3 Ağustos 2011 Çarşamba

Eleştiri; İki ucu keskin bıçak

Eleştirmek; insanın doğada hayvandan farkını koymak adına yaratılışın özü aklını ve mantığını antik yunan medeniyetlerinde keşfedip sistematik olarak doğayı ve yaşamı anlama çabasında kullandığı en büyük silahı.Afrika'da bir çita karnını doyurmak üzere en hızlı koşan hayvan özelliğini kazanmak için milyonlarca yıl süren bir evrim sürecinden geçti ve her geçen zaman en iyisi olmak üzere çabası mevcut aksi takdirde ceylandan daha yavaş kaldığı sürece doğadaki besin zincirinde birden kendini dışarıda bulabilir.İnsan ki kendini diğer canlılardan ayıran en temek özelliğini aklını mantık çerçevesinde ve felsefe adı altında sistematik bir şekilde koyarak bu besin zincirinde en tepede bulur kendini.

Tabi bu süreç diğer büyün kazanılan haklar gibi kolay olmadı.Düşüncelerini kanıtlamak üzere zehri içen Sokrates'ten bu yana bütün filozoflar her zaman hakim gücün karşısında durmuşlar ama çokca da yara almışlardır.Neyse felsefe tarihine dalıp daha nice eleştiren-eleştirilen kavgası örneklerini vermeyeceğim ama çıkış noktam ise son günlerde haberlerde yer alan bir olay.Sinema yazarı Kerem Akça son yazılarından birinde Dennis Gansel'in "Geceler Bizim" filmi hakkında "Bu filme gitmeyin." uyarısında bulundu ve yukarıda bahsettiğim ezelden beri varolan bu kavgayı hatırlattı.Sinema yazarlığında en temek soruyu akla getirdi ;eleştirmen bir film hakkında "bu filme gitmeyin" diyebilir miydi?

Tabi kavganın diğer tarafı dağıtıcı firma da hemen boş durmayarak yazarı mahkemeye vermiş.Burada artık iş yargıya intikal etmiş bize susmak düşer demek olmaz çünkü konu sanat odaklı olduğu için içinde bulundurduğu özellikler onu deşmemizi engellemez.Öncelikle şunu ayırmak lazım olay sanat odaklı gözükse de sanat ve sanat ürünüyle alakalı değil.Zira Kerem Akça da yazısında almanca filmi ingilizce dublajlı vizyona sokan ve basın gösterimi yapmayan  dağıtıcı firmanın sektörel pazarlama yanlışlarına dikkat çekmek üzere bu filme gitmeyin diyor.Aslında öteki türlü de olsa yani sinemasal anlamda da kötü bulup bu filme gitme de diyebilirdi.Çünkü ne kadar bu filme gidin deme hakkı verilmişse kendine gitme deme de hakkı aynı oranda kendine verilmeli.Diğer türlü git dersen kralsın gitme dersen rezilsin mantığı sektörel bencillikten başka birşey değildir.

Eleştiri anlamında bakarsak sinemasal anlamda söylenmiş bir "bu filme gitmeyin"uyarısı eleştirin temel kuralını bozara iki lafı bir araya getiremeyişinin bir sonucu gibi durur karşımızda.Sen günahıyla sevabıyla filmi yaz buna biz karar verelim.Zira sinema yazarı sinemayı ben bilirim siz birşey bilmezsinin imajını okuyucuya hissettirdiği anda deyim yerindeyse ilmiği boynuna geçirmiş olur. Derdini iki kelimeyi bir araya getiremeyip anlatamıyorsa işin kolayına kaçıp bu filme gitmeyin diyorsa o zaman karşı taraf da der ki "bu yazarı okumayın." O zaman ne olmuş olur körler sağırlar birbirini ağırlar misali reklamın iyisi kötüsü olmaz durumu ortaya çıkar ve satmayacak film birden satar olur.

Dağıtıcı firmanın savunmasındaki biz o kadar masraf yapıyoruz bir kişi oturduğu yerden bizim ekmeğimizle oynamasın mantığı da çok yanlış.Evet bu iş bir ticaretse o kadar da masraf yapıyorsan bu işin riskine katlanıyorsun demektir.Risk ki sana kazandıracakları ve kaybettirecekleri üzerinden yapılan bir matematiksel işlem.Kazanırken iyi de kaybederken kötü mü? Yine işin içine doymak bilmeyen kapitalist hayvan giriyor ve sanatçıya dişlerimi gösteriyor.O zaman ben de diyorum ki açgözlülüğünüz geçmediği sürece "ONLARIN FİLMLERİNE GİTMEYİNİZ.""



*
Share/Save/Bookmark

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder