2 Mart 2016 Çarşamba

Marc Allégret'ten şiirsel gerçekçi bir yapıt; Futures Vedettes

Futures Vedettes (Marc Allégret,1955)
Marc Allégret’in 1955 yapımı, Brigitte Bardot’un ilk dönem filmlerinden Futures Vedettes, konservatuarın çapkın öğretmeni Eric Walter’ın (Jean Marais) genç öğrencilerini aşkla ve hayal kırıklığıyla eğitmesini konu alıyor. Brigitte Bardot, Fransa’nın en ikonik karakterlerinin başında gelir. 50’li yıllarda başlayan sanat yaşamı ile özgür Fransız kadınını temsil ederek, kadın bağımsızlığının ve cinsel özgürlüğün simgesi olmuştur. Futures Vedettes’de Sophie Dimater (Brigitte Bardot) öğretmeni Eric Walter ile gönül ilişkisi yaşar. Walter’ın eski eşiyle tekrar birlikte olmasıyla Sophie’nin aşk acısını sanatına yansıtması, sanat eğitiminde ne kadar ileri gidilebileceğinin ilk örneklerinden birini oluşturur. Şiirsel Gerçekçilik’in en belirgin özelliği, karakterlerinin umutsuz, melankolik, intihara meyilli olmasıdır ve bu karakterler Futures Vedettes’de çokça karşımıza çıkar. Eric Walter’ın bir diğer aşk yaşadığı öğrencisi Elis Petersen (Isabelle Pia) da annesinin ölümü sonrası kendisini Walter’ın kollarında teselli ararken bulur. Beklediği aşkı bulamayınca da intihara kalkışır ama piyano öğretmeni Clement (Yves Rovert) sayesinde bu düşüncesinden vazgeçer. İki kalbi kırık kızın son sahnede tüm yaşananları “Bütün bunları bir rüyaymış gibi kabul edelim.” diyerek kendilerini teselli etmesini, Şiirsel Gerçekçilik’e yaraşır şairane bir son olarak düşünebiliriz. 
*Film Hafızası'nda yayınlanmıştır.

*
Share/Save/Bookmark

And the oscar goes to Spotlight


Bu yıl 88.'si verilen Oscar ödül töreni diğer yıllara nazara daha az sürprizsiz geçti. Adaylar açıklandığında siyahi oyuncuların azlığı dolayısıyla tartışmalar başlamış, çoğu sanatçı bu yılki oscarları protesto edeceklerini söylemişlerdi.

Sunucu olarak seçilen Chris Rock'un ise nasıl davranacağı merak konusuydu. Törenin hemen başında gerçekleştirdiği monologa direk "siyah" muhabbeti üzerinden girmesiyle törenin devamında da aynı şekilde devam edeceği belli oldu. Yer yer bu muhabbetin sıktığını da söylemek gerek. "Daha önceden de siyahi aktörler göz ardı ediliyordu, o zamanlar böyle tepki olmuyordu, çünkü o zamanlar daha ciddi sorunlarımız vardı." sözleri ilk başta dikkat çekti. Zira halen Afro-Amerikalı kesim sırf renklerinden dolayı polis tarafından öldürüyor. En son Ferguson'da  yaşanan olay ülke çağında geniş protestolara neden olmuştu. Gerçi Chris Rock da sonrasında bundan bahsederek ilk söylediklerini temize çekmiş oldu.

Ödül töreninin önceki yılların aksine oldukça sönük geçtiğini söyleyebiliriz. Müzikal tadında ödül aralarında yapılan şovlar bir nebze daha iyi oluyordu. Geçtiğimiz yıl içerisinde kaybedilenlere ithaf edilen In Memoriam bölümünde Dave Grohl'un performansı gecenin en güzel performansıydı. Diğer bir performans sunan Lady Gaga'yı Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın anonslaması hayli ilginçti. Esas Joe Biden'ın kendisini ayakta alkışlayanlara "zahmet etmeyin, aranızda en az kalifiyeli adam benim"demesi daha da ilginçti. Ya da normali buydu, bize çok uzak geliyor sanırsam böyle bir siyasetçinin tevazusu.

Ödüllere gelecek olursak, teknik dallarda Mad Max: Fury Road'un üstünlüğü ile geçti. En iyi kurgu, prodüksiyon tasarım, yapım tasarım, kostüm tasarım, ses kurgusu, ses miksajı, saç ve makyaj dallarında ödüle sahip oldu. En iyi yabancı dilde film ödülünde herkesin çoğunlukla tahmini Macar filmi Son of Saul'du. Küçük bir ihtimal de Mustang ön plana çıkıyordu ama ödülü Son of Saul kucakladı.

En iyi animasyon dalı gecenin en kesin dallarından biriydi. Inside Out beklentileri boşa çıkarmadı ve ödüle sahip oldu. Görsel efekt dalında Ex Machina'nın seçilmesi diğer adaylara nazaran biraz sürpriz içeriyordu ama bu demek olmasın Ex Machina efekt anlamında oldukça başarılı bir filmdi ve dalın güçlü adaylarından biriydi.

En iyi belgesel dalında Amy ve The Look of Silence arasında geçeceği düşünülüyordu. Yılın gerçekten en iyi iki belgeseliydi. Hangisi alsa diğerine yazık olacağı kesindi. Amy'nin seçilmesi belki konu olarak ele aldığı bir pop figürünün etkisiyle olmuş olabilir.Her iki filmin gişedeki durumları da buna örnek olabilir. Zira Amy, İngiltere'de ilk haftasında en çok hasılat yapan belgesel ünvanına sahip oldu.

En iyi görüntü yönetmeni dalında Emmanuel Lubezki kırılması güç bir rekor kırarak üç sene üst üste bu ödülü kazandı. Ödül tarihinde belki teknik dallarda bu rekor gerçekleşmiş olabilir ama böyle majör bir dalda bunu gerçekleştirmek hayli etkileyici. Ama Lubezki'nin ödülü aldığı Gravity, Birdman ve The Revenant'taki kareler hakikaten sanat eseri kıvamında ve aldığı ödülü sonuna kadar hakettiği kesin.



En İyi̇ Fi̇lm

Spotlight
En İyi̇ Yönetmen Alejandro G Inarritu
En İyi̇ Erkek Oyuncu Leonardo Dicaprio
En İyi̇ Kadin Oyuncu Brie Larson
En İyi̇ Özgün Senaryo Spotlight
En İyi̇ Uyarlama Senaryo The Big Short
En İyi̇ Yardimci Erkek Oyuncu Mark Rylance
En İyi̇ Yardimci Kadin Oyuncu Alicia Vikander
En İyi̇ Kurgu Mad Max:Fury Road
En İyi̇ Görüntü Yönetmeni̇ The Revenant
En İyi̇ Prodüksi̇yon Tasarimi Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Kostüm Tasarimi Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Özgün Müzi̇k The Hateful Eight
En İyi̇ Özgün Şarki Spectre
En İyi̇ Makyaj & Saç Tasarimi Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Ses Kurgusu Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Ses Mi̇ksaji Mad Max: Fury Road
En İyi̇ Görsel Efekt Ex Machina
En İyi̇ Belgesel Amy
En İyi̇ Ani̇masyon Inside Out
Yabanci Di̇lde En İyi̇ Fi̇lm Son of Saul
*
Share/Save/Bookmark

1 Mart 2016 Salı

2015'de İzlediğim En İyi Filmler

Amy – Asif Kapadia
Amy belgeseli, yılın diğer sağlam filmleri arasından sıyrılarak, benim nazarımda yılın en iyisi olma şerefine nail oluyor. Neden mi? Çünkü; için de gerçek müzik var, gerçek hüzün var, gerçek neşe var. Ölüm var, ayrılık var. Yani ne ararsan her şeyin gerçeği var. Hayatının ve sanatının baharında bu dünyayı terk-i diyar eyleyen, 27’ler kulübünün son üyesi Amy Winehouse için yapılmış Amy, belgesel sinema sektörü anlamında da kalıpları yıktığı için ayrı bir takdiri hak ediyor. 
(Bana göre) Yılın En İyi 10 Filmi
  1. Amy
  2. Mistress America
  3. Youth
  4. Birdman
  5. Une Nouvelle Amie
  6. Mad Max: Fury Road
  7. Southpaw
  8. Cobain: Montage of heck
  9. Life Itself
  10. The Look of Silence
*Fil'm Hafızası'nda yayınlanmıştır.
*
Share/Save/Bookmark

SaturDox 2016'nın konuğu Suriye

SaturDox Belgesel Buluşmaları 7. yılında programını Suriye’ye ayırıyor. Yanı başımızda giderek şiddetlenen savaş diplomasisinin iyice görünmez kıldığı, bombaların, kurşunların, füzelerin altında ayakta kalmaya çalışan veya kelle koltukta sınırları aşarak çocuklarına yeni bir hayat arayan Suriyeliler, altı hafta boyunca gerek filmler gerekse söyleşiler aracılığıyla kendilerini anlatacak.

Gösterim ve söyleşilerde sadece beş yıldır aralıksız devam eden savaşın dehşetine değil, Suriyelilerin kendi kültür ve tarihine de kulak verme fırsatı bulacağız. Türkiye’de birçok kentte aynı mahalle ve sokakları paylaştığımız Suriyeli “misafirlerin” yaşadıkları ve hissettikleri belki biz Türkiye vatandaşlarına da ayna tutacak.

Öte yandan seçkideki filmler, trajik bir tarihsel dönemi henüz “yazılmakta” iken belgelemenin, bu işin de özellikle içeriden bir bakışla yapılmasının önemini gösteriyor. Türkiye’deki belgeselcilerin de ülkedeki mülteciler olgusuyla birlikte yaşanan toplumsal dönüşüm hakkında daha fazla belgesel yapmasını dileyelim.
Hamiş Suriye Kültür Evi işbirliğiyle DEPO’da gerçekleşecek etkinliklerde, daha önce Documentarist programında yer alan Suriye filmlerinden oluşturulan altı gösterim yapılacak.

Program şu şekilde;

5 Mart 2016 Cumartesi, 19:00
Hayat, Aşk, Ölüm ve Bazen Devrim Üzerine Gerçek Hikâyeler (True Stories of Life, Love, Death and Sometimes Revolution)

Yön: Nidal Hassan-Lilibeth Cuenca, Suriye-Danimarka, 2012, 64’
Söyleşi: Suriye Devrimi Nasıl Başladı - Devrimin Toplumsal ve Siyasi Arka Planı
Yassin al Haj Saleh (Suriyeli yazar, eski siyasi tutuklu)
Karam Nachar (Suriyeli tarihçi, “al Jumhurriya” editörü)
Danimarkalı sanatçı Lilibeth Rasmussen ve arkadaşı Nidal Hassan, Rasmussen’in Şam’a geldiği 16 Mart 2011’den bir gün sonra Suriye ayaklanmasının başlayacağını tahmin bile edemezlerdi. Farklı kültürlerden gelen bu iki yönetmen, bu tarihi takip eden aylar boyunca, devrim günlerinde geçen aşk, yaşam ve ölüm öykülerini anlatmaya çalışıyorlar.
**
19 Mart 2016 Cumartesi, 19:00
Suriye: Yazılmakta Olan Tarihten Enstantaneler
(Syria: Snapshots of History in the Making)

Yön: Abou Naddara Collective, Suriye, 2013, 53'
Söyleşi: Suriye’nin Diğer Savaşçıları - Devrime ve Savaşa İçeriden Bakan Medya Aktivistleri
Tareq Sham (medya aktivisti, Rakkalı eski siyasi tutuklu)
Şam’da yolunu bulmaya çalışan bir şoför, mutlu, ama kendi kendine ihanet eden bir müftü, silahlarıyla dans eden askerler, babası için yas tutabilmeyi dileyen bir adam, muharebe pantolonu giymiş sakallı bir adamın önünde kahkahalarla gülen bir kadın, gözleri dehşetle gölgelenmiş çocuklar. Tüm bunlar, anaakım medyada “Kötülükler Diyarı” olarak sunulan Suriye imajlarına karşıt olarak bir belgeselcinin çektiği görüntüler. Hepsi de kolektif tarih için bir kayıt oluşturuyor.
**
2 Nisan 2016 Cumartesi, 19:00
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler üzerine kısa filmler
Welcome To Turkey
Yön: Özlem Sarıyıldız, 15’
Orman
Yön: Onur Saylak, 14’
Assos Göçmenler
Yön: İmre Azem, 7’
Türkiye'de Mülteci Olmak
Yön: Fatih Pınar, 9’
Söyleşi: Anlatılmamış Hikâyeleriyle Suriyeliler
Yönetmenlerin katılımıyla
Türkiye beş yıldır en çok Suriyeli göçmen alan ülke olduğu halde, geri dönme umudu giderek azalan ve burada yeni bir hayat kurmaya çalışan Suriyeliler hakkında şu ana kadar kısa tanıklıklar dışında belgesel niteliğinde çok şey yapıldığı söylenemez. Bu etkinlikte, konu hakkında yapılan kısa videolardan bir seçki eşliğinde bu eksikliğin nedenlerini, ileride neler yapılabileceğini tartışmak istiyoruz.
**
16 Nisan 2016 Cumartesi, 19:00
Ev (Home)

Yön. Rafat Alzakout, Suriye, 2015, 70’
Söyleşi: Devrim ve Savaş Suriyesi’nde Yaşamak
Marcell Shehwaro (Suriyeli aktivist)
Filmin yönetmeni Rafat, Suriye’de yaşanan karmaşanın içinde sanat ve tiyatroya olan tutkunun birleştirdiği insanlarla birlikte, onların sanatla uğraştıkları ve “Ev” adını verdikleri kurtarılmış bölgeye giriyor. “Ev”de balet Ahmed, asker Muhammed ve eskiden sanat öğretmeni olan Taj Rafat’la umutlarını ve ülkelerinin geleceğine dair hayallerini paylaşıyorlar. Ancak bu hayaller, rejimin rastgele bombardımanı ve IŞİD’in yükselişinin gölgesinde parçalanıp yok olacaktır.
**
30 Nisan 2016 Cumartesi, 19:00
#73
Yön. Rekesh Shehbaz, Irak (Kürdistan Bölgesel Yönetimi), 2015, 24’
Nûjîn (Yeni Yaşam)
Yön. Veysi Altay, Türkiye, 2015, 44’
Söyleşi: Kobane Direnişi
Veysi Altay (belgesel yönetmeni, fotoğrafçı)
#73: Yol, soykırım, toplu katliam ve köleleştirme taşları ile döşeli. Suriye ve Irak’ta konuşlanan IŞİD, Kürdistan’da azınlık olan sayısız Ezidi aileyi tarumar etti. Film, ilk göç dalgasında geride kalan yaşlı akrabalarını kurtarmak için işgal edilen şehrine geri dönen bir adamı anlatıyor.
Nû Jin: “Kadın yaşamdır. Yaşam direniştir. Direniş de Kobanê’dir” sloganıyla Kobanê’de IŞİD’e karşı YPJ saflarına katılan Elif Kobanê (18) adlı savaşçının bir günlük yaşamını konu alıyor. ‘‘Nû Jin’’ ayrıca IŞİD’in 15 Eylül’de Kobanê’ye saldırısına ve YPG, YPJ’nin bu saldırıya karşı beş aylık direnişine bir kadın savaşçının yaşamı üzerinden ayna tutmaya çalışıyor.
 **
14 Mayıs 2016 Cumartesi, 17:30
Suriyeli Kadınlar (Queens of Syria)

Yön. Yasmin Fedda, Suriye, 2014, 70’
Söyleşi: Mülteci Olma Halleri ve Sanatın İyileştirici İşlevi
Gulnar Hajo (çocuk kitapları yazarı, Pages Kitapevi sahibi)
Samer al Kadri (Pages Kitabevi sahibi)
Film, Ürdün’e sürgün edilmiş 50 Suriyeli kadının 2013 yılının Ağustos ayında biraraya gelip, savaş zamanı kadınların mağduriyetini anlatan Antik Yunan trajedisi “Truvalı Kadınlar”ın kendi versiyonlarını oynamalarını anlatır. Kadınlar Truva Savaşının köksüzleştirdiği, köleleştirdiği ve her şeyden mahrum bırakılan kraliçe, prenses ve kendileri gibi sıradan kadınların hikâyelerinde kendi savaş deneyimlerinin canlı bir yansımasını görürler.

*
Share/Save/Bookmark

29 Şubat 2016 Pazartesi

Sanatın ‘Engin’ Birikimi: Engin Alkan İle Söyleşi

Tiyatro oyunculuğu ve yönetmenliği, dizi ve sinema oyunculuğu, seslendirme ve daha nice sanat dallarında başarılı işleriyle tanınan, on parmağında on marifet bir sanatçı; Engin Alkan. Kendisine samimi cevapları için teşekkür eder, keyifli okumalar dilerim.
Özlem duyulan bu toplumsal uzlaşma ihtiyacının, bugün için de senaristlere ilham vermesini bekliyorum.
Film sektörünün yanı sıra aynı oranda büyüyen bir de dizi sektörü var. Sizce birbirinden zıt iki sektör müdür bunlar, yoksa birbirini geliştiren iki kardeş sektör mü? Dizi sektörünün oyunculuklar anlamında sinemaya ya da tiyatroya bir katkısının olduğunu düşünüyor musunuz?
Kanımca her iki sektör de gerek teknik altyapı ve ekipman, gerek uzman iş gücü anlamında genel hatlarıyla birbirini geliştiriyor. Ne var ki zaman zaman dizilerin ifade dillerinin sinemada, sinemanın ifade dilinin de dizilerde gelişigüzel kullanımlarının çirkin örneklerine de rastlamak mümkün. Oyunculuk konusu ise daha farklı; sinemanın ağırlıklı olarak dizilerden ziyade tiyatroyla kardeşliğinin daha etkili sonuçlar çıkarabileceğini düşünüyorum. Çünkü dizilerde ehil ve uzman oyuncular kullanmak çok zaruri değildir. Oysa o tür oyuncular tiyatronun olmazsa olmazıdır. Yaratıcı oyuncularla var olan iki sanatsal alan olarak, iki sektör aslında akrabadır.
Ülkemizdeki birçok yetenekli oyuncunun dizilerdeki başarılı performanslarını izliyoruz ama nedense bu başarıların devamı sinema anlamında pek gelmiyor. Sizce bunun nedeni ne olabilir? 
Önceki cevabımda aslında biraz değindim. Bir oyuncunun gelişim sürecinde ilk basamaklar “Ben ne yapardım?”sorusunun yanıtlarıyla aşılır. Burada oyuncudan kendi öznesinin en doğal hâlini, olmayan etkiler karşısında da gerçek tepkiler vererek gerçekleştirmesi istenir. Bu aşamada bir dizide yazılan rol, o role en benzer oyuncular arasından seçilmişse, oyuncu bu basamaktan daha ileri gitmeden gündelik durumları ve duyguları kamera önünde başarıyla gerçekleştirebilir. Ancak kendisine benzemeyen bir karakteri canlandırması gerektiğinde bir diğer aşamaya yani “O ne yapardı?” sorusunun yanıtlarına geçiş yapması gerekir ki bu aşama diğerinden zordur, uzmanlık ve oyunculuk mahareti gerektirir. Sinema yönetmenleri bu aradaki farkı gözetmeden oyuncu seçtiklerinde de doğal olarak dizilerin ölçüleri içinde başarılı olmuş oyuncular daha ağır rollerde hayal kırıklığı yaratabiliyorlar.
Şu an Türk sinemasının içinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 90’lı yıllara nazaran bir artışın olduğu kesin ama kalite anlamında sizce nasıl bir düzeydeyiz?
Nostalji hissi objektif olmak zorunda değildir ve yanıltıcıdır. Genellikle bir dönemi hatırlarken en sevdiğimiz örnekler üzerinden öznel sonuçlara varırız. Oysaki her dönemde iyi ile kötü, kaliteli ile kalitesiz örnekler iç içe yaşarlar. Bugün tüm kalitesiz örneklerine rağmen özgün bir sinema dilinin etkili örneklerinin çokluğunu göz ardı etmemiz haksızlık olur.
Eminim sinema için de teklifler geliyordur ama tiyatro ve dizi alanlarına göre sinemada daha az görüyoruz sizi. Seçimlerinizi neye göre belirliyorsunuz?
Üretken biriyim ve tiyatro çok yoğun biçimde vaktimi almakta. Yine de doğru projeler olduğunda vakit ayırmamda bir beis yok. Ne var ki oynamaktan heyecan duyduğum rol önerilerinin de sıklıkla geldiğini söyleyemem. Genellikle komedi oyuncusu olarak kabul gören bir imajım var. Ancak genellikle bana önerilen komedi filmleri maalesef galiz bir komedi anlayışıyla yazılmış oluyor. Aslında çekilen çoğu komedi filmi için böyle bir sorundan söz edebilirim. Bu durumda gerçekten de filmlerde oynamak için heves duymuyorum.
İzlediğim diziler arasında en sevdiklerimden biridir Yedi Numara. Bu sevgimi yaratan nedenlerden biri de sizin hayat verdiğiniz Vahit Ballıoğlu karakteri. Bu rol sizin daha geniş kesim tarafından tanınmanızı sağladı. Kariyeriniz açısından nasıl bir öneme sahip olduğunu düşünüyorsunuz?
Sanat kariyerimin 2000’li yıllar itibariyle bir kırılma noktası var. Oyunculuktan hiç kopmadım ama bu tarihler itibariyle kariyerim daha çok tiyatro yönetmeni olarak devam etti. Dolayısıyla Yedi Numara’nın doğrudan kariyerime çok önemli bir katkısı olmadı. Ancak Yedi Numara’nın benim için sanatsal perspektifimi donatan pek çok şeyi deneyimlediğim iyi bir okul olduğunu söyleyebilirim.
Yedi Numara’nın bu kadar sevilmesini neye bağlıyorsunuz? Oyuncuların samimi performansına mı, dizinin doğal senaryosuna mı?
Her ikisinin de etkili olduğunu düşünüyorum. Buna ek olarak dizinin köylü-kentli, eğitimli-eğitimsiz gibi toplumsal algıda bir araya gelmez ve gerilim yaratan karşıtlıkları mizahın sıcak diliyle ortak bir yaşam deneyiminde bir araya getirmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.  Özlem duyulan bu toplumsal uzlaşma ihtiyacının bu gün için de senaristlere ilham vermesini bekliyorum ama Yedi Numara’dan sonra ne yazık ki bu düşün devamı gelmedi.
Yedi Numara örneğinden yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Kariyerinize baktığımızda yıllarca tiyatroya emek verdiğiniz hâlde bir televizyon işinden bu kadar ün kazandığınızı görüyoruz. Bu kaderin bir cilvesi midir sizce, ya da televizyon için üretilen sanatın daha tüketilebilir olmasının bir kanıtı mıdır?   Belki bu durumun en acıklısı, yakın zamanda kaybettiğimiz usta aktör Tuncel Kurtiz’in bile yaptığı onca işe rağmen herkesin aklında ‘Ramiz Dayı’ olarak kalmasıdır. Kendisi de bu durumdan şikâyetçiydi sanırım. Bu konu hakkında ne düşünürsünüz?
Bunun şikâyet edilecek bir durum olduğunu düşünmüyorum. Birbirinden farklı kulvarlarda öngörülen tanınma hâlleri bunlar. Ancak algımız “ünlenme” olgusuna öyle bir kilitlendi ki her alanda “başarı” olgusunu “ünlenme” ile bir tutar olduk. Popüler olma konusunda hayatın anlamına kilitlediğimiz toplu bir histeri yaşar gibiyiz. Oysaki taş yerinde ağırdır. Bir yazar, bir pop starın popülaritesiyle nasıl rekabet etme ihtiyacı duymazsa dizi ve tiyatro için de durum öyledir. İş, sizin hedef kitleniz tarafından ne kadar tanındığınızdadır. Benim gibi farklı disiplinlerde üreten sanatçılar için de durum farklı değildir. Çünkü farklı mecraların kitleleri üzerinde gerçekleşen popülaritenin birbirine transferi de pek mümkün olmaz. Eğer tiyatro yaparken hedef kitle üzerinde bir etki bırakmamışsam benim için sorun o zaman başlar.
‘On parmağında on marifet’ sanatçıların başında geliyorsunuz. Seslendirme alanında da kayda değer işleriniz mevcut. Bunlardan bazıları: Şirinler’den Şirin Baba, Susam Sokağı’ndan Edi, yakın zamandaYüzüklerin Efendisi serisinden Samwise, Shrek’den Çizmeli Kedi vs. Dublaj sanatı hakkında neler söylemek istersiniz? Diğer disiplinlere nazaran hak ettiği ilgiyi göremeyen bir dal mıdır sizce? Mesela bu mesleğin duayenlerinden Sungun Babacan’ı sokakta kim görse tanımaz ama sesini duyan dönüp bir daha bakar.
Sungun Babacan örneğiniz çok güzel. Gerçekten de kendisi seslendirme mesleğinin “guru”sudur. Ama dediğim gibi Sungun Babacan’ın meraklıları dışında tanınması gerçekten de gerekli midir? Onu sektörün tanıması ve ona daha insani koşullarda yaşayabilmesi için gerekli koşulları sağlaması yeterlidir. Bu söylediğim önemlidir;  biz seslendirmeciler sektörün en ön sırasında duranlarından olmamıza rağmen, dünyadaki örneklerinin tersine pastanın en az kısmını paylaşırız. Çok küçük kaşeler sebebiyle gelirlerimizi insani bir koşula taşıyabilmek için dur durak bilmeden, gece gündüz stüdyolarda ömür tüketiriz. Sektör bizlere hak ettiğimiz kazancı ve insani çalışma koşullarını sağlasın başka ihsan istemeyiz.
Yakın zamanda yaşadığımız Levent Üzümcü’nün şehir tiyatrolarından ihracı olayını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülke yönetimi olarak zor dönemlerden geçiyoruz ve bu süreçte sizce sanatçının toplumsal görevleri daha da zorunluluk hâline geliyor mu?
Bir sanatçının yaşadığı ülke hakkındaki görüşlerinin hangi gerekçeyle olursa olsun engellenmesi abesle iştigaldir. Eğer ifadelerinde suç teşkil eden hakaret, küfür vb. unsurlar varsa bu konuda da gayet net yasa maddeleri vardır ve işletilmesinde bir mâni yoktur. Levent Üzümcü olayında da görülüyor ki T.C. Anayasası’yla güvence altına alınan düşünce ve ifade hakkının ödenekli tiyatroların dâhil edildiği memurin yasasının yorumu ile çelişkiler barındırdığı aşikârdır. Demokrasi herkes içindir, iş kollarına göre farklılık arz etmemesi gerekir. Velhasıl bildiğim kadarıyla konu Levent Üzümcü tarafından yargıya taşındı, sonucun ne olacağını beraber göreceğiz.
Çalışmaktan en çok keyif aldığınız yönetmen ve oyuncular kimlerdir?
İsim vermem gücenmelere sebep olur. İşini aşkla ve eğlenerek yapan herkesle çalışmak benim için büyük keyiftir.
Şu an genç kuşak oyunculardan beğendiğiniz, gelecekte damga vuracağını düşündüğünüz yetenekler var mıdır?
Elbette var. Çoğuyla çalışmaktayım zaten.
*Bu röportaj Fil'm Hafızası'nda yayınlanmıştır.
*
Share/Save/Bookmark

28 Şubat 2016 Pazar

Oscar Toto, Bakalım Kim Hangi Ödülü Alacak?


OSCAR TAHMİNLERİM

KİM ALIR?

KİM ALMALI?
EN İYİ FİLMThe RevenantThe Revenant
EN İYİ YÖNETMENAlejandro Gonzalez InarrituAlejandro Gonzalez Inarritu
EN İYİ ÖZGÜN SENARYOSpotlightSpotlight
EN İYİ UYARLAMA SENARYOThe Big ShortThe Big Short
EN İYİ ERKEK OYUNCULeonardo DiCaprioEddie Redmayne
EN İYİ KADIN OYUNCUBrie LarsonCate Blanchett
EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCUSylvester StalloneTom Hardy
EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCUKate WinsletJennifer Jason Leigh
EN İYİ KURGUStar Wars Episode VII:
The Force Awakens
Mad Max: Fury Road
EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİThe RevenantThe Revenant
EN İYİ PRODÜKSİYON TASARIMIMad Max: Fury RoadMad Max: Fury Road
EN İYİ KOSTÜM TASARIMICarolThe Danish Girl
EN İYİ ÖZGÜN MÜZİKStar Wars Episode VII:
The Force Awakens
Mad Max: Fury Road
EN İYİ ÖZGÜN ŞARKIYouthYouth
EN İYİ MAKYAJ & SAÇ TASARIMIMad Max: Fury RoadMad Max: Fury Road
EN İYİ SES KURGUSUMad Max: Fury RoadMad Max: Fury Road
EN İYİ SES MİKSAJIMad Max: Fury RoadMad Max: Fury Road
EN İYİ GÖRSEL EFEKTStar Wars Episode VII:
The Force Awakens
Ex-Machina
EN İYİ BELGESELAmyThe Look of Silence
EN İYİ ANİMASYONInside OutInside Out
YABANCI DİLDE EN İYİ FİLMSon of SaulSon of Saul

*
Share/Save/Bookmark

2016'da Merakla Beklediklerim

  1. Suicide Squad (David Ayer)
Daha şimdiden Heath Ledger’ın Joker performası ile kıyaslanan Jared Leto’nun Joker’ini izlemek için…
  1. Batman v Superman: Dawn of Justice (Zack Snyder)
Canımız ciğerimiz Batman’in yeni filminde Michael Keaton ve Christian Bale sonrası Ben Affleck’in ‘nasıl Batman olamayacağını’ merak ettiğim için… Gerçi George Clooney’den iyi uyacağına eminim.
  1. Inferno (Ron Howard)
Dan Brown sevenlerin kaçırmayacağı filmde, diğer uyarlamaların gediklisi Tom Hanks yine başrolde.
  1. Ghostbusters (Paul Feig)
Şu an çoluk çocuğa karışmış nice insanın vakti zamanında “Büyüyünce ne olacaksın?” cevabıdır, Hayalet Avcıları!Ghostbusters (1984-1989) serisinin son filmi, pozitif ayrımcılık yönü ağır basıp tamamı kadınlardan oluşan kadrosuyla hayli merak uyandırıyor. Çoğu mecrada kötü eleştiriler alsa da orijinal serinin üstüne katacakları merak uyandırmıyor da değil.
  1. Kötü Kedi Şerafettin (Mehmet Kurtuluş)
Yine Hayalet Avcıları filmleri ile büyüyen nesil için özel bir yeri olan Kötü Kedi Şerafettin nihayet beyazperdeye geliyor. Ülke sineması olarak animasyon alanında oldukça geriyiz, oldukça beğenilen bir karakter üzerinden yapılan filmi bakalım müdavimlerinin ve animasyon sinema tutkunlarının beğenilerini karşılayacak mı?
Bonus:
  • İftarlık Gazoz (Yüksel Aksu)

*Fil'm Hafızası'nda alınmıştır.

*
Share/Save/Bookmark

Bedensel Sınırları Zorlayan 14 Performans

İnsan bedeninin sınırları çerçevesinde gerçekleştirilen eylem estetik kaygı ile buluştuğunda sanat kavramı içerisinde değerlendirilebilir. Marina Abramovic’in başını çektiği performans sanatı öncüleri insan bedeninin, üstünde sanat icra edilen bir sahne olduğunu ileri sürerler. Tiyatro,dans gibi sahne ve gösteri sanatları ile dirsek temasında olsa da buna genel anlamda gerçekçilik üzerinden eleştiri getirirler. Marina Abramovic bu konu hakkında şöyle der “Tiyatroda bir rolü prova eder ve oynarsın. Tiyatroda kan ketçaptır ve bıçak gerçek bir bıçak değildir. Performansta her şey g
erçektir. Bıçak, gerçek bıçak ve kan kandır.”
 Bu sözden hareketle konuya baktığımızda, sinemadaki oyuncuların bu anlamda gerçek dışılıkları yetersiz gibi görünebilir. Bu konu üzerinde çalışırken tamamen bilinçsizce ilk akla gelen performanslara baktığımda bir şey dikkatimi çekti. Neredeyse bütün performanslar, “Bedensel başkaldırı her zaman takdir görür.” görüşünü destekler nitelikte, Akademi ve Altın Küre başta olmak üzere nice prestijli ödüle layık görülmüş.
Söz konusu performansları, gerçekleştiği filmlere göre kronolojik olarak sıraladım. Keyifli okumalar.
1-) Robert De Niro – Raging Bull (1980)
Martin Scorsese – Robert De Niro ortaklığının en iyi filmlerinden Raging Bull’da De Niro, canlandırdığı Jake La Motto karakterinin gençlik dönemi çekimlerinin ardından 30 kilo alarak aynı karakterin zaman kurgusundaki farklılığını belirtmek anlamında gerçekçi bir görsel sunmuştu. Filmin bir sahnesinde de yumruklarıyla Joe Pesci’nin kaburgalarını kırması, içinde bulunduğu karakteri ne kadar içselleştirdiğinin bir kanıtı niteliğinde. Tüm bu adanmışlık ise Robert De Niro’yu efsane statüsüne eriştirecek ödüllerle karşılık bulacaktı doğal olarak.
2-) Leonardo DiCaprio – What’s Eating Gilbert Grape (1993)
Henüz kariyerinin başlarındayken, oldukça zor olan bu performansın altından kalkan Leonardo DiCaprio; daha o zamanlardan ileride büyük bir oyuncu olacağının sinyallerini vermişti. Zihinsel engelli Gilbert Grape rolünde gerçekçi bir hava yakalayan DiCaprio hâlâ alamadığı Oscar ödülüne 18 yaşında ilk defa aday olmuştu.  
3-) Tom Hanks – Cast Away (2000)
Akademi ödüllerinde En İyi Erkek Oyuncu adaylığı getiren Cast Away’deki Chuck Noland performansı için Hanks, yaklaşık 22 kilo vererek rolüne hazırlanmıştı. Bir adada dört yıl boyunca kurtarılmayı bekleyen biri için film boyunca da kilo kaybetmesi, yaşam savaşı verme konusunda oldukça gerçekçi bir görsel sunuyordu. Bu rolü hâlen, Tom Hanks’in filmografisinde ayrı bir yerde durur.
4-) Charlize Theron  –  The Monster (2003)
The Monster filmi için yaklaşık 13 kilo alan Charlize Theron, dışarıdan bakıldığında kolay gibi gözükse de kilo alma sürecinin kendisi için zor olduğunu vurguluyor. Aşırı şeker tüketimi sonucu midesinin bozulduğunu ve kendisini iyi hissetmediğini söylüyor. Bu psikolojinin, canlandırdığı ünlü kadın seri katil Aileen Wuornos performansına katkı sağladığı muhakkak. Bu rolüyle Altın Ayı, Altın Küre ve Oscar kazanması da söylediğimi destekliyor.
5-) Javier Bardem  – Mar Adentro (2004)
Kendi vücudunda hapsolmuş, yatağa bağlı bir hastanın gözünden aktarılan filmde Javier Bardem başarılı bir performans sunuyor. Kısıtlı fiziksel harekete rağmen üstün oyunculuk çıkaran Bardem, ölmek isteyen ama başkasının yardımı olmadan bunu yapamayan bir adamın dilemmasını çok güzel resmediyor. Ötenazi ile ilgili cesur söylemiyle Mar Adentro İspanyol sineması adına oldukça önemli yapımlardan biri.
6-) Christian Bale – El Maquinista (2004) / American Hustle (2013)
Fiziksel değişim konusunda kimse Christian Bale’in eline su dökemez diye düşünüyorum. Zira kendisi bir değil birden fazla film için gerçekten insanın sınırlarını zorlayan bir şekilde kilo alıp vermesiyle ünlü. Bu listeyi yapmaya başladığımda ilk aklıma gelen Bale’in performansları olmuştu. Bu performanslar içinde en özeli, El Maquinista filmi için 3 ayda 82 kilodan 54 kiloya düşerek verdiği 28 kilodur açık ara. Film için planlananın 45 kilo olduğu ama doktorların müdahale ettiği söylenir. Christian Bale bu performansına hazırlanırken günde sadece bir elma, ton balığı, kahve ve su tüketmiş. 2013 yılında 22 kilo alarak hazırlandığı American Hustle filmi ile de En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ına aday olmuş ve kilo alıp verme konusunda bir sıkıntısının olmadığını herkese göstermişti.
7-) Mathieu Amalric – Le Scaphandre Et Le Papillon (2007)
Düşünün, sadece tek gözünüzü kırpma dışında hiçbir fiziksel fonksiyonunuzu kullanamıyorsunuz. Hele bunu bir kaza sonucu, hayatınızın baharında birden yaşıyorsunuz. Bunun üstüne ne yaparsınız? Elle dergisinin editörü Jean-Dominique Bauby’nin gerçek  hikâyesini anlattığı kitabından uyarlanan Le scaphandre et le papillon filminde Bauby’yi canlandıran Mathieu Amalric oldukça gerçekçi bir performans sunuyor.
8 -) Russell Crowe – Body Of Lies (2008)
Her zaman öyleydi zaten gibi bir algısı olsa da, Russell Crowe da Body of Lies filmi için 30 kilo almış. 2000 yapımıGladiator filmindeki Maximus rolündeki fit görünümünü ilk akla geldiği için büyük ihtimalle insanlar onu hâlâ öyle hatırlıyor olabilir. Son zamanlarda eski günlerine geri dönmekte sıkıntı yaşadığı da bir gerçek.
9-) 50 Cent – All Things Fall Apart (2011)
Kaslı rapçi kontenjanında müzik hayatına devam ederken, radikal bir karar alıp All Things Fall Apart filmi için 25 kilo veren 50 Cent, her ne kadar başarılı bir sinema performansı göstermese de kendisinin sinema için yaptığı fedakârlıktan söz etmemek mümkün değil.
10-) Jared Leto – Chapter 27 (2007) / Dallas Buyers Club (2013)
Listenin aşağısında bahsedeceğimiz, Dallas Buyers Club’daki rol arkadaşı Matthew McConaughey gibi AIDS’li birini canlandırmak için 18 kilo veren Jared Leto, bundan önce başka bir filmi Chapter 27 için de 30 kilo almıştı. Ünlü şarkıcı John Lennon’un katili Mark David Chapman’ı canlandırmak için iki ay gibi kısa sürede bu görünüme ulaşması hiç de kolay değil.
11-) Anne Hathaway –  Les Miserablés (2013)
Anne Hathaway, Les Miserablés filminin çekiminden önce 3 haftada 10 kilo, filmin çekimi sırasında ise 6 kilo verdi. Zaten normalde de zayıf olan biri için bu tür değişimler oldukça risklidir. Her ne kadar diyet uzmanları ile kontrollü zayıflansa bile sağlık olarak risk her zaman bulunuyor. Bu riskleri göze alıp sanat uğruna bu tür değişimleri göze almalarının performanslarına ekstra değer kattığı bir gerçek.
12-) Kıvanç Tatlıtuğ – Kelebeğin Rüyası (2013)
Kıvanç Tatlıtuğ’un yakışıklı, karizmatik rollerinin ardından hayranlarını şaşırtarak canlandırdığı Muzaffer Tayyip Uslu rolü için geçirdiği değişim filmdeki performansıyla paralel olarak oldukça başarılı. Mert Fırat’la oluşturduğu, genç yaşta veremden ölen iki ünlü şair Rüştü Onur- Muzaffer Tayyip Uslu ikilisinin hayatını perdeye yansıtırken verem hastalığının özelliği olarak zayıf vücut yapıları filmin gerçekliğine katkı sağlıyor.
13-) Matthew McConaughey – Dallas Buyers Club (2013)  
En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ının lâyık görüldüğü performansı için 21 kilo veren McConaughey, filmde AIDS hastası birini çok iyi perdeye yansıtıyor. Dallas Buyers Club o kadar iyi ki, bana göre yarıştığı sene En İyi Film Oscar’ını hak ediyordu. McConaughey filme hazırlanma sürecini çok güzel özetlemiş:
Çok zordu. 65 kiloya düşmüştüm; sürekli aç ve sinirliydim. Vücudum ağzı açık ‘besle beni besle beni’ diye ağlayan bir yavru kuşu andırıyordu. Sonra anne kuşun sizi beslemeyeceğini fark ediyorsunuz. Gerçekten zor.”
14-) Eddie Redmayne – The Theory of Everything (2014)
Yakın zamanda vizyona giren, ünlü fizikçi Stephan Hawking’in hayatından kesitler sunan The Theory of Everythingfilmindeki rolüyle Eddie Redmayne’nin performansı göz alıcı. Zaten 87. Akademi En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ının ona verilmesi de bunu kanıtlıyor. Hawking gibi büyük bir dehânın, zamanla daha kötüye giden fiziksel zorluklarını taklit tuzağına düşmeden aktarabilmek kolay değil diye düşünüyorum.
*Bu yazı Fil'm Hafızası'ında yayınlanmıştır. 


*
Share/Save/Bookmark

21 Şubat 2016 Pazar

Bu yıl Bamya sine-i izleyiciye dönecek!

Bu yıl Altın Bamya Film Ödülü sinema izleyicilerinin www.altinbamya.org sitesinden 15 Mart tarihine kadar yapacağı oylama ile belirlenecek. Altın Bamya Film Ödülü ile birlikte verilecek Akademi Özel Ödülleri de 21 Mart'ta yapılacak Ödül Töreni'nde açıklanacak. 2015 yılında vizyona giren yerli sinema filmleri arasından belirlenen 8. Altın Bamya ÖdülleriFilm Adayları;

1. Aşk Nerede?
2. En Güzeli
3. Eski Sevgiliyi Unutmanın 10 Yolu
4. Kendinol
5. Kırmızı
6. Krallar Kulübü
7. Mucize

Altın Bamya Ödülleri'nin de katkısıyla Türkiye Sineması'ndaki cinsiyetçiliğin azalması ve sonraki yıllarda bu sembolik ödülü verecek aday bulamamak dileğine katılan tüm izleyicileri 15 Mart'a kadar oylarını vermeye davet ediyoruz! Bamya'da tuzunuz olsun!
*
Share/Save/Bookmark