Tim Burton'ı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım, sinema dünyasının en nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden birisidir. Gotik unsurlarla özdeşlemiş bir sinema dili vardır. Her ne kadar kendi mitini oluşturan kült filmlerini aşacak yeni yapımlar ortaya koyamayıp tabiri yerindeyse eski işlerinin ekmeğini yıllardır yese de, sinemaseverlerin kalbinde saygın bir yere sahiptir. Her yeni filmi öncesi büyük bir beklenti doğması da olağandır. Son filmi Miss Peregrine's Home for Peculiar Children öncesinde de herkeste Edward Scissorhands (1990) zamanlarına geri dönecek mi havası hȃkimdi. Son yıllardaki vasat filmlerinin ardından sinemaseverlerde bir kırgınlık olmadı değil. Bunların üstüne bu film ayrı bir önem taşıyordu. Peki Miss Peregrine ve tuhaf çocukları bütün bu beklentileri karşılıyor mu, bence hem evet hem hayır.
Tam Tim Burton'un at koşturacağı tuhaflıkları barındıran Ranson Riggs'in romanı başlangıç noktası olarak güzel bir seçim. Kendi hikȃyelerini çeken bir yönetmen olarak başka bir hikȃyeyi sahiplenmek kolay olmasa gerek. Gerçi romanın içinde barındırdığı tuhaflıklar ve gotik unsurlar tam da Tim Burton'ın istediği kıvamda.
Bu güne kadar sinemada daha çok tuhaf kişiliklerin topluma karışamama ve ya sıradan insanları değiştirme, onların içindeki bastırılmış tuhaflıkları çıkarma hikȃyelerini izlemiştik. Klasik, bir yabancı gelir ve insanları değiştirir hikȃyeleri. Burton'ın sinematografisindeki belki en iyilerden Edward Scissorhands bu bahsettiğim konuyu en iyi yansıtan filmdir. Miss Peregrine'in hikȃyesinde ise tuhaf kişilikler kendilerini koruma içgüdüsüyle toplumdan tamamen izole olmuş durumda. Hal böyle olunca psikolojik ve sosyolojik bir altyapıda izlemiyor film. Kendilerine tamamen toplumdan izole bir hayat kuran tuhaflarımız yine kendi türdaşları tarafından huzurları kaçırılıyor ve ana karakterleri tuhaf kişilikler olan, normal insanların da yaşayabileceği bir macera filmi çıkıyor ortaya. Tek farkı normal insanlar bu tür bir janrada ellerinde silah ile mücadele ederken bizim tuhaflarımız kendi silahları ile mücadele ediyorlar. İşte yukarıda da bahsettiğimiz gibi filmi hem iyi hem de kötü yapan sebep de bu. Daha doğrusu Tim Burton filmi olarak kötü demek istiyorum. Zira diğer filmlerine nazaran daha soft bir evrende geçen film kişisel gelişimler anlamında oldukça kısır kalıyor. Her bir tuhafımızın geçmişine uzanamayışımız, sahip olduğu tuhaflıkların onların hayatlarını nasıl zorladığını bilemeyişimiz karakterleri içselleştiremememize yol açıyor. Eski formunda bir Burton hemen hemen bütün tuhafların geçmişine bizi götürür, yaşadıkları zorunlu hayatlarına kendimizi daha yakın hissedebilirdik. Tabi bu bahsettiğimiz karakter gelişim meselesi konu Tim Burton olunca bizde beklenti uyandırıyor. Herhangi daha düşük profildeki bir yönetmenden çıksaydı eğer bu film, oldukça iyi diye yorum yapmamamız için hiç bir sebep olmazdı.
Gelelim filmi iyi yapan unsurlara. Görsel anlamda yaratmış olduğu evren oldukça ilginç ve izlemesi keyifli. Florida'da başlayan hikȃyenin Galler'e uzanması oldukça güzel bir seçim. İkinci Dünya savaşı sırasında bombardımana uğrayan bir yetimhane tam tuhaflarıma uygun bir yer. Klasik anlamda tam bir perili köşk havasında. Tuhaflarımızın kendi dünyalarını yaratırken normal zaman akışının aksine kendilerine zamansal bir döngü yaratmaları oldukça ilginç kılıyor.
Oyunculuklara gelecek olursak gözler hemen Burton'un kadrolu oyuncusu Johnny Depp'i arasada daha genç bir kadroyla karşı karşıyayız. Total olarak filmin genelindeki oyunculuklara baktığımızda maalesef vasat düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Martin Scorsese'nin Hugo'sundan aşina olduğumuz başrol oyuncusu Asa Butterfield filmin ağırlığını kaldırabilecek bir ölçüde mi onu söylemek zor. Diğer çocuk oyuncuların da kendi rollerinin ağırlığını verdikleri şüpheli. Eva Green'e ise ayrı bir parantez açmak istiyorum. Kendi yaş skalasındaki bence tartışmasız en iyi oyuncu. Elbet sinema dünyasındaki diğer oyuncular da en az onun kadar yetenekli ama esas onu eşsiz kılan seçtiği filmler. Film ve dizi konusunda oldukça seçici olduğu her halinden belli olup çizdiği karakter grafiği oldukça başarılı. Özellikle Penny Dreadful'da ayrı bir oynuyordu. Kariyerinin en üst noktasıdır kesinlikle.
Filmin diğer ağır topu Samuel L. Jackon için maalesef aynı şeyleri düşünmek zor. Aşırı teatral, yer yer zorlayan oyunculuğu ağızda kekremsi bir tat bırakıyor. Kendisine biçilen karakterde de maalesef sorunların olduğu aşikar. Hem filmin villian'ı olup hem de mizah yönü ağır basan, daha doğrusu öyle yapılmaya çalışılmış ama olmamış karakteri de oynamak kolay olmasa gerek. Yine de yılların getirdiği deneyimle bir nebze kurtarıyor Samuel L. Jackson.
Filmin benim açımdan bir güzel sürprizi de Jake'in babası rolündeki Franklin'i canlandıran Chris O'Dowd. IT Crowd sevenler beni anladı tabi, kendisini ilk orada tanımıştım bu yüzden nerede görürsem göreyim "aa IT Crowd'daki Roy değil mi" demekten kendimi alıkoyamıyorum.
Sonuç olarak Tim Burton ustanın ilk dönem filmlerine yaklaşamayan ama yakın dönem filmlerine göre kat kat iyi bir film Miss Peregrine. Beter Böcek'in hatırına ustaya çok da yüklenmeyelim, gidelim izleyelim filmini.
*Sinegazete sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder