The Hangover(Felekten bir gece) yaklaşık üç sene önce vizyona girdiği zaman beklemediği bir başarıyla karşılaşmıştı.Böyle küçük bütçeli komedi filmlerinin uluslararası gişe başarısı kazanması pek beklenecek bir durum değildi ama herkesi şaşırtarak çok yüklü miktarda bir gişe hasılatı elde etti.Yetmedi üstüne üstlük en iyi komedi filmi dalında altın küreyi alarak bir anda daha yeni olmasına karşın kült film statüsüne kavusmasını sağladı.Ülkemizde de hatırı sayılır bir kitle edindi.Bu durum iki açıdan olumsuz sonucların dogmasına neden olabilirdi ve oldu da.Öncelikle ilk filmin gişedeki başarısı hemen yapımcılarının ağızlarını sulandırmıs olacak ki hemen ikinci filme soyundular.Belki yönetmenin aklında ikincisini belki üçüncüsünü çekmek vardı ama kapitalizmin o gözü doymak bilmez hırsı büyük ihtimal devreye girmiş olmalı ki alelacele bir senaryo yazımı ve yapım süreciyle film karşımıza geldi .İşte böyle ola ola artık sinemaseverlerin kafasında bir kanı oluşuyor.Başarılı ilk filmin devam filmleri -bazı istisnaları dışında- kötüdür.
Hangover 2’nin başına gelenler de bundan ibaret.Daha vizyona çıkmadan bile insanların kafasında ilki kadar komik olmayacak bu yüzden kendimizi buna hazırlamalıyız tarzı bir düşünce oluşuyor.Kısmen doğru kısmen de yanlış bir ifade bu.Öncelikle bir filmi iyi ve ya kötü olsun herhangi bir önyargı ile izlemek son derece yanlış. Perdede yansıyanı en yalın şekliyle değerlendirebilmek açısından bütün önyargılardan kurtulmak gerekiyor. Doğru tarafı ise yukarıda bahsettiğim gibi yapımcıların para hırsıyla aceleci davranmaları ve devam filmlerine yeteri kadar ilgi göstermemeleri.Hangover 2 de de bütün bunlara rastlamak mümkün.Belki ilki kadar olmasa bile iyi komedi filmi sayılabilecek unsurlar taşıdığından başarılı olduğunu söyleyebiliriz ama dediğimiz gibi üstünde daha çok çalışılsaydı daha iyi bir fılm olabilirdi diyebileceğimiz bir potansiyele sahipti.
Filmin artıları, öncelikle oyuncu kadrosu.İlk filmde de en büyük artı olan kahramanlarımızın arasındaki kimya ikinci filmde de korunuyor.Hele Zac Galifinakis faktörü var ki filmi alıp götürüyor.Bırakın konuşmasını mimiklerinin bile yeterli olduğunu düşünürsek her ne kadar bu filmde fazla ön planda olmasa da şişman İsa’mız yine uslu durmuyor ve bütün olayların başlatan oluyor.Ayrıca Mr.Chow (Ken Jeong) kenardan gelip maçı kurtaran golcü misali ilk filmdeki bombalardan biri olmuştu,burda da onu görmek son derece keyifliydi.Hikayede bir girip bir çıkması ile temponun düştüğü anlarda gülme katsayımız birden artıyor.Aslında Zack Galifinakis ile sadece üstlerine kurulu bir film yapılsa keşke diye hayıflanmadığımız olmadı değil.Böylelikle sinema dünyası yeni bir fenomen ikili kazanmış olurdu.
Gelelim filmin aksayan yönlerine.Yukarıda da bahsettiğimiz gibi yapım kısmında aceleci davranıldığı için senaryoda mantıksal hatalar bariz bir şekilde gözümüze çarpıyor.Tamam her ne kadar absürd bir hikaye de olsa,mantık aramanın çok da gerekli olmadığını söyleyebiliriz ama kopan parmak olayında bu kadar da bariz bir geçiştirme yapılması ve sonunun baştan savma bağlanması filmin en büyük handikapı.Ayrıca ilk filmin tutmasına neden olan olay örgüsünün birebir aynısının Bangkok versiyonuna çevrilmesi seyircileri kandırmaktan başka bir anlama gelmiyor.İlk filmde bu formül tutmuş olabilir ama biraz daha yaratıcı davranılıp ilk filmden bağımsız bir mizah yaratılsa daha iyi olurdu.Umarım bu formülün suyunu çıkarmazlar ve olası üçüncü filmi heba etmezler.
Sonuç olarak bir komedi filminin asıl yapılış ama güldürmekten başka birşey değildir.Ne kadar sinemasal anlamda bakarsak bakalım,iyi kötü yanlarını bulmaya çalışalım esas olarak şunu sormamız gerekiyor.Bu film güldürüyor mu? Bana kalırsa bolca güldürüyor.
*