Bir tanıdığınızı yıllarca görmeyip yıllar sonrada sokakta karşılaştığınız olur ya,eğer yıllar koymuşsa arkadaşınıza bir hüzün kaplar içinizi.Lisa Kudrow'a nasıl koymuşsa yıllar çok şey almış götürmüş.Hey gidi koca phoebe nolmuş sana böyle....
*
18 Şubat 2010 Perşembe
Hey Gidi Phoebe Buffay
Bir tanıdığınızı yıllarca görmeyip yıllar sonrada sokakta karşılaştığınız olur ya,eğer yıllar koymuşsa arkadaşınıza bir hüzün kaplar içinizi.Lisa Kudrow'a nasıl koymuşsa yıllar çok şey almış götürmüş.Hey gidi koca phoebe nolmuş sana böyle....
*
17 Şubat 2010 Çarşamba
Her Bitiş Bir Başlangıçtır
Vefat edenin yakınları için de durum pek farklı değil.Yaşanan olay sonrası oluşan kızgınlık ve şaşkınlığın yerini kabullenme ve saygıya dönüşmesi çok kolay bir süreç değil.Ölünün ardından ona karşı beslenen sevgiyle doğru orantılı gelişen acı ve üzüntü herkesin kolay kolay üstesinden gelebileceği duygu yoğunluğu değildir.Hal böyler olunca psikolojik açıdan çıkış yolları arar insan.Psikolojide 'Intellectualization(düşünselleştirne) olarak adlandırılan savunma mekanizması sayesinde kişi yoğun duygularını geçiştirmeye çalışır.Biraz daha açacak olursak anlam bulamadığı durumlar için olayı daha da karmaşıklaştırarak daha derin anlamlar yüklemesi olarak söyleyebiliriz.Yani Kişi ölümün basitliğini kavrayamayışını yapay savunma mekanizmaları kurarak olaya daha derin anlamlarla ritüeller düzenleyip tabiri belki uygun olmayabilir üzüntüyü geçiştirmeye çalışır.Her bitiş bir başlangıçmış aslında.Bitti sandıgımız şeylerden sonra bile yeni seylerin basladıgına tanık oluyoruz.Bu yasananların hepsı yasadıgımız zamanın eserleridir.Ama birde başka türlü gidişler vardır.Departures'da olduğu gibi.Nasıl bir seye yelken acıldıgı bilinmeksizin.Zaten ölüm dediğimiz şey aslında biz fanilerin kafasının almadığıbir durum değil mi ki.Kimse sonsuza kadar yasayacagımızı vaat etmeden geliyoruz bu dunyaya.Peki neden korkuyoruz ki.
Her Bitiş Bir Başlangıçtır
16 Şubat 2010 Salı
Taxi Driver Volume II


Taxi Driver Volume II
15 Şubat 2010 Pazartesi
Eski Zaman Olur ki
















Eski Zaman Olur ki
14 Şubat 2010 Pazar
Amatör Yüzüklerin Efendisi


Amatör Yüzüklerin Efendisi
Üstada Göre En İyi Filmler

Martin Scorsese üstadımız kendince sinema tarihinin en iyi filmlerini sıralamış.Amerikan sinemasından öte dünya sinemasının gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden biri olan Scorsese'nin kendi dünyasındaki en iyi filmleri çok iyi bir referans oluşturuyor.
Amerikan / İngiliz Sineması:
- Barry Lyndon (Stanley Kubrick)
- Duel in the Sun – Kanlı Aşk (King Vidor)
- Invaders from Mars (William Cameron Menzies)
- Leave Her to Heaven (John M. Stahl)
- Moby Dick – Beyaz Balina (John Huston)
- Phantom of the Opera – Operadaki Hayalet (Arthur Lubin)
- The Red Shoes – Kırmızı Pabuçlar (Michael Powell & Emeric Pressburger)
- The Searchers – Çöl Aslanı (John Ford)
- Singin’ in the Rain – Yağmur Altında (Gene Kelly & Stanley Donen)
- Vertigo – Ölüm Korkusu (Alfred Hitchcock)
Dünya (Avrupa & Uzakdoğu) Sineması:
Le mépris / Contempt – Nefret (Jean-Luc Godard)
Viskningar och rop / Cries and Whispers – Çığlıklar ve Fısıltılar (Ingmar Bergman)
Jigokumon / Gate of Hell – Cehennem Kapısı (Teinosuke Kinugasa)
Fa yeung nin wa / In The Mood For Love – Aşk Zamanı (Kar Wai Wong)
The Last Emperor – Son İmparator (Bernardo Bertolucci)
Il deserto rosso / Red Desert – Kızıl Çöl (Michelangelo Antonioni)
The River – Nehir (Jean Renoir)
Fellini – Satyricon (Federico Fellini)
Senso – Tutku (Luchino Visconti)
Tini zabutykh predkiv / Shadows of Forgotten Ancestors (Sergei Parajanov)
Üstada Göre En İyi Filmler
9 Şubat 2010 Salı
Herşey Eğitim İçin
Fang Gangliang’ın yönetmenliğini yaptığı ve Zhao Dongling’nin senaryosunu yazdığı, gerçek bir hikâyeden esinlenerek yapılan “Xiao Yan’ın Hikâyesi” Orta Asya’nın sert iklimlerinde ve doğanın acımasızlığı ile pararel zor yaşam koşullarında tek sermayesi hayata tutunmak olan umutlu ve azimli insanların hikayelerini konu alıyor.Okulda başarılı olmasına karşın ataerkil bir düzenin ezdiği ve kadınlığa biçilen kalıplara sokulmaya çalışılan azimli kızımız Xiao Yan’ın göz yaşartıcı derecede gerçek ve dokunaklı hikayesini anlatıyor.Kızımız diyorum çünkü coğrafyalar,ülkeler,diller,dinler farklı olsada kadının çektiği zulüm her yerde aynı.Film birebir aynı planlarla,aynı senaryoyla ülkemizde çekilse kimsenin garipseyemeyeceği tamamen bizi anlatan bir film ortaya çıkar.İsmi de mesela Kardelenlerin hikayesi olabilir.Kızların okutulmasının külfet olarak görüldüğü bir dünyada en büyük takdiri buna karşı koyan girişimlerden anlatan başarılı bir örneği.
Tamamen amatör oyuncuların rol aldığı filmde Xiao Yan’ın gözünden olanakları küçültülen ama tam tersi umutları büyüyen insaların hayatlarına konuk oluyoruz.Çin’in kuzey batısında fakir bir bölge olarak bilinen Ningxia bölgesinde, iki küçük erkek kardeşi ve annesi ile yaşayan 13 yaşındaki kahramanımız bir sonraki dönem okula devam edebilmek için gereken 24,80 Yuan aktivite parasını denkleştirmek için bütün yaz boyunca türlü imkansızlıkların inadına çalışır durur.Babası ailenin geçimini sağlamak için şehirde çalışmasından dolayı devletin verdiği yardım parasını alamaz.Çünkü devlete göre durumları iyidir.İki küçük erkek kardeşinin eğitimine devam edeceği kesindir çünkü onlar erkektir.Ama iş kız çocuğunu okutmaya gelince ailenin bunu karşılayacak durumu yoktur. Başta hayalleri yıkılmış gibi görünse de bu parayı kazanacağına inanarak işe koyulur. Fakat Xiao Yan’ın annesinin başka planları vardır, onu okutmaya çalışmak ciddi bir külfet olacağı için onu okuldan alarak evlendirmek ister, böylelikle aldığı başlık parası ile diğer iki erkek çocuğunun okul parasını da çıkartabilecektir. Zaten onun yaşındaki pek çok kız okuldan alınarak evlendirilmektedir.Aslında kızların günlük hayattaki rolleri ve eşit eğitim hakları bakımından bağımsız iki sosyal eşitsizliğin tek bir hikaye ile anlatılması çok önemli.Tek amacı ‘okumak’ olan kahramanımız bir noktada da aslında ona dayatılan kalıpları reddeder .Sokakta hanımefendi ,mutfakta aşcı,yatakta fahise diye özetlenen saçma ataerkil bir düşünce tarzının yıkılması için gereken iki direncin tek kahraman ile bir potada anlatılması filme asıl gerçekliğini veren unsur.Eğitim ve onun sonucunda kızların tüm zorluklara karşı dik duruşları.Bunu başarabilen kahramanımız Xiao Yan ise gönlümüzde en güzel yerleri hak ediyor.
Filmde ise evrensel dertlerden ziyade yerel kültüre dair detaylar da ilgi çekici.“Parmaklarla pazarlık” alışveriş kültürünün bir parçası olarak kabul edilen, alıcı ve satıcının elleri görünmeyecek şekilde kol manşetlerinin içinde saklayarak yaptıkları gizli ve zor bir pazarlık şeklidir.Küçük kızımız da okula gidebilmek için para kazanmak zorunda olmasının üzerinde kurduğu baskı, onu ayrıca bu pazarlık şeklini öğrenmek zorunda bırakır.
Ulusal ve uluslararası festivallerde bir çok ödüle ve adaylığa ulaşan film Çin ve dünya sinemasında gerçekçi sinema dili ile başarılı örnekler arasında yer alıyor…
Adaylıkları;
• Giffoni Children Film Festival ( Italy )
• Gwangju film festival( Korea )
• Shanghai International Film Festival( China )
• Schlingel International Children Film Festival(German)
• London Children's Film Festival(UK)
• Cinekid International Children Film Festival(NL)
• International Children art Festival "Kinotavrik" ( Russia )
• BUFF INTERNATIONAL CHILDREN AND YOUNG PEOPLE¡äS FILMFESTIVAL ( Sweden )
• Sousse International Film Festival for Childhood and Youth(TN)
• Sprockets Toronto International Film Festival for Canada
• Montreal International Children film festival( Canada )
• Oulu International Children's film festival( Finland )
• Stockholm International Film Festival Junior( Sweden )
Ödüller;
• Best Young Actress in Olympia children film festival ( Greece ).
• CIFEJ Prize (CIFEJ--international centre of film for children and young people, an international non-governmental organization with consultative status )
• Best Movie in Lucas Intl Children film festival (German)
• Best Feature at Golden Elephant International Children Film Festival (Indian)
• Best Director at Golden Elephant International Children Film Festival (Indian)
• Best Director Award in Iran Isfahan International Children Film Festival( Iran )
Herşey Eğitim İçin
7 Şubat 2010 Pazar
Avatar : Filmden öte bir milat
Avatar son zamanların en çok konuşulan filmi.James Cameron’un 11 yıllık suskunluğunun sonucu.Kimisi sinemada devrim derken kimileri de sıradan bir film olduğunu kanaatindeler.İyi veya kötü ne olursa olsun sinema tarihinde hakkında en çok konuşulan,çeşitli teoriler ortaya atılan,tartışmalar yaratan filmlerden biri ,belki de en çok konuşulanı.Peki nedir ,ne değildir şu Avatar ve Pandora dünyası.
Filmin hikâyesi 22. yüzyılda, Dünya’nın kaynaklarının tükendiği bir zamanda, Pandora adlı bir uyduda geçiyor. Bir gaz devinin yörüngesinde dönen Pandora, on ayak uzunluğunda, mavi insansı görünümlü, kabile kültürünü benimsemiş, saldırıya uğramadıkları sürece barışçıl olan Na'vi halkına ev sahipliği yapmaktadır. İnsanlar, Pandora'nın havasını solunamadıkları için, akıl bağlantısı aracılığıyla kontrol edilebilen insan ve Na'vi karışımı Avatarlar üretirler. Felçli denizci Jake Sully, gizli bir proje olan Avatar programına gönüllü olur. Bir Na'vi prensesine aşık olan Sully, kendisini Pandora'yı gün geçtikçe tüketen insan ordusu ile Na'vi halkının arasındaki çatışmanın ortasında bulur.
İnsanın farklı yerlere gitme ,yeni yerler görme arzusunun varlığı doğada insanın diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği.Bir de yaşanılan doğanın insan denilen aslında hayvan olan bir yaratık tarafından berbat edildiği de su götürmez bir gerçek.Bu tezattan da en çok yararlanan sektör hiç kuşkusuz Hollywood sektörü.Yukarıdaki hikaye amerikanın yeniden keşfi gibi bir durum değil aksine bir hollywood klişesi.Peki neden bu kadar yaygara koparıyor bu film?
Filmi daha net anlamak için birkaç farklı açıdan bakmamız gerek.Öncelikle sinema sektörünün geldiği nokta bakımından Avatar’ın bir devrim olduğu görüşü hakim.James Cameron uzun yıllar süren filmi oluşturma sürecinde WETA ile yeni bir motion-capture tekniği ve fotogerçekçi bir bilgisayar grafiği geliştirmek için bir takım kurdu.Yeni bir 3-D kamera teknolojisi geliştirmek için,beş yılda yedi derin deniz araştırması yaptı. Sanal aktörler denilen Synthespianlar ile gerçekçi duyguları yansıtmaya çalıştı.James Cameron’un dediği gibi
"Bütün synthespianlar fotogerçekçi olacak, gerçekliklerine olan inançsızlığın bir katmanı daha ortadan kalktı. 3-D görünümlü CG karakterlerin 2-D olanlara göre daha gerçekçi olduğunu gördük. Beyniniz onu bir resim değil gerçek gibi algılıyor ve onun sahte olduğuna dair imajı ortadan kaldırıyor. Şöyle söyleyebilirim, daha önce asla hayal etmediğiniz şeyler göreceksiniz.
James Cameron bu kadar beklemesinin nedeni aslında yukarıdaki sözlerinde gizli.Kafasında yaratmış olduğu Pandora evrenini gerçekliğe dönüştürmek için gerekli olan teknolojiye sahip olmak için bu güne kadar beklediğini her fırsatta belirtiyor.İlk ağızdan duyacak olursak ; “11 yıl önce ilk tretmanı yazdığımdan
beri bu filmi çekmeyi istedim.Teknik olarak mümkün olana dek sabırla bekledim. Bu yüzden 3 boyutlu sinemaya bu kadar yatırım yaptım ve yabancı kültür yaratma cesaretini
kendimde buldum.”
Yeni kültürler yaratma demişken sinema dünyasının ilahları sayılabilecek Steven Spielberg ve George Lucas’tan övgüler alması ve yenilikçi sayılan çoğu yönetmeni hayretler içinde bırakması pazarlama açısından çıkış noktası olarak görülebilir.Özellikle George Lucas’ın Yeni Star Wars geliyor övgüsü Avatar’ı ve varsayılan devam filmlerini bir bakıma garantiye alıyor.
Yeni teknolojiler yaratmanın iyi tarafı olduğu gibi aşılması gereken bazı problemler de getiriyordu.Bu teknolojinin sonucu yüksek maliyetler(yaklaşık 500 milyon dolar) getirinin gelebilmesi için yoğun pazarlama uğraşını da beraberinde getirdi.
Teknik olarak diğer filmlerden farklı bir yerde bulunduğu bir gerçek.Son olarak Dreamworks’den Jeffrey Katzenberg haklı bir şekilde noktayı koyuyor ''Sinema tarihine bakarsanız, iki müthiş devrim görürsünüz; ses ve renk. ‘Avatar’ ile üçüncü büyük devrim yapılıyor…’’
ASLINDA BİLDİĞİMİZ BİR DÜNYA : PANDORA
Hikâye, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Pandora adlı başka bir dünyada geçiyor. Dünya’nın kaynakları tükendiğinden ‘Dünyalılar’ gözünü buraya dikerler ve Pandora'nın havasını soluyamadıkları için, akıl bağlantısı aracılığıyla kontrol edilebilen Avatarlar üretirler. Bilim adamları Pandora'da yaşayan Na’vileri anlamaya, onlarla birlikte yaşamayı öğrenirken, şirket ve ordu yeni kaynakların peşindedir.Bu durumun yaratmış olduğu mücadelenin farklı kültürler arası aşkı da körüklemesi kaçınılmaz son olarak filmde yerini alıyor.Hemen hemen bütün dünya sinemasının temel taşlarından “en güzel aşk zor olan” mottosu burda da gezegen mezegen farketmiyor.
Ayrıca seçilmiş insan ütopyasını ve onun geniş perspektifi amerikan rüyasını da bu aşkın seçilmişliği üzerinden güzelce yedirmeye çalışıyor dahi yönetmenimiz James Cameron.Bu kadar tantana yapılan bir filmin alt metninde insanın azalmayan aç gözlülüğü ve sömürgecilik anlayışı ve aşıkların kavuşması yatınca insan biraz hayal kırıklığına uğruyor açıkcası.
Bir de bunun üstüne anti-militarist ve solcu bir konuma oturtulması çok saçma geliyor insana.Her Hollywood filmi gibi mutlu sonla birlikte verilen militarizm karşıtlığı aslında amerikanın keşfinde ve yerlilere yapılanlara dair bir nevi günah çıkarmadan öteye gidemiyor.Tabiat ana Eywa yardım etmese nolurdu halleri diye sorsak heralde kızılderililerle sonu farklı olmazdı diye kesin bir yargıya varabiliriz.Peki burdan hareketle akıl yürütme yaparsak anti-militarizm anca doğa üstü güçlerle ortadan kalkar sonucu ortaya çıkmıyor mu.O zaman nerde kaldı Avatar solcu bir filmdir zırvaları.Manevi güçlere dayanan bir ideoloji mi olur.
"Yedi Yaşam", "Köpek Oteli" gibi filmlerde rol alan oyuncu Robinne Lee de 'Avatar'ın "Kızılderili kadının vahşi doğada 'beyaz adama' yol göstermesi ve sonunda 'beyaz adam'ın bu insanların kurtarıcı olmasını içeren Pocahontas öyküleri"ni anımsattığını belirtiyor.Sinemotografik metafor olarak beyaz mesih masalını seçmesi avatar’ı tam da uzay westerni yakıştırmasını doğrulayacak nitelikte bir konuma oturtuyor.
Bir de bunun üstüne Na’viler Türk mü Kürt mü tartışması çıktı ,o tam akıllara zarar bir durum.Herşey bizim etrafımızda döndüğünü sana sana iyice paranoyaklaşmamızdan avatarı da kendimize yonttuk en sonunda.
Pandora dünyasının ve Na’vi halkının sahip olduğu anlayış öncelikle yaratanlarının kendi görüşleri etrafında şekillendiğini unutmamak gerek.Pandora gibi bir başka gezegen olmağı gibi içerdiği tüm metaforlar hali hazırda hayatımızın içinde yer alan metaforlar.Bunu sırf bir ırk etrafında şekillendirmek bencil bir anlayıştan başka birşey değil.
Semavi dinlerin öncesine dayanan doğa eksenli inanışların çok temel özellikleri pandora’nın ve na’vi halkının inanışlarını şekillendiriyor.Hayat ağacı,Tabiat ana Eywa,na’vilerin kendilerini doğanın bi parçası olarak görmeleri,bitki örtüsüyle,suyla,ateşle ve hareket den tüm canlı türleri ile bibrlikte kimseye zarar vermeden yaşamaları hemen hemen dünyanın her yerinde eski doğa inanışlarının temelini oluşturur.O kadar eski ve geniş metaforu kullanıyorlar ki her medeniyet bunu kolayca sahiplenebilir.Zaten amaçta heralde insanların unutmuş oldukları doğaya karşı değil doğayla birlikte uyum içinde yaşama zorunluluğumuzu hatırlatmak olabilir.
Bu inanışların ve sahiplenmelerin ortak noktası da Avatar’ın Amerika eksenli kapitalist sistemin insan merkezli dünyasına çok radikal bir eleştiri olması ve bundan bunalan,ezilen her türlü halkın kötünün karşısındaki iyi olarak tasvir edilen na’vileri ve pandora’sını sahiplenme ,içselleştirme isteğine sahip olmaları.
Sonuç olarak James Cameron gerek gişedeki başarıları gerekse yeni teknolojiler yaratmadaki ustalığı ile dünya sinemasında çığır açan yönetmenler arasında yer alacağı ve sinema tarihi kitaplarının bugünleri anlatan sayfalarında altın harflerle yazılacağı kesin.Avatar da getirmiş olduğu görsel şölen ile sinemanın geleceğinde ismi hep bahsedilecek bir yapıt olacak.Ama içerik olarak dünyanın ilk filmi,ilk renkli filmi,ilk sesli film veya ilk efekt kullanılan filmlerinde ki gibi görsellik açısından devrim olmasına karşın içerik beklememenin gerekliliğini kavramak gerekiyor.James Cameron bu filmle aslında gelecekte yapılacak,çok harika hikayeler anlatacak kat kat güzel filmlere bir kapı açıyor sadece.
*Avatar : Filmden öte bir milat
3 Şubat 2010 Çarşamba
Cennete selamlar olsun…Lhasa De Sela’dan Rising
Hazır konu müzikten açılmışken nette rasladığım çok güzel ve aynı oranda çok özel bir akustik yorum.Lhasa de Sela daha gençliğinin baharında aramızdan ayrıldı.Her ölüm erken ölümdür ama onunki çok erken oldu.Daha önünde çok yapacak şarkıları vardı.Aşağıdaki klipte en az şarkı kadar hüzünlü.Sondaki bakış insanın içini delip geçiyor resmen……
*Cennete selamlar olsun…Lhasa De Sela’dan Rising
Sinemanın Müzikle Dansı II
Türk sinemasının en efsane sahnelerinden biri.Sesi oyunculuğu kadar mükemmel olan türk sinemasının efsanesi :Metin Akpınar.Şarkı o zamanların şarkısı ve hala da güzelliğini koruyor.Film ezbere bildiğimiz Petrol Kralları filmi
*
Sinemanın Müzikle Dansı II


.jpg)
