Aylar once burdan da haberini vermiştim.Muhteşem kadrosuyla daha o zamanlardan merak uyandırmaya başlamıştı.Önce hayli kasvetli teaser’ı ve ardından daha da meraklandıran fragmanı ve en nihayetinde vizyona girmesiyle daha şimdiden yılın en iyi filmleri arasında gösterilmeye başlandı.İki efsane Yavuz Turgul - Şener Şen’i tekrar buluşturmasıyla zaten beklentiler yeni bir başyapıt mı geliyor havasındaydı.Bu güne kadar Eşkiya -Kabadayı -Gönül yarası gibi nice başyapıt ortaya koyan bu ortaklıktan bir tanesini daha beklememek mütevazilik olurdu.Hele hele son yıllarda az sayıda yapımla perdeye çıkan Şener Şen’i tekrar bizle buluşturduğu için ayrı bir önemi vardı bu işin.Bir de buna artı olarak şimdiden genç yaşında efsane statüsüne erişmiş Cem Yılmaz’ın bu kadroya katılmış olması filme olan beklentileri en üst seviyeye çıkarıyordu.
Sheakespeare’nin "cinayet yerin bütün toprağıyla örtülse yine kendini belli eder.” sözüyle açılan filmde zaten her polisiye filmlerinde olduğu gibi sonunun açıklanmasına dair ipucunu veriyor.Öncelikle bir ormanda suda çalılıkların içinde bulunan kesik bir elle başlayan olaylar görgüsü zaman geçtikçe cinayetin de basit olmadığı birbirinden çok farklı birden fazla şüphelinin varlığı ile ortaya çıkıyor.Zengin bir holding patronunun yanaşması ailesi,uyuşturucu satıcısı sevgili ile birlikte son derece karmaşık olayların bizi beklediği anlaşılıyor.Alfred Hitchcock’un dediği gibi “filmler cinayeti basit ve temiz bir şey gibi önümüze getirir.Bense birini öldürmenin ne kadar zor ve kirli bir iş olduğunu gösteriririm” lafından hareketle işin içine girdikçe polisler kadar izleyenlerde pisliğin içine dalıyor. Her ustanın kendi işini anlatan hayat mottosu olduğu gibi Avcı Ferman (Şener Şen)’ında “bakış açını değiştir” mottosu ile cinayet masası polislerinin ve dolayısıyla izleyenlerin ayrıntılara takılıp kalmamak adına yapması gerekeni baştan söylüyor. Cinayet filmlerinin ana mantığı çevresinde yüksek heyecanlı finale giderken yan rollerde diğer karakterlere ve onların hayatlarından kesitler izliyoruz.Deli İdris(Cem Yılmaz)’ ın deliliklerini ve açmazlarını izlerken diğer yandan Çömez Hasan(Okan Yalabık)’ ın mesleğinin en başında mesleğine girişi ve hayatını sorgulamasını izliyoruz.Tabi ana karakter olarak emekliliğe giden yolda son dosya olarak aldığı bu davanın gittikçe dallanıp budaklanması karşısında bir nevi izzeti nefis meselesi yapan Avcı Ferman’ ın hayatına konuk oluyoruz.Yavuz Turgul sinemasının ana unsurlarından biri olarak olayın kahramanlarının hikayelerine ışık tuttukça cinayet aslında ikinci planda kalıyor,böylelikle izleyici olay örgüsünde kafasında bazı şeyleri kurarken polislerimiz onların arkasından geliyor.Ama sonlara doğru izleyici de çıkmaza girince imdada yine kurtarıcı olarak Avcı geliyor.
Görüşlerini ve yazılarını sevdiğin sinema yazarlarından Mehmet Açar konuyu hayli ilginç bir noktadan ele alıyor ve Avcı Ferman gibi bakış açımızı değiştirerek bize filmi başka bir taraftan bakmamızı sağlıyor..Anlatım bütünlüğünü bozmamak adına kendi yazdıklarına göz atacak olursak;
“...öbür dünyadan sesini duyduğumuz pamuk'un trajedisinin asıl sorumluları, hayatına şekil veren erkekler. ama Turgul, sadece onu bir kurban haline getiren erkekler (baba, ağabeyler, sevgili ve eş) üzerinden okumuyor Türkiye'yi. Katili yakalamaya çalışırken kendi kişisel sorunlarına gömülüp giden üç erkek polisin öykülerine de odaklanıyor. hatta belirli bir noktadan sonra, film tümüyle bu erkeklerin dramları ve çıkmazları üzerinden ilerliyor. Şiddeti, silahı bir çözüm olarak gören deli idris'in (cem yılmaz) kadın düşmanlığı, pamuk'un hayatını karartan erkeklerden çok farklı değil. şener şen (avcı ferman) ise bütün turgul filmlerinde olduğu gibi yine kötülüklerle mücadele eden, şövalye ruhlu bir karakter. yavuz turgul, ferman (kentli orta sınıf bürokrat) - çolakzade (taşralı hür teşebbüs) çatışması üzerinden ilerleyerek, bir tarafa merhamet ve vicdanı, diğer tarafa ise rekabetçi kapitalizmin acımasızlığını koyuyor. bu çatışmada bir çeşit anahtar karakter olan çömez hasan (okan yalabık) ise bir karar aşamasında. bir yanda ölümler ve cesetlerle dolu cinayet masası, diğer yanda müstakbel kayınpederinin vaat ettiği kasap - restoran zinciri... çömez'in ruh sağlığını giderek kaybetmesi filmin pek iyimser olmadığının bir kanıtı.
İşte bu noktada Yavuz Turgul son derece mükemmel işlenen karelerle birlikte kurduğu puslu kirli dünyada sağlam bir sinema dili kullanarak cinayetin soğukluğu paralelinde yine soğuk renklerin hakimiyetinde başarılı kaotik bir atmosfer sunuyor bize.
Filmin içeriğine gelecek olursak, senaryonun konuyu ve oyunculukları taşıyamadığı eleştirileri üzerinden hareketle bunun aslında insanların nereden baktığında alakalı olduğunu söylemek gerek. CSI gibi, Without A Trace gibi, Cold Case gibi kafayı karıştıracak ince detaylarla örülmüş polisiye cinayet dizilerine ya da Hollywood’daki örneklerine alışkın izleyicinin bu filmde pek de doymuş olmaması normal. Zira 45 dakikalık bölümlerde temponun hayli yüksek tutulmasını ve sona doğru yaklaştıkça getirdiği gerilimi 180 küsür dakikalık bir filmden beklemek haksızlık olur. Hele Yavuz Turgul gibi karakterlerini ince ince işleyen yönetmen için sadece cinayete odaklanmak pek beklenmedik bir durum olurdu.Zira yukarıda Mehmet Açar’ın yazdıklarında da maktul kızın etrafındaki erkeklerin çıkmazlarını anlatması bakımında bu film polisiye cinayet filminden çok dram türünde de adlandırılabilir.
Diğer bir nokta ise filmi alt metni olarak işlenen av-avcı arasındaki felsefik ikilem.Hayatını katilleri aramaya adayan ama darwinci anlayışla avcılığı pek de seçmeyen naif huylu Avcı Ferman’ın hayatında gerçek anlamda da mecazi anlamda da avcılığı seçmiş hırçın zengin Çolakzade’nin karşılıklı kurduğu ikilem işte bu av-avcı ikilemini çok güzel anlatıyor.Yaşamın devamı için her şeyi mübah gören yani büyük balığın küçük balığı yediği bir dünyanın (Mehmet Açar’ın tabiriyle rekabetçi kapitalizm acımasızlığının) temsilcisi Çolakzade’ nin kurduğu dünyaya elinde silah olmadan dalan Avcı Ferman gerçeğin peşinde hayatını ortaya koyan bir şövalye gibi parlıyor.
Filmle ilgili bir başka konu ise elbetteki Cem Yılmaz’ın filmdeki konumu.Laz polis Deli İdris’i deyim yerindeyse oynamıyor yaşıyor Cem Yılmaz.Diğer oyuncularla karşılaştırıldığında sinema konusunda daha yolun başında olan Cem Yılmaz filmin en büyük handikapı konumundaydı ama bütün bunları haksız çıkarırcasına olağanüstü bir oyunculuk ortaya koyuyor. Ama filmin en büyük artılarında bir olmasına karşın aynı zamanda eksilerinden biri de oluyor. Zira yıllardır yaratmış olduğu komedi fenomeni ciddi bir iş yaptığı havasını bozuyor. Aynen dr.frankestein gibi kendi yarattığı şey yine kendine zarar veriyor. Oyunculuk anlamında,senaryo anlamında son derece başarlı ve yetenekli olmasına karşın halen kendisi sinemaya tam anlamıyla veremeyişin ve son açıklamalarına göre komediye geri döndüğünü söylemesinin örnek olarak gösterebiliriz. Çok ciddi sahnelerde bile izleyicilerin katıla katıla gülme ihtiyacını yıkması için öncelikle Cem Yılmaz’ın kendini yaratan durumu yine kendisi yıkması lazım.İnsanları katıla katıla ağlatacağı oyunculuklar sergilemeli ki perdede ki inandırıcılığı artsın.
Sonuç olarak filmin başarısını yine nereden baktığınızla alakalı olarak ortaya koyabiliriz.Csi gibi filmlerin dizilerin örneğinde filme sırf cinayet polisiyesi gözüyle bakarsak pek de tatmin olamayız ama av-avcı kavramının felsefik altyapısını günümüz dünyasıyla harmanlayıp önümüze sunmasını daha önemsersek bir başka Yavuz Turgul-Şener Şen başyapıtıyla karşı karşıyayız demektir.
*