"Dünyada iki türlü insan vardır: iyiler ve kötüler. kötü senin elini sıktığında kırk türlü plan yapar, ama iyiler öyle değildir. iyiler iyi insandır."
Vavien en son İstanbul Film Festivali’nde altın lale almasıyla birlikte iyi bir filmden öte artık klasikler arasına girebilecek son dönem türk sineması adına gurur verici bir yapımlardan biri.Engin Günaydın'ın senaryosuyla Taylan biraderlerinin çektiği filmde Engin Günaydın’a yine ödüllü Binnur Kaya,Settar Tanrıöğen,İlker Aksum,Nedim Suri ve Serra Yılmaz eşlik ediyorlar.Durul ve Yağmur Taylan kardeşler sinema yaşamlarında Coen kardeşler gibi ortak projelere imza atmalarının yanında Coen'lerin de başarılı örnekler verdiği kara film(film noir) türüne bu filmle göz kırpıyorlar.Engin Günaydın'ın her fırsatta bahsettiği uzun soluklu bir yazım aşamasından sonra kendi toprağı anadolu taşrasına ve onun sıradan hayatlarına bir bakış atan büyük laflar etme derdinde olmayan ama çok şey anlatan gerçekten başarılı bir kara film örneği.
Öncelikle son dönem türk sinemasında çok övülen ve çok sevilen yapımların başında gelmesinin sebebi olarak her fırsatta unuttuğumuz sinemanın olmazsa olmazı senaryonun başarısından bahsetmek gerekir.Televizyon programlarından fırlamış karakterler üzerine hikayesiz,konusuz,diyalogsuz skeç tarzında yapılmış filmlerin aksine her bir karakterden ince ince bahsedilip olay örgüsünün ustalıkla örüldüğü ve her saniyesinde ne olacağını kestiremeden son derece ayrıntılı yazılmış başarılı bir senaryo var önümüzde.Bunun üstüne her ne kadar önceki işleri çokca eleştiri almış Taylan Biraderlerin ustaca yönetmenliğinde ve özellikle vurgulamakta yarar var harika görüntülerin yakalanmasında görüntü yönetmeni olarak Gökhan Tiryaki'nin başarısıyla filmin temeli çok sağlam şekillenmiş.Tabi bunun üstüne kelimelerle tarif etmenin zor olduğu mükemmel oyunculuklarla yukarıda bahsettiğimiz gibi türk sineması adına klasiklere girebilecek bir yapım ortaya çıkıyor.Hele Binnur Kaya ve Settar Tanrıöğenin performansları var ki yıllar geçsede her daim kendinden bahsettirecek oyunculuklar bunlar.
Filme gelecek olursak karakterlerden bahsetmeden önce esas karakteri anlatmak gerek.O da taşra hayatının kendisi.İçişleri bakanlığına kalsa il ya da ilçe tanımlamaları yapılan oysa gerçekte köylerin bir boy büyüğü taşra kasabalarının kendi içlerinde oluşturdukları dengesiz ve hassas sosyal yapılarıyla , onun yarattığı tekdüzelik cehenneminden kurtulmak için herşeyi yapmayı mübah sayan bir zihniyetin başrolünde olduğu bir film bu.Ve tüm bu olay örgüsünü anlamak için mutlaka bu sıradanlaştırılmış hayatları anlamak gerek.Her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde karşımıza çıkan küçük insanın trajedilerinden sadece biri bu.Sosyal fırsatların kısıtlı olmasından dolayı toplumun vermiş olduğu sınırlı duygu ve düşüncelerle şekillenmiş tek bir tezgahtan çıkmış gibi aynı insanların psikolojilerini anlatmak adına güzel bir örnek.Bu filmin de yer yer maruz kaldığı temposuzluk eleştirisi üzerinden gidecek olursak özellikle sanat filmlerinin sıkıcılığından dem vuran,1.5 saatlik bir filme bile tahammül edemeyen bir zihniyetin hayatın böyle normal ve yavaş akışının 50-60 sene sürecek olmasını anlamasını beklemiyorum ama eğer o tekdüze yaşam 1.5 saatliğine bile olsa anlamaya çalışırsak o zaman filmdeki karakterlerin ruhsal açmazlarını anlayabiliriz.Filmden sıkılan isterse dışarı çıkabilir,kapatabilir ama bu hayatları yaşamak zorunda kalanların böyle bir şansları yok ve eğer olaki yaratabilirlerse o şansı kullanmak için her tür yolu deneyebilirler.İşte bu tekdüze hayata biraz hareket katmak için yaratılan yalanlarla yaşanılan gel-gitler elektrik sistemlerinde kullanılan ve elektriğin kısa bir süre için gidip gelmesini sağlayan Vavien mekanizmasıyla özdeşleştiriliyor.Tabi burda esas konunun özü bu yalanların doğruluğu ve ya yanlışlığı değil sadece bu insanlar için gerekli olması.Nietzsche'nin dediği gibi "Ahlaksal olay yoktur, yalnızca olayların ahlaksal yorumu vardır." Yani eğer olayların doğruluğu veya yanlışlığı üzerinden yorum yapacaksak tabi bunu kendi değer yargılarımızla yaparız ama esas olan yapanın gözüyle bakmaktır.O zaman yapılan eylemlerin nedenlerini öğrenebiliriz.
Özellikle kapalı toplumlarda herkesin birbirini tanıması yüzünden oluşan paranoyak kişilik yapısı ilişkilerinin gelişmesi için gerekli olan empati kurma yeteneğini tamamen ortadan kaldırıyor.Bu noktadan bakarsak empati yeteneğini kaybetmiş toplumların kendilerince sahip oldukları değerler iyi birşey olmaktan çok psikolojik baskı yarattığından insanların içinde biriken kötülüklerin çıkmasına neden oluyor.Bu baskıdan dolayı yalnızlaşan insanların da ilk sarıldığı yukarıda bahsettiğimiz gibi yalanlar oluyor.Aslında o yalanlar kendi dünyalarının gerçekleri.Mesela Celal'in pavyona gitmek için sözde ihale yalanının ardında kendi dünyasındaki mutsuz evlilik gerçeği yatıyor.Tabi filmin trajikomik yanı da bu yalanları saklama işindeki başarısızlıkları.
Tüm bu taşra insanının toplumsal ve bireysel açmazlığının gerçekliği üzerinden bir başka gerçeği de anlatmaya çalışıyor Engin Günaydın.Aslında yukarıda bahsettiğim durumdan daha çok insanın içini burkan,yer yer de sinirlendiren gerçek ise anadolu da kadının toplumdaki yeri.Binnur Kaya'nın başarıyla canlandırdığı itilmiş,sindirilmiş,kabullenmiş bir kadın portresi anadolu kadınına ilişkin bir çok gerçeği yüzümüze vuruyor.Erkek ne yaparsa yapsın her koşulda tüm hatalarını affeden,koşulsuz sevgiyle bağlanmış bir eş figürünün ardındaki gerçek aslında toplumsal baskıların sonucu olarak dul eş konumuna düşmemek için sevgi örtüsü altında büyük bir kabulleniştir.Özellikle son sahnedeki herşey hallolmuş gibi resmedilen yapay mutluluk aslında kabullenişin verdiği bir huzur sadece.Tek bir güzel söz duymak isteyen,takdir edilmeyi bekleyen ama hep hüsranla karşılaşan kadının sevgi beslemesine imkan yoktur,ki duygularını her daim yoğun yaşayan kadının doğasına aykırıdır bu.Cinsellikten bahsetmiyorum bile çünkü yok.Hele bir bardak yıkama sahnesi var ki bastırılmış cinselliği çok güzel anlatıyor.Ayrıca kadının karşılaştığı bir başka sorun da evin tek erkek çocuğunun komsunun kızıyla yaşadıklarıyla anlatılıyor.Kızın annesinin kızla erkeği birkaç kez yakalamasının üzerine adı çıkar korkusuyla birşey yapamaması bu işi iki kişinin yapmasına karşılık toplumsal yaftanın kadın üzerine kurulması haksızlığını anlatıyor ve esas insanın içini burkan ve ya sinirlendiren de bunu değiştirmeye yönelik içimize su sepecek bir sonun olmaması.Hele erkek çocuğun bunun sonunda ilk defa bir işi başarmış olarak takdir edilmesi gerçeğin çirkin yüzünü tüm çıplaklığıyla sunuyor bizlere.
Sonuç olarak binlerce yıllık kültür hazinesine sahip, mevlanaları, yunus emreleri, pir sultan abdalları çıkaran Anadolunun her ne olduysa tüm bu kültürü yok sayarcasına içine kapanmışlığı üzerine daha çokca düşünmemizi ve sorgulamamızı hatırlatan taşra gerçeğinin perdeye çok iyi yansıtılmış halidir Vavien.Gülay Dinçel'in kaleminden alıntı yapacak olursak "Netice olarak Günaydın, "Bu ülke hiç bu kadar mutsuz ve umutsuz olmamıştı"yı hatırlatıyor bize. Hayatı biraz sofistikasyona bulayıp imal edilen sahte mutlulukları sorgulamaya davet eden bir finali de ihmal etmeden..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder