*
24 Kasım 2013 Pazar
21 Kasım 2013 Perşembe
Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.
Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...
Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.
Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.
"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.
Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;
http://hurriyetbenim.hurriyet.com.tr/video.aspx?k=MTXWZ2U4DMT
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.
19 Kasım 2013 Salı
Kirk von Hammett's Fear FestEvil
Metallica'nın gitaristi nevi şahsına münhasır Kirk Hammett'ın sağlam bir korku filmi hastası olduğunu Metallica'on ve Hammett'ın sıkı takipçileri iyi bilir.Kendi tabiriyle beş yaşında ilk kez korku filmi izlediğinden beri, bu türe fena halde takıntılı olan Hammett yakın zamanda 224 sayfalık "Too much Horror Business" adlı kitabıyla yıllarca topladığı korku filmi objelerini hayranlarıyla paylaşmıştı. Hammett bununla yetinmeyipşimdi de kendi adıyla korku filmi festivali düzenliyor. 'Kirk von Hammett Fear FestEvil' adıyla 6-8 Şubat 2014'de San Francisco'da düzenleyeceği festival süresince korku filmi türüne dair paneller ve konserler olacakmış. Festivalde çıkacak kesinleşen ilk grup ise San Francisco'lu doom grubu Orchid.Bir röportajında en sevdiği korku filmi olarak 1932 yapımı "The Mummy" ve 70'lerdeki düşük bütçeli ucuz "Dracula vs. Frankenstein" filmini söyleyen Hammett şunu da eklemeyi ihmal etmiyor; 'benim için bu bitmeyecek bir şey, hangi filmi düşünürsem düşüneyim en iyi filmimin o olduğunu düşünüyorum.Bu benim için oldukça zor."
meraklısı için konuyla ilgili linkler;
festival sitesi http://www.fearfestevil.com/
facebook etkinlik sayfası https://www.facebook.com/events/397068500422562/
http://www.blabbermouth.net/news/metallicas-kirk-hammett-to-host-his-own-horror-convention/
Kirk von Hammett's Fear FestEvil
18 Kasım 2013 Pazartesi
16 Ekim 2013 Çarşamba
Film Ekimimden 'Jeune et Jolie'

Film ekiminde izlediklerimden üçüncü sırada François Ozon ustanın son filmi Jeune et jolie (Genç ve güzel) .Mayıs ayında Cannes Film festivalinde görücüye çıkan film,tipik Fransız burjuva ailesinde her türlü konfora sahip 17 yaşındaki Isabelle’nin ailesiyle çıktığı yaz tatilinde alman turist Felix ile ilk cinsel deneyimini yaşamasını ve bunun ardından cinsel uyanışını anlatır.
4 şarkı 4 mevsim olarak adlandırılan her bir bölümde Isabelle’nin yaşadığı cinsellik toplumsal normlardan oldukça uzaklaşarak para-haz eksenine kayıyor ve hiç bir rasyonel nedene sahip olmaksızın filmin isminde de geçtiği gibi Isabelle gençliğinin ve güzelliğinin (son)baharında fahişelik yapmaya başlıyor. Gerçi filmin karakteri için Ozon bir röportajında fahişelik tanımını kullanmıyor ve para karşılığı seks yapmanın her kadın için arzulandığını vurgulayarak esas kızımızın da bundan hareketle arzularının peşinde kendi cinsel kimliğini aradığını söylüyor.
Yaz ve sonbaharın ardından internetten tanıştığı kişilerle para karşılığı ilişkiye girmeye devam eden Isabelle’nin yaşadığı bir talihsizlik hayatını ve sürdürdüğü küçük oyunu alt üst edecek,kendisini bir anda toplumun namus bekçileri tarafından suçlu konumunda bulacaktır.

Filme dair eleştirilere gelecek olursak, Bunuel’in ünlü Gündüz güzeli filminden hareketle tipik fransız burjuvasının ahlaki çöküntüleri üstüne bir eleştiri olarak çekilseydi eğer işte o zaman üstüne kurduğu dramatik ve erotik yapı bir anlam ifade ederdi. Oysaki Ozon ustadan beklenmeyecek bir şekilde, sadık fanlarını da hayal kırıklığını uğratıp sadece ekrana getirdiği 17 yaşındaki Isabelle’nin hayatını bir röntgenci misali izlemekle yetiniyoruz. Konu hakkında zihnimizde kurduğumuz mahkeme sahnesini filmin hiç bir yerinde oynatmayarak bıçak sırtı ilerleyen konu çok derin sulara doğru gidiyor. Filmle ilgili çoğu eleştiride de bu noktaya değiniliyor.
François Ozon hikaye ettiği Isabelle’nin cinsel uyanışında nedenlere ve etkilerine hiç bulaşmadan, derinlemesine irdelemeden sadece görsel anlamda yaşananları göstermesi,suya sabuna bulaşmak istemeyip adeta ‘sex sells’in amacıyla çekildiği hissiyatı uyandırmıyorda değil hani.


Tabi şunu da belirtmek lazım, teşbihte hata olmaz derler, Perdeye yansıyan o erotizmin, Isabelle’nin o masum güzelliğin filmin ana omurgası olması, bir meta olarak da olsa güzelliğin başrol olması François Ozon gibi bir ustanın elinden çıkabilirdi elbet. Hiç bir sahnede çiğ bir ‘sex sells’ amacı asla hissedilmiyor. Bu durumu şöyle açıklayabiliriz. Bir kadın ve onun saf güzelliği Ozon filmlerinde her zaman vardır ama bu güzelliğin arkasında da dramatik bir yapı yatar. İşte Juene et jolie de maalesef bu bahsettiğimiz dramatik hikaye yok maalesef. Ozon sinemasına aşina olanların hep beklediği bir beklentidir bu.Ken Loach filmi izleyip ingiliz işçi sınıfına ait bir hikaye beklememek gibi. Her filmi öncesi büyük beklentiler uyandıran sinemacı olmanın da belki de olumsuz bir tarafıdır bu galiba.
17 yaşındaki Isabelle’ye hayat veren Marine Vacth’un saf güzelliği filmi tek başına sırtlıyor kesinlikle. Dramatik bir yapı olmadığı için oyunculuk anlamında pek kendini gösteremese de güzelliğiyle sadece görünmesi son derece sinematik bir izlek oluşturuyor. Tabi kameranın arkasında da Ozon gibi bir usta varsa mümkündür bu.
Sonuç olarak senaryo anlamında yeteri kadar doyurucu olmasa da görüntü anlamında tam bir Ozon filmi. *
Film Ekimimden 'Jeune et Jolie'
15 Ekim 2013 Salı
Film Ekimimden 'Sefertası'
Bu yıl Film ekimi kapsamında gösterilen Ritesh Batra’nın ilk uzun metraj filmi Dabba(Lunchbox-Sefertası) Hindistan’ın Mumbai (Bombay) kentinde Harvard profesörlerinin bile gelip araştırma yaptığı sefertası dağıtımın sistemi Dabbawalla ekseninde güzel bir kavuşamama hikayesini anlatıyor.Filme girmeden önce biraz Dabbawalla sisteminden bahsetmek gerek. Hintçe Dabba sefertası, walla ise adam anlamına gelmektedir. Hepimizin bildiği küçük yuvarlak kutuların üstüste konmasıyla oluşturulan sefer tasının aynısı. Bu kutu adam denilen kişiler her sabah evlerden sefer taslarını toplayıp gerekli yerlere öğlen yemeklerine yetiştiriyorlar. Tabi bu cümle kolay gibi geliyor ama Hindistan’ın o kaosunu düşününce çok da kolay gelmiyor açıkçası. 125 yıllık bir geleneğin ürünü yaklaşık 5.000 dabbawallalar 200.000 sefertasını sorunsuz bir şekilde müthiş bir organizasyon ağıyla dağıtıyorlar. Dile kolay evet ama yılda yaklaşık 65 milyon öğün sorunsuz bir şekilde sahibine ulaştırılıyor. Okuma yazma dahi bilmeyen bu sefertası adamların renk kodları, iç güdüler ve takım çalışmasıyla bu işin altında kalkması hakikaten de profesörleri üstünde çalıştıracak kadar önemli bir konu. Forbes dergisi bu sistemi altı sigma performans değerlemesine tabi tutmuş ve %99.999999 doğruluk oranı vermiş. Yani kısacası 1 milyon dağıtımda 1 tanesi hatalı yere gidiyor.

İşte bu kusursuza yakın sistemdeki 1 hatalı dağıtım sayesinde filmimizin hikayesi çıkıyor ve kocasının ilgisizliğinden yakınıp yemekleriyle tekrar onun ilgisini çekmeye çalışan Ila ve eşinin ölümünden sonra hayatta bir amacı kalmamış emekliliğine yakın Saajan’la tanışıyoruz.
Hikaye bu ya yanlış gelen sefer tasındaki lezzetli yemekleri yiyen Saajan bir sonraki gün bir teşekkür mektubu yazar ve aralarında hayatlarındaki boşlukları doldurabilecekleri bir dostluk bağı oluşur. Saajan devlet dairesinde istihkak muhasebecisi olarak çalışmaktadır. Sıkıcı bir işinin yanı sıra eşinin ölümünden sonra hiçbir beklentisi kalmamıştır. Tek isteği erken emekli olup işinden evinden uzaklaşmaktır. Yerine geçecek olan hayat dolu Shaikh’le bile ilgilenmez, ona ters davranır. Gel zaman git zaman lezzetli yemeklerin yanı sıra dertlerini kederlerini anlatabildiği bir mektup arkadaşı Ila ile her şeyini paylaşır hale gelmiştir. Aynı şey Ila için de geçerlidir. Eşinin ilgisizliğinden bıkmış gündelik işlere boğulmuş bir ev kadını olan Ila’da aynı Saajan gibi onu boğan her şeyden kaçmak istemektedir. Küçük kızının kitabında gördüğü insanların ferah içinde yaşağıdığı Nepal’e gitmek arzusundadır. Saajan’la olan dostlukları zamanla yerini adını koyamadıkları farklı bir duyguya evrilse de her ikisi asıl kendi hayatlarını sorgulamaktadırlar.
Artık Hollywood'da da görmeye alıştığımız Bollywood’un ünlü yüzü İrrfan Khan ve doğu halklarının tüm güzellik öğelerini taşıyan Nimrat Kaur karşılıklı olarak oynamasalar da Hindistan’ın o meşhur kaosuyla beraber hayatın tüm sıkılmışlıkları arasında insanların çıkmazlarını çok güzel yansıtıyorlar. Dil-din-ırk gözetmeksizin bin yıllardır geçerliliğini koruyan “Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” mottosundan hareketle hayatın bütün tatsızlıklarını biraz tuz, biraz baharat ile gidermeye çalışan Ila ve bence filmin esas kahramanı hiç gözükmeyen üst kat komşusu teyzenin diologları son derece keyif veriyor ve filmin mizah damarını oluşturuyor. Saajan’ın da yatay-dikey mezar aforizması ile hayatın koşturmacasına yapığı varoluşsal göndermeler filmin ağır basan alt metnini oluşturuyor.
Filmde hayata dair bir çok aforizma mevcut. Zaten spiritüalizm diyince konunun membası Hindistan’da tanrısal zeminde olmasa da Kafkaesk zeminde kurulan hayatın sorgulanmasında kusursuz işlendiği düşünülen bir sistemde bile olabilecek bir hatadan böyle bir dostluğun kurulmasıyla rastlantısal bir zemin kuruyor kendine. “bazen yanlış bindiğiniz bir tren sizi doğru istasyonda indirir.” mottosu da işte burda ortaya çıkıyor ve filmin ana omurgasını oluşturuyor.
Hayata dair düşündürmeleriyle, lezzetli yemekleriyle, Hindistan'ın renkli atmosferinde kaosuyla neşesiyle içinizi ısıtacak bir film Sefer tası. Afiyet olsun.
**Filmle alakasız ama yazarken bunu dinledim, güzel gitti. Yazının soundtrack'i olabilir.
Film Ekimimden 'Sefertası'
14 Ekim 2013 Pazartesi
Sinema Bir Mucizedir 4 Yaşında
İnsan kendi çocuğunu büyütürken anlamaz ya nasıl büyüdüğünü, benimki de aynı o hesap. Daha dün gibi geliyor şuraya bir şeyler karalamaya başlayalı.Ne zaman dört koca sene geçti bilemiyorum. Gerçi hayatımda her şey çok çabuk gelişiyor ama hiçbir şeye ayak uyduramadığım gibi koca 4 yılı devirmenin aksine daha ilk zamanlardaymışım gibi bir hissiyattayım. Bakalım daha ne kadar ilerletebilirim bu mecra da bilmiyorum ama insanlık için küçük benim için önemli olan bu sitede sinema üstüne yazmak son derece keyif verici. Umarım okuyanlar da benim sinemadan aldığım keyfi alıyorlardır. Nice yıllara mucizem:)
*
Sinema Bir Mucizedir 4 Yaşında
Kaydol:
Yorumlar (Atom)























.jpg)



























