
Welcome To Turkey
Yön: Özlem Sarıyıldız, 15’
Orman
Yön: Onur Saylak, 14’
Assos Göçmenler
Yön: İmre Azem, 7’
Türkiye'de Mülteci Olmak
Yön: Fatih Pınar, 9’
Söyleşi: Anlatılmamış Hikâyeleriyle Suriyeliler
Yönetmenlerin katılımıyla
Türkiye beş yıldır en çok Suriyeli göçmen alan ülke olduğu halde, geri dönme umudu giderek azalan ve burada yeni bir hayat kurmaya çalışan Suriyeliler hakkında şu ana kadar kısa tanıklıklar dışında belgesel niteliğinde çok şey yapıldığı söylenemez. Bu etkinlikte, konu hakkında yapılan kısa videolardan bir seçki eşliğinde bu eksikliğin nedenlerini, ileride neler yapılabileceğini tartışmak istiyoruz.
**
16 Nisan 2016 Cumartesi, 19:00
Ev (Home)

Yön. Rafat Alzakout, Suriye, 2015, 70’
Söyleşi: Devrim ve Savaş Suriyesi’nde Yaşamak
Marcell Shehwaro (Suriyeli aktivist)
Filmin yönetmeni Rafat, Suriye’de yaşanan karmaşanın içinde sanat ve tiyatroya olan tutkunun birleştirdiği insanlarla birlikte, onların sanatla uğraştıkları ve “Ev” adını verdikleri kurtarılmış bölgeye giriyor. “Ev”de balet Ahmed, asker Muhammed ve eskiden sanat öğretmeni olan Taj Rafat’la umutlarını ve ülkelerinin geleceğine dair hayallerini paylaşıyorlar. Ancak bu hayaller, rejimin rastgele bombardımanı ve IŞİD’in yükselişinin gölgesinde parçalanıp yok olacaktır.
**
30 Nisan 2016 Cumartesi, 19:00
#73
Yön. Rekesh Shehbaz, Irak (Kürdistan Bölgesel Yönetimi), 2015, 24’
Nûjîn (Yeni Yaşam)
Yön. Veysi Altay, Türkiye, 2015, 44’
Söyleşi: Kobane Direnişi
Veysi Altay (belgesel yönetmeni, fotoğrafçı)
#73: Yol, soykırım, toplu katliam ve köleleştirme taşları ile döşeli. Suriye ve Irak’ta konuşlanan IŞİD, Kürdistan’da azınlık olan sayısız Ezidi aileyi tarumar etti. Film, ilk göç dalgasında geride kalan yaşlı akrabalarını kurtarmak için işgal edilen şehrine geri dönen bir adamı anlatıyor.
Nû Jin: “Kadın yaşamdır. Yaşam direniştir. Direniş de Kobanê’dir” sloganıyla Kobanê’de IŞİD’e karşı YPJ saflarına katılan Elif Kobanê (18) adlı savaşçının bir günlük yaşamını konu alıyor. ‘‘Nû Jin’’ ayrıca IŞİD’in 15 Eylül’de Kobanê’ye saldırısına ve YPG, YPJ’nin bu saldırıya karşı beş aylık direnişine bir kadın savaşçının yaşamı üzerinden ayna tutmaya çalışıyor.
 **
14 Mayıs 2016 Cumartesi, 17:30
Suriyeli Kadınlar (Queens of Syria)

Yön. Yasmin Fedda, Suriye, 2014, 70’
Söyleşi: Mülteci Olma Halleri ve Sanatın İyileştirici İşlevi
Gulnar Hajo (çocuk kitapları yazarı, Pages Kitapevi sahibi)
Samer al Kadri (Pages Kitabevi sahibi)
Film, Ürdün’e sürgün edilmiş 50 Suriyeli kadının 2013 yılının Ağustos ayında biraraya gelip, savaş zamanı kadınların mağduriyetini anlatan Antik Yunan trajedisi “Truvalı Kadınlar”ın kendi versiyonlarını oynamalarını anlatır. Kadınlar Truva Savaşının köksüzleştirdiği, köleleştirdiği ve her şeyden mahrum bırakılan kraliçe, prenses ve kendileri gibi sıradan kadınların hikâyelerinde kendi savaş deneyimlerinin canlı bir yansımasını görürler.

*
Share/Save/Bookmark