28 Haziran 2010 Pazartesi
Bir dahaki sefere artık
*
Şampiyonların yeri İstanbul
Şampiyonların yeri İstanbul
24 Haziran 2010 Perşembe
Av Mevsimine az kaldı
Av Mevsimine az kaldı
22 Haziran 2010 Salı
Oyuncak Hikayesi devam ediyor
Oyuncak Hikayesi devam ediyor
21 Haziran 2010 Pazartesi
Geri Sayım Başlasın
Hasret bitiyor.Canımız ciğerimiz MAD MEN'imiz 25 Temmuzda 4.sezonuyla televizyonumuza arzı endam edecek.Bakalım bu sezon ne gibi süprizlerle karşılaşacağız.
*
Geri Sayım Başlasın
Üstad der ki;
Filmler asla "sadece film" ya da bizleri eğlendirmeyi ve dolayısıyla dikkatimizi dağıtarak bizi toplumsal gerçekliğimizle ilgili asıl sorunlardan ve mücadelelerden uzaklaştırmayı amaçlayan hafif kurgular değildir. Filmler yalan söylerken bile toplumsal yapımızın can evindeki yalanı söylerler.
Bu nedenle, elinizdeki kitabı yanlızca filmlerin toplumsal gerçeği nasıl yansıttığı ya da meşrulaştırdığıyla ilgilenenler değil, toplumlarımızın nasıl olup da kendilerini ancak filmler aracılığıyla yeniden ürettiği konusunda fikir sahibi olmak isteyenler de okumalı. Uzun lafın kısası, tam da bu sebepten dolayı 'Filmlerle Sosyoloji'yi hemen hemen herkes okumalı.(Slavoj Zizek)
''Spielberg'ün Schindler'in Listesi / Schindler's List filmiyle bir karşılaştırmaya gitmek bu noktada faydalı olabilir: Filmin sanatsal ve siyasal anlamda başarısızlığı ortada olsa da, kahraman olarak Schindler'in tercih edilmesi doğru bir seçimdi; zira Yahudilere yardım etmek için bir şeyler YAPMIŞ bir Alman'ın resmedilmesi, aslında hem bir şeyler yapmanın mümkün olduğunu kanıtlıyor, hem de bir şey yapmanın imkânsız olduğunu öne sürerek hiçbir şey yapmamış olanları etkili bir şekilde kınamayı mümkün kılıyor. Uçuş 93'ün ise bunun aksine isyana odaklanması, bizi asıl soruları sormaktan alıkoyuyor. Aklımızdan basit bir deney yapalım ve iki filmi de başka türlü hayal edelim: Diyelim ki Uçuş 93, American Airlines'ın 11 sefer sayılı uçuşunu (veya hedefini vuran başka bir uçağı) ve bu yolcuların öyküsünü anlatsın; Dünya Ticaret Merkezi de İkiz Kuleler'in enkazı altında uzun süre ıstırap çekip ölen iki polis ya da itfaiyecinin öyküsü olarak yeniden çekilsin. Bu versiyonları işledikten sonra, bu korkunç suçu bir biçimde meşrulaştırmak ya da "anlayışla" karşılamaktan ziyade, durumun asıl dehşetiyle yüz yüze gelir ve düşünmeye, kendimize böyle bir şeyin nasıl olabildiğine ve ne anlama geldiğine dair ciddi sorular sormaya mecbur kalırdık.'' (Slavoj Zizek, Toplumsalın Kalbindeki Film)
*Üstad der ki;
14 Haziran 2010 Pazartesi
İstanbul Belgesele Doyacak
Bu sene üçüncüsü düzenlenecek İstanbul Belgesel Günleri yine diğer senelerde olduğu gibi 35 ülkeden 120’den fazla belgeseli belgeselseverlerle buluşturuyor.22 Haziran’da başlayacak belgesel günleri 27 Hazirana kadar devam edecek.Belgesel sinemacılığı adına çok güzel yapıtları belgeselseverlerle buluşturmayı amaç edinen Documentarist,hem sinemanın kurguyla birleşen hayal dünyasını bilimin gerçekleri ile çok iyi harmanlayan belgesel sinemacılığı umarım günün birinde sinemalarda ve ya televizyon kanallarında hakettiği yeri bulur.Televizyon kanallarında ceza için değil ödül için yayınlatıldığı bir Türkiye şüphesiz ki medeniyet yarışında en önlere çıkacaktır.
Belgesel günlerine gelecek olursak festivale dair birkaç bilgi;
DOCUMENTARIST - İstanbul Belgesel Günleri'nin üçüncüsü, 22-27 Haziran 2010'da kapsamlı bir programla ve zengin bir yan etkinlik programıyla birlikte gerçekleşiyor. Belgesel dünyasından önemli konukların ağırlanacağı festivalde, son dönemde dünya festivallerinde ödüller kazanmış bir çok önemli belgesel ilk kez İstanbul'a uğrayacak.Festivalin bu seneki tematik bölümleri, dünyanın doğal kaynaklarının tükenişine dair filmlerin yer aldığı Kapitalizm Çıkmazı, sinemacıların kent yaşamına özellikle de metropollere bakışını yansıtan Kent ve Sinema, dünyanın en sorunlu bölgesinin kangren olmuş sorunlarına odaklanan Ortadoğu'nun Fay Hattı: Filistin-İsrail, sırf kadın olmaktan kaynaklanan sorunların irdelendiği Kadınlık Halleri gibi başlıklardan oluşuyor.
MERCEK ALTINDA: BALKANLAR
Yunanistan, Hırvatistan, Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova, Bulgaristan ve Romanya'dan 15 filmin yer aldığı Balkanlar bölümüne, bu ülkelerden sektör temsilcilerinin katılacağı ve deneyimlerini aktaracağı bir panel de eşlik edecek. Panelde bölgedeki belgeselcilerin sorunları masaya yatırılırken, Türkiye'deki meslektaşları ile olası işbirliği imkanları tartışılacak. Konuk konuşmacılar arasında Selanik Belgesel Festivali'nin kurucusu ve direktörü olan, kısa bir süre önce Selanik Film Festivali'nin yönetmenliğine de atanan Dimitri Eipides, Saraybosna Film Festivali danışmanlarından Rada Sesic, Balkan Belgesel Merkezi'nden Martichka Bozhilova, Kosova'daki DokuFest Belgesel Film Festivali yöneticisi Veton Nurkollari ile Romanya'dan yönetmen Diana Deleanu yer alıyor.
KENTE BİR FİLM GELMİŞ!
DOCUMENTARIST'in bu yılki ana bölümlerinden biri de kentlere ayrıldı. Kent yaşamına ve sorunlarına dair filmlerin yer aldığı Kent ve Sinema başlıklı seçkide, Mumbay, Kahire, Şangay ve Bogota üzerine gerçekleştirilmiş dört belgeselden oluşan Danimarka yapımı 'Citites on Speed' serisi gibi yeni yapımların yanısıra, Jean Vigo, Krzysztof Kieslowski, Alain Resnais, Walter Ruttman, Johan van der Keuken gibi ustaların gölgede kalmış yapıtları da bulunuyor. Walter Ruttman’ın 1927 tarihli başyapıtı “Berlin, Bir Şehir Senfonisi” (Berlin: Die Sinfonie der Großstadt, 1927), Krzysztof Kieslowski’nin erken dönem filmlerinden “Lodz Kentinden” (Z miasta Lodzi, 1968), Jean Vigo'nun ilk filmi “Nice Hakkında” (A propos de Nice, 1930), Alais Resnais ve Robert Hessens'in “Guernica” (1950) ile Johan van der Keuken’in destansı filmi “Amsterdam Küresel Köyü” (Amsterdam Global Village, 1996) adlı yapıtları seçkideki klasikler arasında.
SİNEMA USTALARI, SİYAD SEÇKİSİ, İPŞİROĞLU ve ÖTESİ
DOCUMENTARİST 2010 programında üç büyük yönetmene dair birer çarpıcı belgesel de var: “Andrzej Wajda: Haydi Çekelim!” (A. Wajda: Let's Shoot!) “Katyn” filminin set arkasını anlatırken ünlü ustanın dünyasına bir yolculuk yaptırıyor. İsviçreli usta yönetmenin hayatını anlatan “Daniel Schmid: Düşünen Kedi” (Daniel Schmid – Le chat qui pense) seyircide hayli duygusal bir iz birakırken, David Lynch'in izini süren ve sonradan yönetmenin şimşeklerini üzerine çeken “David Uçmak İstiyor” (David Wants to Fly) ise epeyce sansasyonel bir etki yaratacak.
ALTI MEKANDA GÖSTERİM
Kısacası, 22-27 Haziran haftasında belgeselin kalbi İstanbul'da atacak. Son dakika sürprizleri, panel, atölye ve söyleşi gibi yan etkinlikleri ile zenginleşecek olan DOCUMENTARIST'te filmler Pera Müzesi Oditoryumu, Fransız Kültür Merkezi, Akbank Sanat, Dutch Chapel, Tütün Deposu ve Sismanoglio Megaro (Yunanistan Konsolosluğu'nun İstiklal Caddesi üzerindeki yeni binası) salonu olmak üzere 6 mekanda gösterilecek.
Ana sponsoru bulunmayan ve T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul 2010 Ajansı'ndan bu sene de destek alamayan DOCUMENTARIST, Avrasya Sanat Kolektifi'nin (ASK) organizasyonu olarak büyük ölçüde konsoloslukların ve gönüllülerin desteğiyle gerçekleşiyor.
Biletler My Bilet'ten ve etkinlik haftasında salon girişlerinden temin edilebilir.
Bilet fiyatları: 4 TL….”
….Etkinliğin resmi internet sitesinden alıntıdır…..
Detaylı bilgi için http://www.documentarist.org/2010/fest/home.html
*İstanbul Belgesele Doyacak
8 Haziran 2010 Salı
YIK-TIR-MI-YO-RUZ
Sonunda beklenen oldu ve Emek Sineması, İnci Pastanesi ve Yeni Rüya Sineması'nın içinde bulunduğu adada gerçekleştirilmesi planlanan sözde yenileme özde rant projesi, İstanbul 9. İdare Mahkemesi tarafından “uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabileceği” gerekçesiyle durduruldu. Bundan sonraki aşama bilirkişiler tarafından "mahallinde keşif ve inceleme" yapılmasını gerektiriyor.
Bilirkişilere sesimizi duyurmak, “Hepimiz bilirkişiyiz, Emek'i yıktırmıyoruz” demek ve mahkemenin öngördüğü doğrultuda “mahallinde keşif ve inceleme” yapmak için 11 Haziran Cuma saat 19:00'da Beyoğlu Belediyesi önünde buluşup hep beraber Emek Sineması'na yürüyoruz.
Saat 21.30'dan itibaren Emek Sineması'nda direnişin yaz sezonunu açmak için 1.Geleneksel Emek Şenliği'nde buluşuyoruz. Cümbüş Cemaat, Tatavla, Hariçten Gazelciler konserleri ve Süreyya Hardcore, FitiSound DJ setleriyle Emek Sineması'na sahip çıkacağımızı, sokakları meydanları boş bırakmayacağımızı gösteriyor ve hep beraber yürütmeyi durdurma kararını kutluyoruz!
11 Haziran Cuma
Hepimiz Bilirkişiyiz Yürüyüşü
Toplanma Yeri: Beyoğlu Belediyesi Önü Saat: 19:00
(Şahkulu Mah. Meşrutiyet cad. No:121 Tünel - Beyoğlu)
1. Geleneksel Emek Şenliği
Yer: Emek Sineması
Saat: 21:30'dan itibaren geç saatlere kadar
kaynak : http://emeksinemasi.blogspot.com/
*
YIK-TIR-MI-YO-RUZ
Bir Efsanenin Sonu : Shrek 4Ever After
Bir Efsanenin Sonu : Shrek 4Ever After
3 Haziran 2010 Perşembe
Ya Böyle Olsalardı
Bir sinema filmini oluşturma sürecinde her aşama kendi içinde önemlidir ama filmin başarı yakalanması isteniyorsa oyuncu seçme kısmı(casting) en önemli aşamalardan biri olur.Zira yönetmenin kafasında oluşturduğu mizansenin perdeye düzgün yansıması için oyuncuların role en uygun şekilde bürünmeleri gerekir.Başarı için oyuncuların,senaryonun ve yönetmenin kimyalarının uyuşması gerekir.Geçmişe dönüp baktığımızda çoğu iyi filmde oynayan oyuncuların filmi yapanlar için ilk akla gelen oyuncular olmadığı çoğu yerde yazılır çizilir.İnternette rastladığım bir sitede bu durumu afişlerle çok güzel özetlemişler.Birkaç örnek için;
Hedger Ledger ve Jake Gyllenhaal’un olağanüstü oyunculuklarıyla akademi ödülleride en iyi film dahil sekiz adaylığı bulunan Brokeback Mountain filminin yapımcıları aklına sadece Ledger ve Gyllenhall gelmemiş.Mark Wahlberg, Joaquin Phoenix, Josh Hartnett, Colin Farrel,Billy Crudup gibi birçok ismin yanı sıra Matt Damon ve Ben Affleck açık ara en ilginç ikili olurlardı.
Kaynak: http://www.listal.com/list/if-movies-follow-their-original
*Ya Böyle Olsalardı
2 Haziran 2010 Çarşamba
Bon Appetit
Nora Ephron'un 2009 yapımı filmi Julie&Julia iki ayrı gerçek hikayeden yola çıkarak sinemayla yemek kültürünün ortak noktasında en iyi örneklerden biri sayılabilecek güzel bir film.Mastering the art of French Cooking kitabının yazarı Baking with Julia Child yemek programı ile efsaneleşen Julia Child'ın yemek yapmaya başlama hikayesiyle,Julie&Julia Project adında yemek blogu ile meşhur olan Julie Powell'ın ortak noktası yemek olan hikayelerinin birleşiminden oluşan filmde Julia Child'ı efsane aktör Merly Streep yine olağanüstü bir performansla canlandırıyor.Julie Powell'ı ise yine genç kuşağın başarılı oyuncularında Amy Adams canlandırıyor.Bu ikilinin eşleri olarak Stanley Tucci ve Chris Messina eşlik ediyorlar.
İkilinin hayatlarındaki paralellikler üzerinden ilerleyen filmi daha iyi anlamak için Julia Child ve Julie Powell'ın hayatlarını iyi bilmek gerekiyor.Julia Child efsanesi konsoloslukta çalışan eşi Paul Child ile birlikte gittiği Paris'te memuriyet hayatının sonunda can sıkıntısı atmak için ahçılık kursuna gitmesiyle başlar.Amerikan yemek kültürüne Fransız yemeklerinin tadını sokmaya çalışan Child önde gelen ahçılık okulundan mezun olur ve tüm tariflerini toplayabileceği bir kitap yazmaya koyulur.Yıllar geçtikçe işler daha da zorlaşır ama en büyük desteği eşi Paul'dan alır.Amerika'ya dönüşlerinde kitabının basılmasıyla bir anda ünlenen Child daha sonraki yıllarda Baking with Julia Child adlı programıyla amerikan televizyonlarının en ünlüleri arasına girer.Julia Child'ın uzun ve sağlıklı yaşamı 2004 yılında 92 yaşında son bulur.
Julie Powell ise sıkıcı iş hayatından ve özel yaşamından bunalıp kendine Julia Child'ı idol olarak Julie&Julia Project adlı bir blog açar.Amacı bir yılda Child'ın bütün tariflerini denemek.Günler geçtikçe blogu meşhur olur ve filme esin kaynaklarından biri olan kitabını yazması için ortam hazırlanmış olur.
Yemek üzerine kurulu bir filmin kötü olma şansının olmayacağı gibi bu filmde konu olarak aldığı yemek efsanesi Julia Child'ı ekrana çok iyi yansıtıyor.Merly Streep hakkında ekstra birşey söylemek gereksiz zira bu rolüyle beraber kırılması zor bir rekorla 16. oskar adaylığını almıştı.İki oskarı bulundan efsane oyuncu yine tek kelimeyle döktürüyor.Julie Powell'ı canlandıran Amy Adams da yine güzelliği ve şirinliği ile rolünü çok iyi kotarıyor.Gerçi kendisine karşı fazlasıyla sempatim olduğundan objektif bir yorum getiremiyorum:)
Sonlarına doğru temposu biraz düşse de genel olarak orta karar bir tempoda ilerleyen filmin finali çoğu görüşe göre havada kalmış.Bunun sebebi genel olarak Hollywood sinemasının bizi her filmin mutlu sonla bitmesi gerektiğini empoze etmesidir.İki gerçek hikayeyi anlatmasıyla beraber kurguyla gerçeğin ortak noktası olarak filmin sonu hayat kadar gerçekçi bir bitişle sona eriyor.Çünkü her ne kadar aynı konu üstünden gitsede hayatlar,aslında birbirlerinden uzak bambaşka hayatlar yaşıyorlar.Esas vurgulanan her ikisininde filme konu olan kitap yazma süreçlerinde yaşadıklarının aynı olması ve en büyük desteklerini eşlerinden almaları.Sonuç olarak özellikle Merly Streep’i performansı görülmeye değer.
Filme alakalı ekstra bir bilgi ise filmde bahsedilen blogun hala var olması. http://blogs.salon.com/0001399/2002/08/25.html sitesinden ulaşılabilen blog filmi daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir..
*Bon Appetit