28 Şubat 2010 Pazar

Eyyvah Eyvah

eyyvah-eyvah1  Başrollerini Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın paylaştığı BKM Prodüksiyonun yeni filmi Eyyvah Eyvah’ın blogger özel gösterimindeydim.Öncelikle izlenilen pr stratejisi çok başarılı.Hollywood sinema endüstrisi dünyanın lokomotifi olurken iyi yapımların yanısıra bunu çok iyi pazarlamasıyla bu noktaya geldi ve artık milyon dolarlar değil milyar dolarlarla ölçülüyor hasılatları.Ülkemizde de uzun yıllardır yapılması gereken bu tarz stratejiler ne kadar geç kalınsada yavaş yavaş uygulanmaya başlanılıyor.Son dönem vizyon yarışında yerli filmlerin yabancı yapımları geride bırakmasıyla yerli yapımcılar bu pastadan pay kapmak için pr ajanslarına hücüm ediyor.Mesela Fatih Akın son filmi Soul Kitchen’ın Türkiye’de tanıtımını yaparken en son bir yemek programında üstlerinde Soul Kitchen mutfak önlükleri ile gördüm ki heralde bu tanıtımda son noktadır.Pazarlama ve sanat her ne kadar iki zıt kutupmuş gibi gözükse de sinema endüstrisi yaratmak istiyorsak bunun kombinasyonunu iyi yapmalıyız…

Eyvah-Eyvah-11Filme gelicek olursak senaryosunu Ata Demirer’in yazdığı yönetmenliğini Hakan Algül’ün üstlendiği projede BKM’den tanıdığımız birçok oyuncu yer alıyor.İçlerinden Demet Akbağ ki, her geçen gün varolan başarıları ile yetinemeyip sürekli üstüne koyarak ilerleyen ender oyunculardan biri ve bu rol için kesinlikle biçilmiş kaftan.Ata Demirer’in Hüseyin Badem adlı klarnetçiyi canlandırdığı filmde Demet Akbağ da Firuzan adlı pavyon şarkıcısını canlandırıyor.Konusu; Hüseyin Çanakkale’nin Geyikli ilçesinde düğünlerde klarnet çalarak kendi hayatını yaşayan komik ama bir o kadar da duygusal biridir.Ninesi ve dedesi ile birlikte yaşayan Hüseyin bir gün sandıkta öldü denilen babasına dair fotoğraf ve mektupları bulur.Aslında ölmediğini, annesinin babasından kaçtığını öğrenir ve babasını bulmak için İstanbul’a gelir.Tabi belayı her daim çeken bir kişiliği olduğundan İstanbul’da da boş durmaz ve türlü maceralara atılır.

Öncelikle vizyondaki bazı benzerlerinin aksine yapmış olmak için yapılmıştan uzak son derece samimi ve eğlenceli bir film.Ata Demirer’in stand-up gösterilerinde çok sık kullandığı trakya şiveli insanların hikayesi bu.Tabi başrolde karakterlerden çok trakya şivesi var.Ülkemizde bunu kullanmak en kolay yol ve başarı için bir o kadar da riskli.Ege veya Trakya şivesinin yıllardır komedi unsuru olarak sunulması bir noktadan sonra onu karikatürleşmesine neden oldu.Hal böyle olunca güldürmek için en kolay yol buymuş gibi gözüktü.Amabu filmde Ata Demirer bunun ayarını çok iyi yapıyor.Başarılı oyunculuklar sayesinde konuştukları şive kimsenin ağzında emanetmiş gibi durmuyor.Filmin de en büyük artısı bu.BKM gibi çok iyi oyuncuların yer aldığı bir ekipten de bu beklenirdi.Tabi filmin artıları bununla sınırlı.Zira çok iddialı bir hikayesi olmadığından tamamen samimi bir komediye bürünmüş durumda.Bu noktadan sonra filmden zevk almak kişiye kalmış bir durum.Yani gülmüşseniz iyi,gülmemişseniz kötü,ortası yok…

Eyvah-Eyvah-16 *
Share/Save/Bookmark

26 Şubat 2010 Cuma

The Hurt Locker – Ölümcül Tuzak

the-hurt_locker

 

 

 

 

Bu yılın en iddialı ve bol ödüllü filmi The Hurt Locker amerikan bağımsız sinemasının son yıllardaki en sükseli çalışmalarından biri.Yönetmeni Kathryn Bigelow’un sinematografisi açısından da farklı bir konumda zira Bafta ödülünün bir kadın yönetmene verildiği ilk film ve ayrıca akademi ödülleri tarihinde en iyi yönetmen oskarının bir kadına gitmesini sağlayacak en yakın film olarak görülüyor.Oskarlara daha iki hafta var izleyip görücez ,Peki nedir bu filmin sırrı.

Irak Savaşında görev alan Bomba imha ekibinin yaşadıkları üzerine kurulu bu filmde öncelikle esas ilginin nedeni bir kadın yönetmen ve kadının tabiatına aykırı erkeksi dürtüler üstüne kurulu savaş temasının kombinasyonu.Erkek egemen sinema anlayışına farklı gelen bu durumun filmin cinsiyetçi bir düşüncenin ürünü olduğu üzerine yoğunlaşması filmi farklı noktalara çekiyor.Filmi bir kadın ve ya bir erkek yönetmen çekebilir ama bunun eser üstündeki etkilerini süzmeye çalışmak filmi daha derinlemesine anlamamızı güçleştirir.

the-hurt-locker-pic1

Filmin bomba imha ekibi üstüne kurulu olması, savaş temasının dışında daha felsefik alt metinleri barındırmasını sağlıyor.Savaş ortamında sıcak çatışmalar içinde her an ölümle burun buruna kalınması aslında doğanın bize öğrettiği vahşi bir anlayış olsa da hayattaki şans olgusunu bomba imha uzmanı üstünden daha da kalıcı bir şekilde zihinlerimize kazıyor.Her bomba imha uzmanının hayatta bir defa hata yapma şansı vardır lafı üzerine kahramanımızın etkisiz hale getirdiği sayısız bomba aslında bizlere onun ölümle ne kadar dalga geçtiğini anlatıyor.Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide sürdürmüş olduğumuz cambazlık sadece savaşta değil insanın olduğu her yerde yaşanıyor.Arka plandaki savaşı çıkarıp yerine herhangi bir dekoru koysak bu canhıraş mücadele anlatılabilir.Misal evereste çıkan bir dağcının veya ikiz kulelerin arasında ip geren bir cambazın hikayesinde.Filmimizde  ise kahramanımız her insanın hayatında amansızca savaştığı ölüm kavramına bir kaç gol atması,kahraman yaratma iddiası olmayan bu filmde bırakında onu kendince bir kahramana dönüştürsün.

The-Hurt-Locker-931756

Dekor olarak seçtiği Irak Savaşı’nın daha evrensel bir objektiften bakıldığında bir istila,bir zulüm olduğu çok aşikar.Çoğu eleştirinin temelinde insanların filmin içinde ‘burada ne işimiz var’ alt metnini araması olduğunu söyleyebiliriz.Ama bu filmde durum başka.Başlangıçta verilen filmin mottosunda belirttiği gibi ‘War is a drug’ sözü karakterlerimizin içine işlemiş durumda.Herhangi bir uyuşturucu müptelası kesinlikle varolduğu durumu sorgulamaz.Burada da kimse buna kafa yormuyor.Kahramanımızın sıra sıra dizilmiş mısır gevreği kutuları arasında düzenden sıkılması aslında onun tozu toprağın birbirine karıştığı kaosun müptelası olduğunun göstergesi.

 Film Review The Hurt Locker   

Peki bu alt metinlerin üstüne sağlam bir hikaye var mı diye sorsak orada biraz hayal kırıklığı yaşıyoruz.Zira konu bir bütün şeklinde değil de daha ziyade parça parça skeçler şeklinde ilerliyor.Böyle olunca da kurgusundaki aksaklıklar yeterince filmin içine girilmesini engelliyor.Bunun üstüne görsel açıdan cok doyurucu olması ve çekimlerin farklılığı görüntü yönetimini çok başarılı kılıyor.Hal böyle olunca teknik açıdan iyi ama hikaye açısından yetersizlik ortaya çıkıyor.Bu dengesizlik de filmin genel başarısını etkiliyor.Bence oskarlarda Kathryn Bigelow’un en iyi yönetmen dalında şansı devam ederken ,en iyi film dalında Avatar’la pek yarışamaz gibi geliyor.7 Martta izleyip görücez.

*
Share/Save/Bookmark

24 Şubat 2010 Çarşamba

Kültür Kulübü Yeşilçam Haftası

n30446087700_953946_8744

 

 

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Kültür Kulübü, üyesi olduğum için ve sevdiğim insanların orda olmasının hiçbir etkisi altında kalmadan söylüyorum ki her zaman en güzel organizasyonlara imza atan enerjik insanların büyük bir şevkle çalıştıkları bir kulüp olmuştur..Her yıl düzenledikleri Bahar Şenliklerinin yanı sıra yıl içinde bir çok organizasyon düzenliyorlar ve düzenlemeye devam ediyorlar.Ama bu son organizasyonları diğerlerinden farklı.22 – 26 şubat tarihleri arasında gerçekleşen YEŞİLÇAM HAFTASI ile okul koridorlarında nostalji rüzgarlarının esmesini sağlıyorlar.

Çocukluğumuzun hemen hemen bütün anılarımızın başrolünde oynayan yeşilçam’ın o eskimez kokusunun tekrar etrafımızı sarmasını ve özlediğimiz yüzleri tekrar görmemizi sağlıyorlar.Teşekkürler Kültür Kulübü…18852_316502388671_644983671_3389012_5435665_n

          24887_1374282281337_1360214327_2159650_439851_n 24887_1374282321338_1360214327_2159651_4467299_n  24887_1374282241336_1360214327_2159649_8312603_n

*
Share/Save/Bookmark

23 Şubat 2010 Salı

3. Yeşilçam Ödülleri Adayları açıklandı

Gelişen sinema sektörü ile sinemacılara ve film yapımlarına daha cazip gelen sinema sanatı her ne kadar sektörleşip bir ‘business’ haline gelsede bu işin esas hareket noktası motivasyon kaynağı sanatsal tatmin hiçbir gişe rakamıyla giderilemez.Bununla hareketle sinema sanatçıları için en büyük gurur verilen ödüllerdir.Ülkemizde sinema dünyasındaki gelişme ile birlikte önemi daha artan ödül törenlerinden en iyisi yeşilçam ödülleri bu sene 3.defa verilecek.Kültür ve Turizm Bakanlığının desteğiyle Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür (TÜRSAK) Vakfı ile Beyoğlu Belediyesinin düzenlediği ve Turkcell'in ana sponsorluğunda gerçekleştirilen '3. Yeşilçam Ödülleri 23 martta sahiplerine verilecek ve ödül töreni Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılacak.

EN İYİ FİLM:

  • Güneşi Gördüm
  • Hayat Var
  • İki Dil Bir Bavul
  • Nefes: Vatan Sağolsun
  • Pandora'nın Kutusu
  • Vavien.

75-nefes_vatan_sagolsun gunesi_gordum hayat-var-reha-erdem-poster

n3wxAf0lxh vavien-afis-500x722 ikidilbirbavul

EN İYİ YÖNETMEN:

  • Levent Semerci-Nefes: Vatan Sağolsun
  • Mahsin Kırmızıgül-Güneşi Gördüm
  • Reha Erdem-Hayat Var
  • Yağmur ve Durul Taylan-Vavien
  • Yeşil Ustaoğlu-Pandora'nın Kutusu
  • Zeki Demirkubuz-Kıskanmak.

EN İYİ KADIN OYUNCU:

  • Binnur Kaya-Vavien
  • Demet Evgar-Güneşi Gördüm
  • Meral Çetinkaya-Karanlıktakiler
  • Nergis Öztürk-Kıskanmak
  • Nesrin Cevadzade-Dilber'in Sekiz Günü
  • Şerif Sezer-Deli Deli Olma.

EN İYİ ERKEK OYUNCU:

  • Engin Günaydın-Vavien
  • Mert Fırat-Başka Dilde Aşk
  • Mete Horozoğlu-Nefes: Vatan Sağolsun
  • Nadir Sarıbacak-Uzak İhtimal
  • Öner Erkan-Bornova Bornova
  • Yılmaz Erdoğan-Neşeli Hayat.

EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU:

  • Cemal Toktaş-Güneşi Gördüm
  • Cezmi Baskın-Neşeli Hayat
  • Genco Erkal-Pazar: Bir Ticaret Masalı
  • Mustafa Uzunyılmaz-Mommo-Kızkardeşim
  • Settar Tanrıöğen-Vavien.

EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU:

  • Berrak Tüzünataç-Kıskanmak
  • Derya Alabora-Pandora'nın Kutusu
  • Hasibe Eren-Usta
  • Lale Mansur-Başka Dilde Aşk
  • Serra Yılmaz- Vavien.

EN İYİ SENARYO:

  • Engin Günaydın-Vavien
  • İnal Temelkuran- Bornova Bornova
  • Levent Semerci, M. İlkay Altınay ve Hakan Evrensel-Nefes:Vatan Sağolsun
  • Yeşim Ustaoğlu-Pandora'nın Kutusu,
  • Yılmaz Erdoğan-Neşeli Hayat.

EN İYİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: Floren Henry-Hayat Var, Gökhan Tiryaki-Vavien, Hayk Kırakosyan-7 Kocalı Hürmüz, Levent Semerci ve Vedat Özdemir-Nefes:Vatan Sağolsun, Soykut Turan-Güneşi Gördüm.

EN İYİ MÜZİK: Atilla Özdemiroğlu-Vavien, Ender Akay ve Sunay Özgür-7 Kocalı Hürmüz, Erkan Oğur-Mommo-Kızkardeşim, Mazlum Çimen-Nokta, Yıldıray Gürgen, Tevfik Akbaşlı ve Mahsun Kırmızıgül-Güneşi Gördüm.

EN İYİ GENÇ YETENEK: BKM Mutfak Oyuncuları-Neşeli Hayat, Damla Sönmez- Bornova Bornova, Elit İşcan- Hayat Var, Onur Ünsal-Pandora'nın Kutusu, Umut Kurt-Güz Sancısı.

TURKCELL İLK FİLM ÖDÜLÜ: Başka Dilde Aşk-İlksen Başarır, İki Dil Bir Bavul-Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan, Mommo-Kızkardeşim-Atalay Taşdiken, Nefes: Vatan Sağolsun-Levent Semerci, Uzak İhtimal-Mahmut Fazıl Coşkun.

*
Share/Save/Bookmark

Bafta Ödülleri Sahiplerini Buldu

İngiltere’nin oscarları olarak bilinen İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi’nin dağıttığı Bafta ödülleri Royal Opera House’da yapılan geceyle sahiplerine verildi.Avatar ile girdiği amansız yarışta altın küre ödüllerinden yenik ayrılan Kathryn Bigelow’un The Hurt Locker filmi bu sefer en iyi film,en iyi yönetmen dalları dahil  6 ödülle geceye damgasını vurdu.Ayrıca yönetmen Kathryn Bigelow da Bafta tarihinde bu ödülü kazanan ilk kadın yönetmen oldu.Gecenin hayal kırıklığı ise oscarın en güçlü adaylarından Avatar’ın sadece iki ödül almasıydı.

  the-hurt-locker1

Gecenin Kazananları;

En İyi Film: The Hurt Locker
En İyi Kadın Oyuncu: Carey Mulligan- An Education
En İyi Erkek Oyuncu: Colin Firth- A Single Man
En İyi Yönetmen: Kathryn Bigelow- The Hurt Locker
En İyi Yabancı Film: A Prophet
En İyi Animasyon Filmi: Up
En İyi Uyarlanmış Senaryo: Up in the Air
En İyi Prodüksiyon Tasarımı: Avatar
En İyi Görsel Efekt: Avatar
En Orijinal Senaryo: Mark Boal- The Hurt Locker
En İyi İngiliz Filmi: Fish Tank
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Mo'nique- Precious
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz- Inglorious Basterds
En İyi Makyaj ve Saç: The Young Victoria
En İyi Kostüm Tasarımı: The Young Victoria
En İyi Sinematografi: The Hurt Locker
En İyi Montaj: The Hurt Locker
En İyi Ses: The Hurt Locker
En İyi Müzik: Up
En İyi Kısa Animasyon: Mother of Many
En İyi Kısa Film: I Do Air

bafta_hurt_wideweb__470x314,2article-1266789879638-0867A697000005DC-40225_466x522 colinfirthaward500

*
Share/Save/Bookmark

21 Şubat 2010 Pazar

Türk Sinemasının Gurur Anları - Ayı Bal'a Gitti




















Son dönem Türk Sineması adına Berlin'den bir mutlu bir haber daha geldi.Bu yıl altmışıncısı düzenlenen Berlin Film Festivali'nde Semih Kaplanoğu'nun "BAL" filmi ökümenik(bağımsız) Jüri Ödülü verilmesinin ardından bugün de Avrupa sinemasının en prestijli ödüllerinden Altın Ayı Ödülüne layık görüldü.Bu ödülle birlikte Almanya'nın en büyük ödülünü 46 yıl sonra yine bir Türk filmi aldı.
Yusuf üçlemesinin tersten anlatılan hikayesinin sonuncu filmi olan "BAL" çoğu sinema çevrelerine göre diğer iyi yapımlar arasından sıyrılarak sürpriz yaptı.

Die Welt ödülle ilgili yazısına "Bu defa Ayı Bal'a gitti." başlığını kullanarak, Berlinale'de son 5 yılda ödül alan ülkelerin Güney Afrika,Peru,Bosna,Brezilya ve son olarak Türkiye'nin olduğunu vurgulayarak gelişmekte olan ülkelerin sinemalarının da büyük bir çıkış yaşadığı yorumunda bulundu.



BERLİNALE’NİN EN İYİLERİ

Altın Ayı-En iyi film: Bal (Semih Kaplanoğlu)
Gümüş Ayı-En iyi film: Sebbe
En iyi rejisör: Roman Polanski (The Ghost Writer).
En iyi senaryo: Tuan Yuan (Çin filmi)
En iyi kadın oyuncu: Shinobu Terajima (Caterpillar)
En iyi erkek oyuncu: Grigori Dobrygin-Sergei Puskepalis (How I Ended This Summer)
Jüri Büyük Ödülü: Rejisör Florian Serban
En iyi kamera: Pavel Kostomarov (How I Ended This Summer)
Alfred Bauer Ödülü: If I Want Whistle, I Whistle
Berlinale Kamera Ödülü: Yoji Yamada



*
Share/Save/Bookmark

20 Şubat 2010 Cumartesi

Veda - Bir Atatürk Filmi


ZülfüLivaneli'nin yazıp yönettiği son filmi ''VEDA'' 26 Şubat'ta vizyona girecek.Mustafa Kemal Atatürk ve Salih Bozok'un arkadaşlıkları ekseninde kuruluş yıllarımıza ışık tutacak film fragmanına ve prodüksiyon detaylarına bakıldığında baya emek verilmişe benziyor.
Filmi izlemeden karar veremeyiz ama Türkiye'de Atatürk ile ilgili bir film her zaman tartışılır.

Atatürk'ün fiziki varlığının ulusal belleğimizdeki yeri değiştirilemez öneminin son zamanlarda gittikçe tabuya dönüşmesi durumu her türlü eleştiriye kapatması Atatürk'ün kurduğu çağdaş demokratik düzenin devamı için tehlike oluşturmaya başlaması son derece üzüntü verici bir durum.Atatürk'ün manevi varlığının toplumda yarattığı sahiplenme güdüsü perdeye yansıyan Atatürk'ün insanların kendi dünyalarındaki Atatürk ile karşılaştırmalarına neden oluyor.Hal böyle olunca bir filmin sanatsal özellikleri ikinci plana atılıyor.

Veda filminin prodüksiyon detaylarına bakacak olursak teknik açıdan yapılan yatırımların ve ünlü sinemacılarla çalışılmasının görselliğe ne kadar etki edeceği gişedeki başarısı da aynı oranda etkileyecektir.

http://www.vedafilm.com (filmin resmi web sitesi)
http://www.facebook.com/vedafilm (resmi facebook sayfası)
http://www.flickr.com/photos/vedafilm/ (filmle ilgili geniş fotoğraf arşivi ve sahne arkası görüntüleri)
http://www.twitter.com/veda_film (resmi twitter adresi)


*
Share/Save/Bookmark

Kör Göze Parmak - The Blind Side

The Blind Side ; amerikan futbolu oyuncusu Michael Jerome Oher'in gerçek yaşam öyküsü üstüne kurulu Sandra Bullock'un son dönem en başarılı filmlerinden biri.Michael Lewis'in The Blind Side:Evolution of Game adlı kitabından uyarlanan senaryoda amerikanın üvey evlatları siyahların sistem dışından beyaz insanların hayatına girmesi konu ediliyor.Yönetmenliğinin John Lee Hancock yaptığı filmde dramın dozu yeterince fazla olmasına rağmen gerçek tarafı sayesinde duygu yoğunluğunda yeterli bir denge sağlanıyor.

Kahramanımız Big Mike(ki kendisi bunun denmesinden hoşlanmıyor) yaşıtları arasında gerek zekası gerekse fiziki özellikleri yüzünden hor görülen bir genç.Memphis'in acı mahallelerinde hayata tutunmaya çalışan aile sevgisinden uzak siyahların arasında hiçbir farkı olmayan tamamen sistemin dışında kalmış ve gelecek için ne yapacağını bilmeyen bir kaybeden.Mahallelerinde yardımsever birkaç aile tarafından sokakta yatmaması için konuk edilen Big Mike düzenli bir yatağa hasret hayatın keşmekeşinde savrulup gider.Ta ki yardımsever Tuohy ailesine ratlayana kadar.Bundan sonra ulusal futbol liginde oynamaya kadar giden tamamen amerikan rüyasının temeli bir başarı öyküsü ortaya çıkıyor.

Zengin Cumhuriyetçi Tuohy ailesi tarafından evlat edinilerek her türlü imkana kavuşturulan Big Mike hayatta en iyi yapabildiği şeyi (sevdiklerini korumak) amerikan futbolundaki kariyerinde kullanması üzerine kurulu filmde her ne kadar başarı öyküsü olsa da kaybedenleri de düşündürmeden edemiyor.Kendilerini dünyanın merkezi sanan Zengin Beyaz Amerikalılar'ın kurduğu adaletsiz sistemin kendini devir daim ettirmesi için gereken bütün özellikleri barındırıyor bu film.Yani kapitalist sistemin gelgitlerinde sahile vurmuş deniz yıldızları gibi siyahi vatandaşların dramı başarı öyküsünün arkasında pek de kendini belli edemiyor.Bu başarının diğer bütün kaybedenlere bir umut olması ve amerikan rüyasında mutlaka bir gün insanın bir yerden yırtabileceği propagandası deyim yerindeyse körün gözüne parmak sokarcasına perdeye yansıtılıyor.Vahşi düzenin yaşayabilmesi için kaba tabirle her bir başarı için bin kaybeden olması gerekliliğine hiç dokunmadan sadece o tek bir başarıyı anlatması hem diğer bin kaybedene bir umut vaat ediyor hem de beyazlar için bir nevi günah çıkarma seansına dönüşüyor.Yani amerikan toplumundaki herkesin kendinden birşeyler bulabileceği bir film Blind Side.Filmin sonuna doğru verilen mesaj gittikçe netleşiyor..Önce iyi bir hristiyan ol,beyazların sözünü dinle ve onların yönlendirmeleriyle azca zeka çokca kas gücü gerektiren bir iş yap.Yoksa sonun diğer siyahlar gibi olur.......


*
Share/Save/Bookmark

18 Şubat 2010 Perşembe

Hey Gidi Phoebe Buffay

Bir tanıdığınızı yıllarca görmeyip yıllar sonrada sokakta karşılaştığınız olur ya,eğer yıllar koymuşsa arkadaşınıza bir hüzün kaplar içinizi.Lisa Kudrow'a nasıl koymuşsa yıllar çok şey almış götürmüş.Hey gidi koca phoebe nolmuş sana böyle.... *
Share/Save/Bookmark

17 Şubat 2010 Çarşamba

Her Bitiş Bir Başlangıçtır

Okuribito (Departures) türkçe ismiyle Gidişler Yojiro Takita'nın 2008 yapımı japon filmi. 81. akademi ödüllerinde en iyi yabancı dilde film oskarının yanı sıra montreal,yokohoma,pasifik asya film festivallerinden de eli boş dönmedi.Kendi ülkesindeki hemen hemen bütün ödülleri de silip süpürdü.Sahip olduğu yalın dili sayesinde anlatmak istediği ölümü hiç de dramatize etmeden olağanca doğallığıyla anlatıyor.Filmde kahramanımız Daigo Kobayashi (Masahiro Motoki) kendisi gibi ortalama müzisyenlerden oluşan bir orkestrada çello çalmaktadır.Ama çaldıkları konser salonunu bile dolduramadıklarından işverenleri orkestrayı dağıtma kararı alır.Bu noktadan sonra hayli pahalı olan çellosunu satmak ve deyim yerindeyse köyüne dönmek zorunda kalır.Memleketine dönüş yapan çellist kahramanımız babadan kalma evde yeni bir yaşam kurmaya başlar.Tabi burda da en destekçisi sürekli gülümseyen eşi Mika'dır (Ryoko Hirosue)

Tokyo'nun tüm keşmekeşinin üstüne huzura ulaşan çiftimiz yeni yaşamlarına adapte olmaya çalışadursun,çellist dostumuzda bu işten para kazanamayacağını anlayıp başka işler yapmayı düşünür.Kahramanımız, pek de açık konuşmayan bir gazete ilanında, aranan elemanda iş tecrübesi istenmediğini, sadece getirmekten, götürmekten bahsedildiğini görünce, 'seyahat acentası' gibi bi şey sandığı şirketin kapısına dayanır.Ortalama maaşların çok çok üstünde olan bu işi gözü kapalı kabul eder.Ama gerçeği anlaması çok uzun sürmez.Japon kültüründe önemli yer tutan ölüm sonrası tüm defin ritüellerini kapsar bu iş.İlk başlarda biraz yadırgasada bu işleri bırakmak isteyen ölümün soğukluğundan ve kabullenişinden kaynaklanan cool ötesi patronunun ısrarlarına dayanamaz ve işi yapmaya başlar.Aslından diğer bir neden olarak da her ne kadar çelloyu sevsede pek de yeteneği olmadığının ve onun üstüne bir hayat kurmak istemeyişin alt duyguları yer eder beyninde.Eski evindeki küçük çellosu ile bir nevi çocukluğuna dönen Diego aslında hayırsız babasının evi terkedişi yüzünden hiç büyümeyişini anlatmak ister bize.
Filmin asıl karakteri fiziksel kahramanlarımızdan ziyade ölümün ta kendisidir.Ölüm kavramının insan hayatındaki tanımlanamaz duruşu filmimizde de aynı oranda tanımlamaz bir çehreye bürünüyor.Tüm dünya kültürlerinde yer alan maddiyattan maneviyata geçiş ritüeli biraz farklar dışında hemen hemen aynı bir anlayışa sahip.Yanlış bilinenin aksine ölüye değil daha ziyade geriye kalanlara dair bir anlayış bu.Tek varlığımız yaşamımızın her ne nedenle olursa olsun biteceği düşüncesi insan hayatının temel komplekslerinden biri.Vücudun doğumdan sonra toprak olmaya ve küle dönüşmeye doğru giden yokoluş serüveni tam zıddı oranda duygu ve düşüncelerin sürekli gelişmesi ve mükemmelliğe doğru ilerlemesi bu kompleski yaratan çelişki.İnsan hayatı boyunca ne yaparsa yapsın ister kendi hayatını yaşasın ister başkalarına adasın hayatını bu kompleskten doğan bir güdüyle kaybedişi saygı çerçevesinde yapmak ister.İşte bu noktada batı kültürlerinde ölü makyajlamayı,orta asya kültürlerindeki gömme ritüelini ölen her kim olursa olsun hayatındaki çelişkiye karşı geldiği için saygıyı hakediyor noktasında özetleyebiliriz.Yani geride kalanların gözünde iyi bir şekilde kalması için tören,fiziksel bir gidişin ardından manevi bir kimlik yaratma girişimi.

Vefat edenin yakınları için de durum pek farklı değil.Yaşanan olay sonrası oluşan kızgınlık ve şaşkınlığın yerini kabullenme ve saygıya dönüşmesi çok kolay bir süreç değil.Ölünün ardından ona karşı beslenen sevgiyle doğru orantılı gelişen acı ve üzüntü herkesin kolay kolay üstesinden gelebileceği duygu yoğunluğu değildir.Hal böyler olunca psikolojik açıdan çıkış yolları arar insan.Psikolojide 'Intellectualization(düşünselleştirne) olarak adlandırılan savunma mekanizması sayesinde kişi yoğun duygularını geçiştirmeye çalışır.Biraz daha açacak olursak anlam bulamadığı durumlar için olayı daha da karmaşıklaştırarak daha derin anlamlar yüklemesi olarak söyleyebiliriz.Yani Kişi ölümün basitliğini kavrayamayışını yapay savunma mekanizmaları kurarak olaya daha derin anlamlarla ritüeller düzenleyip tabiri belki uygun olmayabilir üzüntüyü geçiştirmeye çalışır.

İşte bütün bu uğraşlar 'ölümün ardından yapılanlar giden için olduğuna inanıldıgı kadar geride kalanlar içindir de tüm bu ritueller ve adetler bir vedalaşmadır,bir kabullenmedir,bir yüzleşmedir.


Her bitiş bir başlangıçmış aslında.Bitti sandıgımız şeylerden sonra bile yeni seylerin basladıgına tanık oluyoruz.Bu yasananların hepsı yasadıgımız zamanın eserleridir.Ama birde başka türlü gidişler vardır.Departures'da olduğu gibi.Nasıl bir seye yelken acıldıgı bilinmeksizin.Zaten ölüm dediğimiz şey aslında biz fanilerin kafasının almadığıbir durum değil mi ki.Kimse sonsuza kadar yasayacagımızı vaat etmeden geliyoruz bu dunyaya.Peki neden korkuyoruz ki.
*
Share/Save/Bookmark

16 Şubat 2010 Salı

Taxi Driver Volume II



Martin Scorsese filmografisindeki en gözde eserlerden biri olan dünya sinemasının köşe taşı TAXI DRIVER filminin devamı gündemde.Berlin film festivali kulislerindeki dedikodular bile sinema tutkunlarını nefesini kesti.Diğer bir heyecan unsuru ise devam filmini ünlü danimarkalı yönetmen Lars Von Trier çekmeyi planlaması.

Trier'in yapım şirketinden Peter Aalbek verdiği demeçte kulislerdeki dedikoduyu 'ne kabul ettiğini ne de reddettiğini' söylemiş.Bu sözleri iyi tarafından yorumlamak gerek zira umutları korumak adına daha iyi olur.Bekleyip görmek lazım.Ama fikir projeye dökülmese bile yukarıdaki resim insanların tüylerini diken diken ediyor.Eğer çekilirse umarız ki en az ilki kadar kült bir film ortaya çıkar.


*
Share/Save/Bookmark

15 Şubat 2010 Pazartesi

Eski Zaman Olur ki

Sinemanın ünlü isimlerinin eski zamanlardaki şaşırtıcı siyah beyaz fotoğrafları....

Christopher Walken
Sean Penn
Woody Allen ve Diana Keaton

Marlon Brando
Kirk ve Michael Dougles
George Clooney(Ne oldum değil ne olacağım demeli)
Alfred Hitchock ve çocukları
Freddie Mercury ve Jane Seymour
Johnny Depp ve Kate Moss
Sean Connery
Bruce Lee
Tony Curtis , Jack Lemmon
Jack Nicholson,Warren Beatty,Lauren Bacall

Sheron Tate,Roman Polanski
Marlon Brando
Stanley Kubrick
*
Share/Save/Bookmark