30 Aralık 2015 Çarşamba

Creed: Efsanenin Doğuşu 8 Ocak’ta sinemalarda


ADONIS
Tüm hayatım boyunca dövüştüm.
Başka seçeneğim yok.

ROCKY
Her zaman bir seçenek söz konusudur.

Metro-Goldwyn-Mayer Pictures, Warner Bros. Pictures ve New Line Cinema, ödüllü sinemacı Ryan Coogler imzalı “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nu sunar. Film Coogler’ı “Fruitvale Station”daki başrol oyuncusu Michael B. Jordan’la yeniden bir araya getiriyor. “Rocky” hikayesinde yeni bir sayfa olan “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nda Jordan, Apollo Creed’in oğlunu, Oscar adayı Sylvester Stallone ise kendisinin ikonlaşmış rolü Rocky’yi canlandırıyor.
Adonis Johnson (Jordan) henüz kendisi doğmadan önce ölen Dünya Ağırsıklet Boks Şampiyonu ünlü babasını hiç tanımamıştır. Yine de, kanında boks olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu yüzden, Apollo Creed’in yeni ama sağlam bir boksör olan Rocky Balboa ile efsanevi maçını yaptığı yere, Philadelphia’ya gider.

Adonis, Kardeş Sevgisi Şehri’ne vardığında, Rocky’yi (Stallone) bulur ve kendisinden antrenörü olmasını ister. Rocky dövüş oyununa sonsuza dek veda etmiş olduğunu ısrarla söylese de, en yakın dostu olan müthiş rakibi Apollo’da gördüğü gücün ve kararlılığın aynısını oğlu Adonis’te de görür. Adonis’i çalıştırmayı kabul eden eski şampiyon bir yandan genç boksörü eğitirken, bir yandan da ringde hiç karşılaşmadığı kadar ölümcül bir rakiple mücadele etmektedir.

Köşesine Rocky’yi alan Adonis’in unvan mücadelesi şansı bulması uzun sürmez… ama acaba ringe çıkmak için gerçek bir dövüşçünün dürtüsüne ve yüreğine zamanında ulaşabilecek midir?

“Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nda rol alan diğer oyuncular şöyle: Adonis’le yakınlaşan şarkıcı-besteci Bianca rolünde Tessa Thompson (“Selma”, “Dear White People”); Apollo’nun dul eşi Mary Anne Creed rolünde Phylicia Rashad (Lifetime dizisinin “Steel Magnolias”ı); ve boks şampiyonu “Pretty” Ricky Conlan rolünde üç kez ABA Ağırsıklet Boks Şampiyonu, profesyonel İngiliz boksör Anthony Bellew.


Ryan Coogler hikayesini kendi yazdığı filmi Aaron Covington’la birlikte kaleme aldığı senaryo doğrultusunda yönetti. Filmin yapımcılığını Irwin Winkler, Robert Chartoff, Charles Winkler, William Chartoff, David Winkler, Kevin King-Templeton ve Sylvester Stallone; yönetici yapımcılığını ise Nicolas Stern gerçekleştirdi.

Coogler’a kamera arkası ekibi; görüntü yönetiminde Maryse Alberti (“The Wrestler”), kostüm tasarımında Emma Potter (“Song One”) ve Antoinette Messam’ın yanı sıra (“Orphan”), “Fruitvale Station”da birlikte çalıştığı kurgu ustaları Michael P. Shawver ve Claudia Castello, yapım tasarımcısı Hannah Beachler ve besteci Ludwig Goransson’dan oluşuyor.
“Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu” Ryan Coogler’ın ikinci sinema filmi. Coogler, 2012’de, Sundance Senarist Enstitüsü Laboratuarı’na kabul edildiğinde Time Warner Vakfı Üyesi seçildi. “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nun dağıtımını Warner Bros. Pictures gerçekleştireceği için, kendisi artık Time Warner ailesinin tam anlamıyla üyesi oldu.

Metro-Goldwyn-Mayer Pictures ve Warner Bros. Pictures; New Line Cinema işbirliğiyle bir Chartoff Winkler yapımı olan “Creed/Creed: Efsanenin Doğuşu”nu sunar. Filmin dünya çapındaki dağıtımını bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures, seçili uluslararası bölgeler ve tüm televizyonlar için dağıtımını ise MGM gerçekleştirecek.
*
Share/Save/Bookmark

26 Aralık 2015 Cumartesi

Sex, Drugs And Rock’n’Roll: En İyi Rock Müzik Belgeselleri

Müzikle sinema hep iç içe olmuş, sessiz sinema döneminde bile diyaloğun olmadığı zamanda, müzik sinema içinde yer almıştır hep. Genelde müzik, sinema için yan rol olmuşken, zaman zaman da başrolü kapmıştır. Belgeselsinema içinde müzik belgeselleri en sevdiğim türken, rock müzik ve kültürü ise diğer müzik türlerinden benim için hep bir adım önde olandır. En iyi rock müzik belgeselleri listesi aslında kimi dışarıda bıraksan eksik kalacak bir liste. Liste dışında kalan, eminim daha iyi belgeseller de vardır ama şahsi müzik ve sinema anlayışıma göre beni en çok etkileyen filmleri sıralamaya çalıştım. O yüzden aşağıda okuyacağınız rastgele sıralanmış liste günahıyla sevabıyla bana aittir. Bu seçkiye al(a)madığım yapımlardan şimdiden özür dilerim. Okurken zihninizin sesini açmayı unutmayın.
Keyifli okumalar.
Shine A Light (Yön: Martin Scorsese, 2008)

Martin Scorsese ve Rolling Stones… Scorsese’nin müzik sevdası bilinen bir gerçek. Birçok belgeseli mevcut. Ama içlerinde beni çok etkileyen Rolling Stones’u anlattığı Shine a Light belgeseli. Gerçi filmin büyük bölümünü Stones’un konser kaydı kaplasa da, bunu Scorsese ustalığıyla izlemek ayrı bir keyif. Rolling Stones’un şu an dünyanın en büyükgrubu olarak anılmasının birçok haklı tarafı var. Bu tanım her ne kadar subjektif bir tanım olsa da, elli yılı geçkin müzik yaşamlarında her daim önde olmaları ve rock’n’roll kültürüne sürekli katkıda bulunmaları bu tanımı besleyen unsurlar. Egoların çarpıştığı, sürekliliğin pek görünmediği müzik camiasında Mick Jagger ve Keith Richards gibi iki büyük egonun ilişkilerini dengede tutup, grubu bu güne getirmeleri ise ayrı takdir topluyor. The Beatles mı Rolling Stones mu ikileminde tavrımı Stones’dan yana net koyan biri olarak, Yoko Ono için grubu dağıtan John Lennon’a bakınca Jagger-Richards ortaklığı daha büyük bir anlam ifade ediyor benim için.

It Might Get Loud (Yön: Davis Guggenheim, 2008)
Üç gitar virtüözü Jimmy Page, The Edge ve Jack White’ın deyim yerindeyse döktürdüğü belgesel. Elektro gitara saygı duruşu niteliğindeki It Might Get Loud, müzisyenlerin kendi hayatlarında gitarın yerini anlattıkları, insanın kulaklarının pasını silecek nitelikte bir belgesel. Hele filmin açılış sahnesinde, Jack White’ın bir tel ve kola şişesiyle elektro gitarını yapması ayrı bir efsane. Jimmy Page’in Stairway to Heaven’ı yazma süreci ve nasıl Jimmy Page olduğunun en güzel kanıtı şu sözlerdeydi:
“Bunu size şu anda anlatamam, duruma göre değişir, genellikle bu içinizdeki yaratıcı kıvılcımdan gelir, bu spontane gelişen bir şey. En başından sonuna kadar yükselen, biriken ve hız kazanmaya devam edecek bir şeydi, tıpkı orgazm gibi.”
Metal: A Headbanger’s Journey – Global Metal (Yön: Sam Dun, 2005-2008)

İngiliz antropolog Sam Dunn heavy metal kültürü üzerine bilimsel bir yolculuğa çıkıyor ve kültürün tüm yönlerini aktarmaya çalışıyor. Müzik camiasından efsanelerle, müzikologlarla, sosyologlarla ve koyu hayranlarla yapılan röportajlarla heavy metalin neden bu kadar tutkuyla sevildiğini adeta bir antropolog titizliğiyle ortaya çıkarmaya uğraşıyor. Bu belgeselin devamı niteliğindeki Global Metal ile de Sam Dunn dünyanın çeşitli yerlerinde metal kültürünün yerel kültürlere etkisini araştırıyor. Tabi Sam Dunn’un koyu bir metal dinleyicisi olarak belgeselin tarafsızlık unsurunu göz ardı etmesini söylemeden geçmeyelim. Gerçi kendisi de bunun oldukça farkında ve pek de dert etmediğini söyleyebilirim.
Seven Ages Of Rock (BBC Two series, 2007)
Rock müzik için yapılmış en kapsamlı belgesel Seven Ages of Rock, yedi bölümde rock tarihinin yedi zamanının anlatıldığı, sadece rock müzik tutkunlarının değil her müzik tutkununun mutlaka seyretmesi gereken bir belgesel. Blues based rock, art rock, punk, heavy metal, stadium rock, alternative rock ve indie rock olarak yedi bölümde anlatılan rock tarihinde yok yok. Tüm rock ilahlarını tek bir belgeselde izlemek ayrı bir keyif.  
This Is Spinal Tap (Yön: Rob Reiner, 1984)
Bu belgeseli diğerlerinden ayıran en büyük özelliği “mocumentary” denilen kurmaca belgesel niteliği. 80’lerin ortasındaki metal müziğin deformeye uğrayarak piyasalaşması üzerine metal müzik camiasına yergi niteliği taşıyan belgesel, hâlâ bir fenomen olarak karşımızda durur.
Iron Maiden: Flight 666 (Yön: Sam Dunn, Scot McFadyen, 2009)
Iron Maiden’ı tarif etmek çok zor aslında. Zamanın çok ötesindeki müzik anlayışları ile bana göre metalin ilahları, yaşayan en büyük grubudur. Filmde de çoğu yerde geçer “Iron Maiden is my religion (Iron Maiden benim dinimdir)” diye. Hakikaten bu tanımlamayı hak edecek derecede dünyanın dört bir yanında kendilerine tapan hayranları vardır. Canlı olarak izleyebildiğim için de kendimi şanslı olarak atfederim. On parmağında on marifet Bruce Dickinson’ın pilotluğunu yaptığı Ed Force One uçağıyla grubun Somewhere Back In Time turunun ilk 45 gününde 21 şehirde verdikleri 23 konseri anlatan belgesel, aslında “Neden Iron Maiden dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük grubudur?” sorusunun cevabı niteliğindedir.
Get Thrashed (Yön: Rick Ernst, 2006)
Thrash metal’in doğuşu ve gelişimi üzerine gürültülü bir belgesel daha. Metallica, Megadeth, Slayer ve Antrax’ın “Big Four” olarak başını çektiği Thrash metalin birinci ağızlardan ne olduğuna dair, yine gaza getiren Get Thrashed, Pantera, Kreator, Exodus gibi efsaneleri de bünyesine katan, görsel ve işitsel anlamda arşivlik bir belgesel.  
Cobain: Montage Of Heck (Yön: Brett Morgen, 2015)
27’ler kulübünün üyesi Kurt Cobain için belki de şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı belgesel. Yapımcıları arasında kızının da olması anlatılanların gerçekliğini sağlamlaştırıyor. Grunge’ın asi çocuğu Cobain’in ergenlik ve sonrasında varoluşunu oluşturmada yaşadığı sıkıntı, Cobain’i istemeden de olsa punk’tan sonra bayrağı devralan “grunge” isyanının sözcüsü hâline getirir. Göz önünde bulunmak istemezken milyonların gözü önüne çıkan Cobain’in diğer 27’ler kulübü elemanları gibi gençliğinin ve sanatının baharında yitip gitmesi oldukça hüzünlü. Yakın dönem ünlülerden biri olması ve bebekliğine dair video görüntülerinin belgeselde yer alması, görsel anlamda ayrı bir hüzün katıyor filme.  
20.000 Days On Earth (Yön: Iain Forsyth, Jane Pollard, 2014)
Nevi şahsına münhasır Nick Cave’in dünya üzerindeki 20.000’inci gününü anlatan film, Sundance 2014’te en iyi yönetmen ve kurgu ödüllerine de sahip oldu. Warren Elis, Kylie Minogue, Blixa Bargeld ve daha birçok kişinin yer aldığı sohbetlerle zenginleştirilmiş, Cave’in son albümü Push The Sky Away’den görüntülerin ağırlıkta olduğu filmde, Cave’in sanatsal varoluşunu oluşturan tüm unsurları kendi ağzından duyabiliyoruz. Yakın zamanda ikiz oğullarından birini trajik bir kaza ile kaybetmesiyle daha da anlamlı hâle gelen belgesel mutlaka izlenilmesi gerekenlerden.
Metallica: Some Kind Of Monster (Yön: Joe Berlinger, Bruce Sinofsky, 2004)
Metallica ile ilgili bir sürü belgesel yapılmış olabilir ama içlerinde beni en çok etkileyen bu olmuştu. Metallica diskografisinde kendilerinin bile hatırlamak istemediği St. Anger albümünün yapılış sürecine odaklanan belgesel, deyim yerindeyse albümün önüne geçmiş vaziyettedir. Dünyanın en meşhur grubu olarak para, şan, şöhret içinde köklerine dönmeye çalışan grup elemanlarının bir nevi kendilerini arama çabalarına tanık olmamız, belgeselin dram gücünü oldukça arttırıyor. Onları kötü bir albüm yapmaya iten çaresizlikleri, müzikal anlamda eski günlerine dönme çabaları o kadar etkili ki, gözümüzde yarattıkları karizmaları yıkarcasına ettikleri kavgaları ekrana taşımaları oldukça önemli ve kendilerini erdemli kılıyor. Metallica için kesinlikle bir “arınma” filmi.
Amy (Yön: Asif Kapadia, 2015)
Listenin en yenisi, 27’ler kulübünün son üyesi Amy Winehouse’un kısacık ömrüne sığan yükseliş ve sonun hüzünlü hikâyesi. Müzik yazarı Mehmet Tez’in filmle ilgili yazısının başlığı oldukça ilginç ve yerindeAmy Winehouse’u kim öldürdü”.(1) Belgeselin esas amacı Winehouse’un müzikal gelişimi, sanat anlayışı değil, 27 yaşında hayatının baharında bir gencin adım adım ölüme sürüklenmesi hikâyesi. Bir nevi suç duyurusu aslında. Her ne kadar rock müzik icra etmese de, rock  müziğin asi ruhunu taşıdığı için sanatı ve duruşuyla hep farklı bir yerdeydi. Amy belgesel sinema için de ayrı bir öneme sahip. İngiltere tarihinde tüm belgesel yapımlar arasında ilk haftasında en çok hâsılat yapan film olurken, dünya çapında da ilk haftasında en çok hâsılat yapan ikinci belgesel oldu. (Birincilik Michael Moore’nun Fahrenheit 9/11’inde (2014))
*
Share/Save/Bookmark

22 Aralık 2015 Salı

Bekar olmanın yasa dışı olduğu bir distopya: The Lobster



Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015
Yönetmen: Yorgos Lanthimos
Oyuncular: Colin Farrell, Rachel Weisz, Léa Seydoux, Ben Whishaw,
John C. Reilly, Olivia Colman, Jessica Barden, Angeliki Papoulia
Yapımcı: Ed Guiney, Lee Magiday, Ceci Dempsey, Yorgos Lanthimos
Senaryo: Yorgos Lanthimos, Efthimis Filippou
Görüntü Yönetmeni: Thimios Bakatakis
Kurgu: Yorgos Mavropsaridis
Müzik: Johnnie Burn
Yapım Yılı: 2015
Ülke: İrlanda, İngiltere, Yunanistan, Fransa, Hollanda
Süre: 118 dk.



 İlk gösterimini yaptığı Cannes Film Festivali’nde izleyenleri şaşkına çeviren ve Filmekimini’nin bu yıl en çok izlenen filmlerinden biri olan THE LOBSTER, bekar olmanın yasa dışı olduğu distopik bir geleceği orijinal senaryosu ve büyüleyici görselliğiyle beyazperdeye yansıtıyor. Karısı tarafından terk edilen David, kendisi gibi bekar insanların eş bulmak üzere yerleştiği bir otelde kalmaya başlar. Ruh eşini bulması için 45 günü vardır ve eğer bunu başaramazsa seçeceği bir hayvana dönüştürülecektir. Otelin absürt kuralları, aynı kaderi paylaştığı insanların kara mizah dolu halleri ve ceza olarak sürüleceği ormandaki asilerin korkusu bir araya gelince çaresiz kalan David, düzene ayak direyerek yılın en özgün filmine imza atacak hikayesini baştan yazmaya karar verir. Colin Farrell, Rachel Weisz, Léa Seydoux ve Ben Whishaw gibi yıldızları distopik bir aşk hikâyesinde buluşturan ve modern bir başyapıt olarak nitelendirilen THE LOBSTER, Köpek Dişi ve Alpler filmleriyle geniş hayran kitlesi yaratan Yorgos Lanthimos’un imzasını taşıyor.

YAPIM ÖNCESİ 
The Lobster, ikinci filmi Dogtooth ile Cannes Film Festivali’nde Un Certain Regard Ödülü’nü kazanan Yorgos Lanthimos’un İngilizce çektiği ilk film. Yönetmen, aynı zamanda Dogtooh ile En İyi Yabancı Film Oscarı’na aday olmuştu. Lanthimos’un üçüncü filmi Alps, Venedik Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü olmak üzere birçok uluslararası ödüle layık görülmüştü. The Lobster, Yorgos Lanthimos ve uzun süredir beraber çalıştığı ödüllü senarist Efthimis Filippou tarafından yazıldı. Filmin çekimlerinin tamamı İrlanda’da yapıldı. Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü kazanan ve gösterildiği festivallerde izleyenleri oldukça etkileyen The Lobster, İngiliz Bağımsız Film Ödülleri’nde de En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil olmak üzere toplam 7 dalda aday gösterildi. 

OYUNCU SEÇİMİ: 
Prodüktörlerden Ceci Dempsey cast direktörü Jina Jay ile çalışmaları üzerine şunları söylüyor: “Hem fırtınalı hem de oyuncu seçimi açısından rüya gibi bir süreçti. Olan bitenleri gözlemlemek çok keyifliydi. Kadrodan anlayabileceğiniz gibi oyuncuların birçoğu zaten Yorgos’un daha önceki filmlerinin çalışma şeklinin büyük hayranıydılar. Sette güvene dayalı bir ortam yaratıyor. Bunun sonucunda da ortaya büyüleyici performanslar çıkıyor.” Bir diğer yapımcı Ed Guiney de Yorgos Lanthimos’un aktörler arasında bir çok hayranı olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Bir çok oyuncu Lanthimos’un önceki filmlerini çok seviyor. Dogtooth da bir çok ülkede gösterilmişti. Onun yarattığı dünya ve anlatmak istediği şey oyuncuları çekiyor. The Lobster için castı bir araya getirirken de çok iyi geri dönüşler aldık. Projeyle birbirinden ilginç isimler ilgilendi. Şansımız da tuttu doğrusu. Colin Farrell ve Rachel Weisz gibi iki ismi kadroya dahil etmeyi başardık.” Prodüktörlerden Lee Magiday de oyuncu kadrosundan fazlasıyla memnun: “Colin hikâyeyi beğenince çok sevindik. Yorgos ile çalışma konusunda da çok arzuluydu. Yorgos, Colin ve Rachel ile birlikte çalışma konusunda başından beri çok ısrarcıydı. Biz de – kadrodaki diğer oyuncularda olduğu gibi – onlardan olumlu geri dönüşler aldığımız için kendimizi çok şanslı hissettik. Yorgos’un oyuncularla ve elindeki malzemeyle kurduğu bağ gerçekten fazlasıyla kendine özgü.” Dempsey Colin Farrell’in karakteri hakkında şunları söylüyor: “Yorgos her şeyi çok fazla ortaya sermiyor. Kişinin kendisinin çözmesini bekliyor. The Lobster’ı David’in gözlerinden seyrediyoruz çünkü otele getirilen, o. Gizemli de bir karakter. Bunu bilerek yapmıyor, doğası böyle. Basit bir karakter gibi yansıtılıyor ama çok ani, beklenmedik ve kışkırtıcı davranışları var. David’den gözümüzü ayırmıyoruz çünkü bu onun hikâyesi. Bilinmezleri olan bir adam ama bir taraftan sırf bu özelliği yüzünden aslında herkes gibi biri.” “Daha önce hiç canlandırdığım bir karakterin geçmişi hakkında bu kadar az fikrim olmamıştı.” diyor Colin Farrell ve ekliyor: “Ve bu bir şikâyet değil. Yorgos ile ilk konuşmaya başladığım andan itibaren karakterin geçmişini hiç önemsemediğini anladım ve bu çok hoşuma gitti. Anlatılan dünya kendi için zaten çok bütünlüklü ve bizim bildiğimiz hiçbir sosyal yapıyla alakası yok. Tabii ki tanıdık yanları var ama film konuya o kadar başka bir yerden bakıyor ki en azından benim 37 yıllık hayatımda gördüğüm hiçbir ortamla arasında paralellik kuramazsınız. Hikayeye çok keyifli bir belirsizlik hakim.” Farrell canlandığı karakter David’i bize şöyle tanıtıyor: “İlk sahnede görüyoruz ki David karısı tarafından terkedilmiş. Dolayısıyla çok ağır bir yalnızlık hissediyor. Filmde bizi üç ayrı dünyaya birden götüren tek karakter. İlk önce şehir daha sonra otel, sonrasında orman ve son olarak yine şehre dönüyor.” 


ÇEKİM AŞAMASI: 
Çekimin çoğu aşaması sıradışıymış. “Her şey alışılmışın dışındaydı.” diyor Farrell. “Çalışma düzeni de değişikti. Çok hızlı hareket ettik ki bu çok iyiydi.” Ekibin uzun uzun prova yapma lüksü yokmuş. Fakat bu bir engel olmaktan çok daha maceracı bir çalışma şeklinin yolunu açmış. “Yorgos sahneler öncesinde sadece bir kez prova yapardı ve bazen o prova çekimi yeterli olurdu.” diyor Magiday. “Yeni tek prova üzerine çekim düzeniyle ilerledik. Yorgos doğaçlama yapmayı çok seviyor. Senaryoda yazana da çok önem veriyor ama o gün setteki enerji neyse ona göre hareket ediyor.” Dempsey konu hakkında şunları söylüyor: “Provada oyunculara herhangi bir şey dikte edilmediği için spontane performanslar ortaya çıkıyor ve bunlar filmin enerjisine normalde bulamayacağınız miktarda katkıda bulunuyor.” Dogtooth ve Alps filmlerinde Lanthimos’un bütçesi çok kısıtlıymış ama bu ona filmlerinin üzerinde tamamen kontrol sahibi olma fırsatını vermiş. The Lobster’da ise ilk kez İngilizce çekmenin yanı sıra kendini ilk kez anavatanı Yunanistan’ın dışında film çekerken bulmuş. Ekibinde, görüntü yönetmeni Thimios Bakatakis ve editör Yorgos Mavropsaridis dışındaki herkesle ilk defa çalışmış. “Yorgos sette olabildiğince doğal bir ortam oluşturmak istiyor. Sürekli durup tekrar başlamaktansa kendini çekimin ritmine kaptırıp sahneleri arka arkaya çekmeyi, aktörlerle yakaladığı enerjiyi kaybetmeden çalışmayı tercih ediyor.” diyor Magiday. Film neredeyse tamamen doğal ışıkla ve aktörlere makyaj yapmadan çekilmiş. John C. Reilly konuyla ilgili şunları söylüyor: “Sadece gece çekimlerinde ışık kullandık. Herkesin makyajını çıkarttırdılar. Yorgos ve Thimios birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Filmde çok büyük bir zanaat havası var. Basit bir yöntem ama çok etkili. Sinematografiye ve filmin genel haline çok değişik bir tarz hakim. Bu filme benzer bir örneği ancak Kubrick filmlerinde bulabilirsiniz. Orada da olaylar çok garip bir dünyada geçmelerine rağmen çok doğal ve gerçekçi bir şekilde ilerlerler. Bu filme de çok karanlık bir mizah hakim. Rahatsız edici ama bir taraftan çok komik bir yanı var.” Ben Whishaw’un da konuyla ilgili yorumları benzer: “Bu role çok hazırlanamadım çünkü hikaye çok sıradışı bir dünyada geçiyor. Filmden bağımsız bir çalışma yapmak çok zor. Sanırım Yorgos da böyle olmasını tercih ediyor. Oyuncuları belli bir belirsizlik içerisine hapsedip rollerinin üzerinde gereğinden fazla düşünmelerinin önüne geçiyor.” Lea Seydoux da Ben Whishaw’a katılıyor: “Yorgos’un direktiflerine uymak zorundasınız. Rolümün üzerinde çok düşünmemeye çalıştım çünkü hikaye zaten gerçekte var olmayan bir dünyada geçiyor. Sadece iç güdülerime göre hareket ettim ve hayal gücümü kullanmaya çalıştım” “Bu filmin genelde oyuncu olarak kendinize sorduğunuz geleneksel sorularla ve içinden geçtiğini her zamanki süreçle hiçbir alakası yok.” diyor Colin Farrell. “Olabildiğince az şey katmalısınız çünkü her bir kelime, sahne ve karakterlerin iç dinamikleri o kadar özenle yazılmış ki bir aktör olarak ne kadar az yeni fikir geliştirirseniz o kadar iyi. Çekim süreci gerçekten kendimi geride tutma ve elimdeki materyale bırakma konusunda ilginç bir antrenman oldu.”

*
Share/Save/Bookmark

16 Aralık 2015 Çarşamba

The Hateful Eight’in Açılış Sahnesi Çizgi Roman Olarak Yayınlandı













*
Share/Save/Bookmark

13 Aralık 2015 Pazar

28. Avrupa Film Ödülleri Sahiplerini Buldu!



Gecenin tüm kazananları şu şekilde:
  • En İyi Film: Youth
  • En İyi Yönetmen: Paolo Sorrentino (Youth)
  • En İyi Kadın Oyuncu: Charlotte Rampling (45 Years)
  • En İyi Erkek Oyuncu: Michael Caine (Youth)
  • En İyi Belgesel: Amy
  • En İyi Animasyon: Song of The Sea
  • En İyi Kısa Film: Picnic
  • En İyi Komedi Filmi: A Pigeon Sat on a Branch Reflecting on Existence
  • En İyi Senaryo: Yorgos Lanthimos ve Efthymis Filippou (The Lobster)
  • En İyi Ses Tasarımı: Vason Pimentel ve Miguel Martins  (Arabian Nights)
  • En İyi Müzik: Cat’s Eyes (The Duke of Burgundy)
  • En İyi Kostüm Tasarımı: Sarah Blenkinsop (The Lobster)
  • En İyi Prodüksiyon Tasarımı: The Brand New Testament
  • En İyi Kurgu: Jacek Droslo (Body)
  • En İyi Görüntü Yönetimi: Martin Gschlacht  (Goodnight Mommy)
  • Keşif Ödülü (FIPRESCI): Mustang
  • Halkın Seçimi Ödülü: Marshland
  • Yaşam Boyu Başarı Ödülü: Charlotte Rampling
  • Onur Ödülü: Michael Caine
  • Dünya Sinemasına Katkı Özel Ödülü: Christoph Waltz


*
Share/Save/Bookmark

11 Aralık 2015 Cuma

73. Altın Küre adayları açıklandı

FİLM

En İyi Film (Drama)
  • Carol
  • Mad Max: Fury Road
  • The Revenant
  • Room
  • Spotlight

En İyi Film (Müzikal/Komedi)
  • The Big Short
  • Joy
  • The Martian
  • Spy
  • Trainwreck

En İyi Yönetmen
  • Todd Haynes | Carol
  • Alejandro Gonzalez Inarritu | The Revenant
  • Tom McCarthy | Spotlight
  • George Miller | Mad Max: Fury Road
  • Ridley Scott | The Martian

En İyi Erkek Oyuncu (Drama)
  • Bryan Cranston | Trumbo
  • Leonardo DiCaprio | The Revenant
  • Michael Fassbender | Steve Jobs
  • Eddie Redmayne | The Danish Girl
  • Will Smith | Concussion

En İyi Kadın Oyuncu (Drama)
  • Cate Blanchett | Carol
  • Brie Larson | Room
  • Rooney Mara | Carol
  • Saoirse Ronan | Brooklyn
  • Alicia Vikander | The Danish Girl

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi/Müzikal)
  • Christian Bale | The Big Short
  • Steve Carell | The Big Short 
  • Matt Damon | The Martian
  • Al Pacino | Danny Collins
  • Mark Ruffalo | Infinitely Polar Bear
En İyi Kadın Oyuncu (Komedi/Müzikal)
  • Jennifer Lawrence | Joy
  • Melissa McCarthy | Spy
  • Amy Schumer | Trainwreck
  • Maggie Smith | The Lady in the Van
  • Lily Tomlin | Grandma

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
  • Paul Dano | Love & Mercy
  • Idris Elba | Beasts of No Nation
  • Mark Rylance | Bridge of Spies
  • Michael Shannon | 99 Homes
  • Sylvester Stallone | Creed

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
  • Jane Fonda | Youth
  • Jennifer Jason Leigh | The Hateful Eight
  • Helen Mirren | Trumbo
  • Alicia Vikander | Ex Machina
  • Kate Winslet | Steve Jobs

En İyi Senaryo
  • The Big Short | Adam McKay ve Charles Randolph
  • The Hateful Eight | Quentin Tarantino
  • Room | Emma Donoghue
  • Spotlight | Tom McCarthy ve Josh Singer
  • Steve Jobs | Aaron Sorkin

En İyi Özgün Müzik
  • Carol | Carter Burwell
  • The Danish Girl | Alexandre Desplat
  • The Hateful Eight | Ennio Morricone
  • Steve Jobs | Daniel Pemberton
  • The Revenant | Alva Noto ve Ryichi Sakamato

En İyi Özgün Şarkı
  • Love Me Like You Do | Fifty Shades of Grey
  • One Kind of Love | Love & Mercy
  • See You Again | Furious 7
  • Simple Song #3 | Youth
  • Writing’s On the Wall | Spectre

En İyi Animasyon
  • Anomalisa
  • The Good Dinosaur
  • Inside Out
  • The Peanuts Movie
  • Shaun the Sheep Movie

En İyi Yabancı Film
  • The Brand New Testament
  • The Club
  • The Fencer
  • Mustang
  • Son of Saul

TV

En İyi Dizi (Drama)
  • Empire
  • Game of Thrones
  • Mr. Robot
  • Narcos
  • Outlander

En İyi Dizi (Komedi)
  • Casual
  • Mozart in the Jungle
  • Orange Is the New Black
  • Silicon Valley
  • Transparent
  • Veep

En İyi TV Filmi/Mini Dizi
  • American Crime
  • American Horror Story: Hotel
  • Fargo
  • Flesh & Bone
  • Wolf Hall

En İyi Erkek Oyuncu (Drama)
  • Jon Hamm | Mad Men
  • Rami Malek | Mr. Robot
  • Wagner Moura | Narcos
  • Bob Odenkirk | Better Call Saul
  • Liev Schreiber | Ray Donovan

En İyi Kadın Oyuncu (Drama)
  • Caitriona Balfe | Outlander
  • Viola Davis | How to Get Away with Murder
  • Eva Green | Penny Dreadful
  • Taraji P. Henson | Empire
  • Robin Wright | House of Cards

En İyi Erkek Oyuncu (Komedi)
  • Aziz Ansari | Master of None
  • Gael Garcia Bernal | Mozart in the Jungle
  • Rob Lowe | The Grinder
  • Patrick Stewart | Blunt Talk
  • Jeffrey Tambor | Transparent

En İyi Kadın Oyuncu (Komedi)
  • Rachel Bloom | Crazy Ex-Girlfriend
  • Jamie Lee Curtis | Scream Queens
  • Julia Louis-Dreyfus | Veep
  • Gina Rodriguez | Jane the Virgin
  • Lily Tomlin | Grace and Frankie

En İyi Erkek Oyuncu (Mini Dizi/TV Filmi)
  •  Idris Elba | Luther
  • Oscar Isaac | Show Me a Hero
  • David Oyelowo | Nightingale
  • Mark Rylance | Wolf Hall
  • Patrick Wilson | Fargo
En İyi Kadın Oyuncu (Mini Dizi/TV Filmi)
  • Kirsten Dunst | Fargo
  • Lady Gaga | American Horror Story: Hotel
  • Sarah Hay | Flesh & Bone
  • Felicity Huffman | American Crime
  • Queen Latifah | Bessie

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
  • Alan Cumming | The Good Wife
  • Damian Lewis | Wolf Hall
  • Ben Mendelsohn | Bloodline
  • Tobias Menzies | Outlander
  • Christian Slater | Mr. Robot

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
  • Uzo Aduba | Orange Is the New Black
  • Joanne Froggatt | Downton Abbey
  • Regina King | American Crime
  • Judith Light | Transparent
  • Maura Tierney | The Affair
*
Share/Save/Bookmark

7 Aralık 2015 Pazartesi

52. Uluslararası Antalya Film Festivali'nde gecenin galibi "Sarmaşık" oldu


Ulusal Yarışma
  • En İyi Film: Sarmaşık (Bilge Elif Turhan)
  • En İyi Yönetmen: Tolga Karaçelik (Sarmaşık)
  • En İyi Senaryo: Tolga Karaçelik (Sarmaşık)
  • En İyi Kadın Oyuncu: Nuray Yeşilaraz (Kalandar Soğuğu)
  • En İyi Erkek Oyuncu: Nadir Sarıbacak (Sarmaşık)
  • En İyi Müzik: François Couturier  (Rüzgarın Hatıraları) Eleonore Fourniau (Kalandar Soğuğu)
  • En İyi Kurgu: Emre Şahin (Takım: Mahalle Aşkına)
  • En İyi Sanat Yönetmeni: Uykura Bayyurt (Takım: Mahalle Aşkına)
  • En İyi Görüntü Yönetmeni: Andreas Sinanos (Rüzgarın Hatıraları)
  • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Çiğdem Selışık (Çırak)
  • En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Kaan Çakır (Muna)
  • Behlül Dal Jüri Özel Ödülü: Yağız Can Konyalı (Takım: MahalleAşkına)
  • Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Kalandar Soğuğu (Yön: Mustafa Kara)
  • Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü: Selim Evci (Saklı)
  • En İyi İlk Film: Çırak (Yön: Emre Konuk)


Uluslararası Yarışma

  • En İyi Film: Taşa Yazılmış Hatıralar /Memories on Stone
  • En İyi Yönetmen: Hany Ebu Esed (The Idol)
  • En İyi Senaryo: Alexandra- Therese Keining (Kayıp Kızlar/ Girls Lost)
  • En İyi Kadın Oyuncu: Alba Rohrwache (Yeminli Bakire/Sworn Virgin)
  • En İyi Erkek Oyuncu: Haydar Şişman (Kalandar Soğuğu)
  • En İyi Müzik: Eleni Karaindrou ve Irena Popoviç (Kuşatılmış/Enclave)
  • Jüri Mansiyon Ödülü: Devrimciler/ Pioneer Heroes
*
Share/Save/Bookmark

2 Aralık 2015 Çarşamba

Sessiz Sinema Modern Kadının Doğuşuna Işık Tutuyor!

2. Uluslararası İstanbul Sessiz Sinema Günleri, 3-6 Aralık Tarihlerinde ‘Modern Kadının Doğuşu’ Temasıyla Gerçekleşiyor

Sessiz sinemanın eşsiz örneklerini geniş kitlelere tanıtan Uluslararası İstanbul Sessiz Sinema Günleri’nin ikincisi, 3-6 Aralık 2015’te gerçekleşiyor. Kino İstanbul tarafından organize edilen, İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Fransız Kültür Merkezi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen festival, sinemanın öncü örneklerini canlı müzik eşliğinde bir araya getiriyor. Yerli ve yabancı akademisyenler, araştırmacılar, küratörler tarafından her filme özel sunumların yapılacağı gösterimler, sinemaseverleri bekliyor.

İtalya’nın ünlü sinemateği Cineteca di Bologna ve Hollanda'nın saygın sinema müzesi Eye Filmmuseum'un kurumsal ortağı olduğu festivalin bu yılki teması, ‘Modern Kadının Doğuşu’olarak belirlendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkısıyla gerçekleşen festivalde, büyük kısmı ilk kez seyirci karşısına çıkacak Osmanlı dönemi görüntülerinden Diva filmlerine, Chaplin ve Keaton klasiklerinden Alman dışavurumculuğuna, kadın yönetmenlerin filmlerinden ‘renkli sessizler’e kadar birçok bölüm yer alıyor. Festival bu yıl ayrıca, dünyanın ilk film şirketi Gaumont’un 120. yıldönümünü ve Buster Keaton’un doğumunun 120. yılını, özel gösterimlerle gündeme getiriyor.

Filmler restorasyonda!
İlk filmin çekildiği 1895 yılından 1930’a kadar olan döneme damgasını vuran sessiz filmlerle, sinemanın keşif sürecinin heyecanını günümüze taşıyoruz. Filmlerin seyirciler tarafından neredeyse bir büyü gibi deneyimlenmiş olduğu bu öncü dönem, minimal ve zamansız karakteriyle bugüne dek ilham kaynağı olmayı sürdürdü. Günümüzde dijital olarak arşivlenen sessiz filmlerin koruma ve restorasyonuna dikkat çekmeyi misyon edinen Uluslararası İstanbul Sessiz Sinema Günleri, bu alandan uzmanları da ağırlayacak.
Sinema ve müziğin eşsiz birlikteliğinden doğan; yalnızca o ana adanmış performanslardan oluşan festivalin biletlerine Biletix’ten ulaşılabilecek.

Ve Hareketli Görüntü Modern Kadına Hayat Verdi…
Festival bu yıl Osmanlı’dan Amerika’ya, Avrupa’dan Ortadoğu’ya farklı coğrafyalarda, 20.yy başında modern kadının doğuşu kavramını tartışmaya açıyor. Festival bünyesinde gerçekleşecek film gösterimleri, panel ve sunumlarla, modern kadının kamusal ve özel alandaki yansımasının sinemada ilk kez nasıl belgelendiğine şahit olacağız. Bu bölümde, toplum içinde ve kendi bireyselliği bağlamında sıçrama yapmış, arzularına sahip çıktığı ölçüde arzu uyandıran salon kadınlarının tutkulu dünyasını da, kadının kamusal alandaki varlığı için sokakta mücadele vermiş kadınların belgesellerini de izleyeceğiz.
Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk kadın yönetmeni olarak anılan, değindiği toplumsal konularla kendisinden çokça söz ettirmiş Lois Weber’in ‘Shoes /Ayakkabılar’ı, bölümün klasiklerinden biri. Sinema tarihinin en önemli avangard kadın yönetmenlerinden, sürrealist sinemanın kurucularından Germaine Dulac da, iki filmiyle programda: İlk sürrealist filmi, geleneksel kadın rollerini sorguladığı ‘La Coquille Et Le Clergyman / Denizkabuğu ve Papaz’ ve mutsuz bir evliliğe tanıklık eden ‘La souriante Madame Beudet / Gülen Kadın Beudet’.

Yine bu tema kapsamında, güzel, alımlı, gizemli kadın rolleriyle özdeşleşen ve yönetmenin aktrise yaptığı bir güzelleme niteliği taşıyan Diva Filmleri, festival programında yer alıyor. Sessiz sinemada Diva deyince akla gelen ilk isimlerden, güçlü oyunculuğu ve karakteristik güzelliğiyle anılan Lyda Borelli’nin ruhunu şeytana satan bir kadını canlandırdığı ‘Rapsodia Satanica / Şeytani Rapsodi’, gerçek bir başyapıt olarak öne çıkıyor. Küt saç kesimli ikonik imgesi ve bireysel özgürlüğe yaptığı vurguyla modern kadının rol modeli Louis Brooks’un sinema tarihinde çığır açan ‘Prix de Beauté / Güzellik Yarışması’ filmi, sıradan bir kadının güzellik yarışmasına katılıp birinci olması sonucu yaşadığı çalkantılar hakkında. Festival bu yıl ayrıca, kadın haklarının doğuşuna da tanıklık ediyor ve 20.yy başında, kadın hakları için savaşan, açlık grevine giren, eylemler yapan Süfrajetler’e değinen veya onlardan esinlenen kısa film ve belgeselleri seyirciyle buluşturuyor. Bu kısa film seçkileri ‘Kadın Komedyenler’, ‘Kadınlar İş Başında’ ve ‘Maceraperest Kadınlar’ başlıklarıyla gösteriliyor.

Modern Kadının Doğuşu Temalı Panel
2 Aralık Çarşamba günü, hizmete girişi tam da sinemanın doğduğu döneme denk düşen Pera Palace Hotel Jumeirah’nın ev sahipliğinde, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD)işbirliğiyle, yerli-yabancı uzmanların katılacağı bir panel düzenleniyor. Panelde, modern kadının doğuşu teması hem sinemanın çizdiği çerçeve dahilinde hem de toplumsal olguların ışığında masaya yatırılacak.

Mizahın Sinemadaki Öncüleri Braas Çatısı Altında
Festival bu yıl sessiz sinemanın çığır açan iki ismi için özel bir bölüm hazırladı. Braas Çatı Sistemleri’nin bölüm sponsorluğunda hazırlanan ‘Sinemanın Öncülerine Saygı’,
Charlie Chaplin ve Buster Keaton’ı anıyor. Charlie Chaplin’in ‘Şarlo’ karakterinin 100. yılı anısına hazırlanan ve geçen yılki programımızda da yer alan seçkiden gösterimler, bu yıl farklı filmlerle sürüyor. Chaplin’in sinemaya adım attığı Keystone Stüdyosu yıllarından yapılan bu seçkide Chaplin, yoğun duygusal dışavurumuyla hem gündelik hayatın hallerini hicvediyor hem de insani olanın sınırlarını sorguluyor. Buster Keaton’ın ‘One Week / Bir Hafta’sı ise, yeni evli bir çiftin bir haftada portatif bir evi inşa etme çabalarının komik anlatısı. Keaton, Chaplin’in aksine daima kayıtsız kalan yüz ifadesi ve soyut düşünme biçimiyle, her şeyden çok, ironik olanın peşinde.

Pera Müzesi’nin 10. Yılına Özel ‘Renkli Sessizler’
Sessiz sinema yalnızca siyah-beyaz görüntülerden oluşmuyordu, Boyama ve tonlama teknikleriyle yeniden işlenen pelikülden, birçoğu yine monokrom olmak üzere, renkli filmler de elde edilmişti. ‘Renkli Sessizler’, bu çalışmaların çarpıcı örneklerini sunan bir seçki. Pera Müzesi’nin değerli işbirliğiyle gerçekleşen gala gösterimine, Gevende grubu canlı müziğiyle eşlik edecek. Elif Rongen-Kaynakçı’nın küratörlüğünde gerçekleşen bölüm çerçevesinde, ‘Fantasia Of Color In Early Cinema’ isimli kitabın tanıtımı da gerçekleştirilecek. Martin Scorsese’nin önyazısını yazdığı kitap, renklerin sessiz sinema dünyasındaki serüvenini anlatan, kapsamlı bir kaynak.

facebook.com/sessizsinemagunleri
twitter.com/Ist_SsszSinema
instagram.com/sessiz_sinema_gunleri

*
Share/Save/Bookmark