29 Ekim 2010 Cuma

Sanatta Son Yemek

Sanatsal bir öğenin asıl başarısı bence geniş kitleleri etkilemesiyle alakalı.Popüler kültürün birçok alanında kullanılan sanatsal figürler aslında onların ne denli insanları etki altına aldığının göstergesi.Mesela bunlardan biri dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sanatçılarıdan Leonardo Da Vinci’nin efsanevi yapıtı The Last Supper (İsa’nın Son Akşam Yemeği) tablosuna yapılan göndermelerden bir kaçı;

f9636e36c0940445edb9dd45c629002e8aa5fc8a

e279ea3bbd8fe11263bc8bedd53d77b338631f14

c45c5e668072e1cb611a919cc9cea30a1562cfde

890f7b95ab0a9adf242f593bbf44773e0d376b74

e767faa90b6f987f52af7a9c45312a164fba6d62

faa37e130c72ec61ca959be1a7919f74b2d6de20

238f557346e252bce5aeb8b951f1afd448c5262a

34e33323ad9868942f882a68db44d605fe2ad3ff

42122f695a26ab7b6f45a4fbd9dad2fb4dbfd7c6

*
Share/Save/Bookmark

Kim Kaç Adam Öldürdü

expandables_body_count

*
Share/Save/Bookmark

Ciddi Bir Film

a_serious_man_image

Coen Kardeşler bu sefer kendilerine ayna tutuyorlar.Orta Amerika’nın “suburbia”larında refah düzeyi yüksek hayat yaşıyan Fizik Profesörü Larry Gopnik’in hayatına misafir oluyoruz ve tabi ki de onla beraber yahudi halkının inançlarına.Ethan ve Joel Coen’ler sinemaya getirdikleri kendi kara mizah anlayışlarını bu filmde de olağanca hızıyla sürdürüyor.2009 akademi ödüllerinde yapılan değişiklikle en iyi film kategorisinde yarışan 10 filmden biri olan A Serious Man(Ciddi Bir Adam) her ne kadar ikinci beşli kontenjanından oskar yarışına girse de en iyi film adaylarından biri olarak tarihe geçti.
No Country For Old Men(İhtiyarlara Yer Yok) ile oskara ulaşan Coen Kardeşler artık tescilli olarak sinema tarihine geçtikten sonra bunun üstüne yatmaktansa her defasında kendi çıtalarını yükselterek ilerliyorlar sinema hayatlarına.Kendi hayatlarından otobiyografik öğeler taşıyan bu filmlerinde kendi cemaatlerine ışık tutuyor Coen Kardeşler.

a_serious_man


Fizik Profesörü Larry Gopnik salonda kanepenin üstünde yaşayan istenmeyen misafiri kardeşiyle,boşanmanın eşiğindeki eşiyle,umursamaz çocuklarıyla ve farklı komşularıyla sıkıcı ve bir o kadar da gittikçe tuhaflaşan hayatının ortasında yalnız ve çaresiz bir insandır.Hayatının gidişatında olagelen musibetleri bertaraf etmedeki başarısızlığı canına tak eder ve cevaplayamadığı soruları kendi inancı içinde aramaya karar verir.Sırayla gittiği kendi çaplarında başarılı hahamlardan hayata ve yaşadıklarına dair fikirler almaya çalışır ama mizahın çıkış noktası olarak da bu cevapları istediği ölçüde alamaz.
Fizik profesörü olarak cevapları metafizikte aramak zaten başlı başına Coen kardeşlerin filmlerinde rastlayabileceğimiz türde absürtlüklerden biri olup zaten sinemalarının alameti farikası kara mizah anlayışlarını oluşturuyor.Çaresiz Kahramanımız Gopnik’ in filmin bir sahnesinde Schrödinger’in Kedisi vasıtasıyla anlattığı belirsizlik ilkesi genel anlamda dinlerinde cevap veremediği sorulara ithafen Coen’ lere göre hayatımızın ortasında duruveriyor.Çünkü aynen  Schrödinger’in kedisi gibi biz de bazen var olabiliyorduk bazen de yok olabiliyorduk.Kimi zaman yaşıyor kimi zaman kayıpları oynuyorduk.

a-serious-man-mrs-samsky


İşin dini inançlar tarafı ise yine kendi hayatlarının devamı niteliğinde yahudi inancının temelleri üstünde kuruluyor.Kahramanımız kendince sağlam inançlı bir yahudi, ki kimseye ayrıcalık tanımayacak kadar iş disiplinine sahip dürüst ve çocuklarını yahudi okuluna gönderecek kadar da iyi bir inanan.Tabi bunların üstüne rayında gitmeyen hayatı onun önüne çıkan soruları sormaya ve cevap aramaya itiyor.Ama işin ilginç yanı bu sorgulama asla inancını sorgulamaya götürmüyor.Daha çok sadece önümüze çıkan soruları sorgulamamız gerektiğini aşılayan Coen Kardeşler altan alta bir dini inanışa sahipse insan sorgulamanın anlamı yoktur mesajı veriyor.Zira ikinci hahamın ağzıyla söylettiği gibi soruyu yönlendirdiğin “ŞEY”in sana cevab(!) vermeye borçlu olmadığı metaforu dini inanışların sorgulamama özelliğine güzel bir gönderme.Tabi siyasi fikirlerini çok da perdeye yansıtmayan Coen Kardeşler için bu durum sadece bir düşünceyi resmetme biçimi.İyi ve ya kötü anlamda bir fikir ortaya koymuyorlar.Sadece insanın hayatını sorgulama biçimlerinden birini anlatıyorlar.Ki zaten tüm varoluşçu düşünürlerin bugüne kadar li çıkarımları hayatlarımıza uygulayabileceğimiz  türden pragmatik çıkarımlar değil asla.. Var olmanın dayanılma hafifliği bu olsa gerek kimse cevabını bulamıyor.Koca Kafka bulamamış biz mi bulacağız dimi? Filmin sonuna doğru da zaten Coen’lerin mesajı apaçık ortaya çıkıyor.”Hayatında başına gelen herşeyi sadelikle kabul et!”

A-Serious-Man-966075

Sonuç olarak bizim de kabul etmemiz gereken kendilerine özgü sinema dilleriyle her daim farklı işler ortaya Coen Kardeşler sinema tarihine yavaş yavaş altın harflerle kazınıyorlar.

Michael-Stuhlbarg-in-A-Serious-Man


Dipnot : Fizik konularına meraklıysanız bilginiz olsun diye Vikiden Belirsizlik ilkesi ve Schrödinger’in Kedisi..
http://tr.wikipedia.org/wiki/Belirsizlik_ilkesi
http://tr.wikipedia.org/wiki/Schr%C3%B6dinger%27in_Kedisi

*
Share/Save/Bookmark

Bir Efsanenin Setinden Manzaralar

019hamm_scene joan_on_set0044617_moss_shadeshammonset0067901_pete_dressingdondraper_officechristina_hendricks_dressing_roomhamm_on_set_table**O değilde John Hamm sozüm sana kız olsam kesin …neyse:)       

*
Share/Save/Bookmark

28 Ekim 2010 Perşembe

Büyük Adamlardan Büyük Sözler VIII

jean-luc-godard 

*Eğer yaşamaya hakkım olduğuna inandığım hayatı yaşayabilseydim; film ya da sanatla uğraşmazdım.

*Amerikan sineması, gösterimdeki filmleri aracılığıyla dünyayı sömürgeleştiren, karşı konulmaz bir güç merkezidir.


Jean Luc Godard

*
Share/Save/Bookmark

27 Ekim 2010 Çarşamba

Bu Kutu Başka Kutu

Pandoranin-Kutusu-Film-Afis













"pandora kötülük dolu kabı getirip açtı. tanrıların insanlara bir hediyesiydi bu; dıştan bakıldığında güzel ,baştan çıkarıcı bir hediyeydi ve "mutluluk kabı" denmişti ona. sonra tüm kötülükler, canlı kanatlı varlıklar uçtular dışarıya: o gün bu gündür uçuşup dururlar ortalıkta ve gece gündüz zarar verirler insanlara. tek bir kötülük daha çıkamamıştı kaptan dışarıya: o sırada pandora, zeus'un isteğiyle kapatınca kapağı,kalmıştı o kötülük kabın içinde.şimdi mutluluk kabını her zaman evinde tutar insan ve bir hazinenin bulunduğunu zanneder bu kabın içinde; onun emrindedir hazine, uzatır elini canı istedikçe; çünkü bilemez. Pandora'nın getirdiği kabın kötülük kabı olduğunu ve geride kalan kötülüğün mutluluk veren en büyük şey olduğunu zanneder, umuttur o. Zeus öteki kötülüklerden de fazlasıyla eziyet çeken insanın yaşamı kestirip atmamasını hep yeni eziyetler çekmeye devam etmesini istemişti. bunun için insanlara umudu verdi: aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır"

fft5_mf109579

Yeşim Ustaoğlu’nun 2008 yapımı Altın İstiridye Ödüllü filmi Pandora’nın Kutusu yukarıda gibi anlatılagelen mitolojik efsanenin günümüz versiyonu gibi.İnsanlar hep umudun peşinde koştular,çektikleri eziyeti uzatacağını bile bile.Hayatta başka seçenekleri kalmayınca insanlar,pandora’nın vakti zamanında son anda kapatıp kutunun derinliklerinde hapsettiği umuda sarıldıkça sarıldı.

pandoranin-kutusu-01

Şehir hayatı içinde hayatın ritminde kaybolmuş 3 kardeşin annelerinin kaybolması haberi üstüne bu olağandışı durumun getirdiği zorunluluklarla tekrar bir araya gelişiyle başlayan olaylarla ,ebeveyn baskısından sıkılan şehirli gencin anneannesinde kendini bulmasını ustaca anlatan Ustaoğlu,oyuncu seçimleriyle de bir başka boyuta taşıyor filmin kalitesini.Hele daha sonra mutlaka değineceğim Tsilda Chelton var ki 90’larını geçmiş yaşıyla Fransa’dan kalkıp filme katkıda bulunmak için ekibe katılmasına daha en başından filmde kayda değer bir katkısını aramaksızın hakkını vermeliyiz.Artık sanat hayatından çok kendi hayatının da son demlerinde olan Chelton (ki umarım uzun yıllar daha yaşar) zorlu film temposuna artı öğrendiği Türkçeyle takdire şayan performans gösteriyor. Zaten Altın İstridye ödüllerinde en iyi oyuncu ödülüyle de bu performansını taçlandırıyor.

cc6d5sinema_pandora2

Genel olarak kendi hayatlarında boşluğa düşmüş şehirli insanının kendi boşluklarını umutlarıyla doldurma ama başaramama çabaları ekseninde gelişiyor film.Özellikle sonlara doğru kendilerince boşalmış iki insanın kendilerini tekrardan doldurmak istemeleri ya da kısacası filmde çok etkili bir sekansla anlatıldığı gibi bir tek yarım balık ekmeğe beraber diş geçirmek.İşte insanın yalnızlığıyla başa çıkmasının doğal yolu;PAYLAŞMAK…Şehirli insanın en baştan unuttuğu bu değil mi?.Tüm bencilliğimizle hayatın bize sunduğu herşeyi sömürürcesine tüketmek, ve en sonunda hayatındaki en basit soruları bile cevaplayamayacak duruma gelip kendine dağa bayıra atmak isteyen günümüzün şehirli insanı bunu da yapamayıp sıkıştıkça sıkıştı kendi kurduğu kapanda.Ya da pandora’nın ilk başta kendini kendi kutusuna kitlediği gibi.Çünkü umudun içindeyse o kutunun dışarıda da yer alamazsın, içeride sıkışıp kalmışssın demektir.

pandoranin_kutusu13

Tsilda Chelton…Onu kelimelerle anlatmaktansa tüm holigan tavrımla bağırsam yeridir.Fransa’da doğduuu Anadolulu Nazife olduuu helal olsun sana Tsilda Chelton:) Yabancı bir ülkede,yabancı bir yönetmen ve oyuncularla,yine yeni öğrendiği yabancı diliyle bu kadar müthiş bir performans ortaya koymak her oyuncunun altından kalkabileceği birşey değildir.Demek ki usta olmak için sanatın kendi diliyle anlaşmak gerekiyor.Babil’in gazabından sonra yeryüzüne yayılan 72 dilin sonucu birbirimizi anlayamamamızın tek yolu var galiba.Sanatın ortak dilinde buluşmak.İşte bunun en güzel örneği Tsilda Chelton,Yeşim Ustaoğlu ve Pandora’nın Kutusu.

Tabi bunların dışında filmin çıkmazları yok da değil.Kendi içinde sahip olduğu günümüz insanının varol(a)maması altmetniyle kurulu filmin üstüne kurduğu olaylar örgüsü bu kadar derin anlamlar çıkartılabilecek,yorumlanabilecek felsefik metinlere ne yazık ki denk olamıyor.Kabaca anlatacak olursak klişelerle resmedilen şehirli insanıyla yine bir klişeyle tam zıttı olarak gösterilen Anadolu insanın karşıtlıklarından birşeyler çıkarma çabası çok yavan kalıyor.Şehre gelen annenin şehrin hızına şaşırması gibi ve ya Anadolu insanın güvenilirliği konusunda ders verircesine yüzümüze sosyal mesajın çarptırılması gibi..Evet toplumsal ve sınıfsal farkların yarattığı insanların kendi içlerindeki çekişmelerinin sanki onların varoluşlarından kaynaklanıyormuş gibi resmedilmesi çok daha kısıtlayıcı bir durum.Entelektüel birikime sahip olupta kendine rol biçememiş boşlukta hisseden ortanca kardeş üyesi olduğu sınıfın getirdiği bunalımlardan müzdarip değilmiş de annesi ile yaşadıklarına ithafen buna sahip olduğunun vurgusu pek de yeterli gözükmüyor.Zira diğer olası durumdan da bahsedilmiş olsaydı büyük ihtimal onda da yeterli olamıyacaktı.Şehirli-köylü ekseninde insanları coğrafi analizlere mahkum etmek bu toprakların insanlarına tersten bakmaktan farkı yoktur.Hele hele son 30 yıldır yaşanan toplumsal başkalaşımın sonucu olarak globalleştikçe daha da artan uzaktaki insanların arasındaki etkileşim bu tezi çürütecek boyutta.Artık kırsallı da kalmadı kentli de.Maalesef insani ilişkiler bakımında ülkemiz koca bir köye dönüştü.Ya da daha apokaliptik bir anlatışla tanrıların gazabına uğrayan Babil’den ne farkımız var ki..

Ama sonuç olarak farklı sinema diliyle farkını ortaya koyan Yeşim Ustaoğlu Pandora’nın kutusunu bir nebze aralamış gibi.

*
Share/Save/Bookmark

14 Ekim 2010 Perşembe

Efsaneler Ölmez III

minur özkul

Kimi sitelerde öldüğüne dair çıkan söylentilere inat sen daha çok yaşa Üstad..

**http://www.twitdergi.com/ ‘dan alınmıştır.

*
Share/Save/Bookmark

İllüstrasyonlara Gel

304034_1254793908_large Tiago-Hoisel23 

304034_1210620753_submedium 304034_1196091115_submedium

 304034_1211400736_submedium304034_1203712548_large304034_1196055312_submedium 

**http://tiagohoisel.cgsociety.org/gallery/ sitesinden alınmıştır.

*
Share/Save/Bookmark

12 Ekim 2010 Salı

Büyüdüler Yaşar Bey ,büyüdüler

1

12 Ekim 2009’dan bu güne acısıyla tatlısıyla sinemayla dolu koskoca bir yıl. Zaman da ne çabuk geçiyor dercesine..

Sinemayı sinema yapan bütün üstadlara selam olsun, ki hepsi sinema denilen deryanın içinde susuzluğumuzu gideren bir damla hayatlar...

my cinema *
Share/Save/Bookmark

10 Ekim 2010 Pazar

Freddie Mercury is back

sasha-baron-cohen-522727133Onun gibi bir efsanenin filmi için geç kalınmıştı.Kişiliğinden,çalkantılı yaşamına,müziğinden,karizmasına kadar tam bir rock ikonu olan Freddie Mercury’in hayatını beyazperdeye taşımak için yapımcı yapımcı Graham King kolları sıvadı ve Peter Morgan’ın kalemini oynatmasıyla harekete geçildi.Çekimlerine önümüzdeki yıl başlanması planlanan projenin müzikleri yine Mercury’nin yol arkadaşları Brian May ve Roger Taylor yapacak.Buraya kadar herşey güzel ama Freddie Mercury’i oynamak için Sacha Baron Cohen’in seçilmesi pek hoşuma gitmedi açıkcası.Cohen’in önceki işleri gibi bunu da eline yüzüne bulaştırmasınından korkuyorum.Kendine has felsefesi olan Mercury’i fiziksel benzerliğinin dışında ruhsal benzerlik olarak içselleştirip perdeye aktaracağından şüpheliyim.Ama yine de bekleyip görmek lazım zira bizi haksız da çıkartabilir Cohen.Ama her ne olursa olsun Mercury’inin hayatını perdede görmek kadar keyifli bir şey olmayacağı kesin.

 

   freddie_mercury

*
Share/Save/Bookmark

Kına Yakın

 

fft5_mf561719 Olaylar o kadar hızlı gelişti ki.Kimse bu işin nereye gideceğini düşünmeden hareket etti,tepkilerini ortaya koydu.Sonuçta sadece sanat olayının dallandırılıp budaklandırılıp bu noktaya getirilmesinde herkesin suçu var.Öncelikle en baştan anlatmak gerekirse çok zaman önce ünlü yönetmen Emir Kustarica’nın Antalya Altın Portakal Film festivalinde uluslararası yarışma bölümünde juri başkanlığı yapacağı haberi geldi. Ki son yıllarda büyük atılımlara imza atan Antalya Altın Portakal düzenleme komitesi bu yıl da yine ses getirecek bir ismi juri başkanlığına getirmişti.

Emir Kustarica’nın burada kim olduğu anlatmak abesle iştigal olur diye düşünüyorum zira yeraltı olsun çingeneler zamanı olsun balkan sinemasının en önemli örnekleri arasında yer alan yapıtlara imza atan,Türkiye’de ise hatırı sayılır bir hayran kitlesi barındıran Kustarica (biz ona Emir Kustarika(!) diyerek) eskiden beri bize yakın toprakları Balkanları anlattı.Peki birden insanlar nasıl çoştu ya da nasıl yaratıldı insanların içindeki Kustarica nefreti.Zira işin ilginç yani bir kaç ay öncesinde de Türkiye’ye gelmesi ve deyim yerindeyse krallar gibi karşılanmasından sonra kendisine böyle bir muamele gösterilmesini her ne dediyse desin haketmiyordu kendileri.Ne demişti Kustarica,Bosna-Hersek’te 1992-1995 arası 300 bine yakın insanın katledildiği, sistematik tecavüzlerin, soykırımların yapıldığı, tarihi eserlerin, kütüphanelerin, köprülerin, camilerin yıkılıp yakıldığı bir dönem olan ve dünya tarihine Srebrenitsa Soykırımı olarak geçen insanlık dışı olaylar hakkında "Meseleyi lüzumundan fazla abartıyorsunuz", "500 yıl önce zaten hepimiz Sırptık, yeniden Sırp ve Hristiyan olalım, mesele bitsin" şeklindeki açıklamaları yapmasıyla ve savaşı yeteri kadar lanetlenmemesiyle kimi çevrelerce eleştirilen Kustarica’nın en son 2005’de eski dinine dönerek Ortodoks olması ve Nemenja adını almasıyla bugün eleştirilen durumuna geldi.Bütün bunlar aslında 90’ların ortasında başlayan uzun yıllar ıcınde oluşan bir durumlar silsilesi.Olayın bu boyutu ayrı bir tartışma.Kusturica’nın savaşa bakış açısını,insanlığa bakış açısını burdan değerlendirmek doğru olmaz ya da daha demokratik tavırla sevgi ve saygı çerçevesini aşmadan düşünceler belirtilebilir.Evet Avrupa’nın göbeğinde Srebrenitsa olanlar bir insanlık suçuydu ve tüm avrupa buna sessiz kalmıştı.Bunu yok saymak dünyadaki diğer bütün trajedileri de yok saymak anlamına gelirdi Almanya’daki yahudi soykırımını da,cezayirde’li fransız zülmününde yok sayılamayacağı gibi.Ki bununla ilgili en uygar tepkiyi Semih Kaplanoğlu ve Bal filminin ekibi vermişti.”Sanatçı insanlığından ayrılamaz” düşüncesiyle Kusturica’nın juri üyeliğini protesto etmiş ve Kaplanoğlu filmini yarışma bölümünden çekmişti.

Gelelim olayın diğer ve yukarıdaki katliamlardan daha çok mide bulandıran siyasi boyutuna.Bildiğiniz gibi yakın zamanda Antalya Büyükşehir Belediyesini kaybeden şimdiki iktidar bundan öncede olduğu gibi Antalya üzerine çok gitmekteydi.Antalya’da yapılması planlanan daha bir çok organizasyonu gerekçe göstermeden başka illere alması olayın artık kan davasına dönüştürülmesi gibi bir şey halini almıştı.En son da Almanya’nın ünlü bira festivali Oktoberfest’inin Antalya’da da yapılmasını fırsat bilen gericiler dün Sivas’ta yaptıkları gibi altan alta insanları kin ve nefretle doldurmaktaydılar.Gerçi dün ekilen nefret tohumları bugün ortaya çıkmaktaydı.Siyasi odaklar arasında süregelen kirli oyunların son halkası tüm dünyaya açılan kapımız Antalya’da ortaya çıkması asıl üzüntü verici bir durum.Bu durumla ilgili Atilla Dorsay’ın şu sözlerine kulak verseydik olayın tansiyonunu biraz olsun azaltabilirdik.''Böyle bir insanlık suçu karşısında nesnel kalamaz denildi. Bütün bunlar 1990'ların ortasında, özellikle 1995 Cannes Festivali'nde olan şeylerdi. Kusturica'nın yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. O zaman öyle düşündüyse bile bundan çok pişmanlık duyduğunu sanıyorum. Bu durumda ona gelme demek, onu kabul etmemek geri çevirmek yapılacak en kötü şey olur. Ülkemiz aleyhine bir hava yaratır. Tersine bırakalım gelsin ve gerekiyorsa derdini anlatsın, sözünü söylesin. Bu bizim eleştirme hakkımızı elimizden almaz. Bizim milletçe ne kadar demokrat, özgürlükçü ve hoşgörülü olduğumuzu gösterir.'' Ama aslında varolan bizim demokrasiyi nasıl sindiremediğimiz ve özgürlükçü yapımızın ne kadar içi boş olduğunu tüm dünyaya gösterdik.İşte bu gibi olaylardan sonra yalnızlığımıza ağlar dururuz.

Siyasi iktidarların sanatçılarla kavgasında bu ilk değildi.Son olmayacağı da kesin.Zira siyasetin kendini konumlandırdığı sömürü düzenenini sanatın yaratıcılığıyla kavgası beklenen bir olaydır kimse yadırgamamalı.İktidarlar güçlerine güç katmak için halk kitlelerinin en zayıf noktalarını kullanarak kendilerine çevirmeyi bilirler ki burda da olduğu gibi Bosna sorunu müslümanlar arasında içlerinde yanan bir meseledir.Ama bu tür olaylara Müslüman-Hristiyan-Yahudi eksenlerinde değil de İnsanoğlu -Hayvanoğlu ekseninde baksak daha objektif bir bakış açısına sahip oluruz.

Yakın zamanda Venedik film festivalinden sonra en az bizim iktidar kadar yüzsüzleşmiş Berlusconi iktidarından bir zat Tarantino’yu seçkinci davranmakla suçlamış ve ödülü kendi tanıdıklarına vermekle itham etmişti.Kendi tanıdıkları diyerek ödül alan dünyaca ünlü sanatçıları kastetmişti.Bir insan bu kadar mı düşer diye kendimi alamıyorum.Çoğu yerde denir İtalyanlarla Türkler birbirine benzer diye.Bu kadar mı benzer ya??

Neyse sonuç olarak son yaşananlar zaten bozuk olan imajımıza daha da kötü etkileri olacağı kesin.Biz ne zaman demokratik ve yaratıcı tepkilerimizi ortaya koymaya başlarsak olaylara daha objektif bakmaya başlıyacağız.Her ne düşünürseniz düşünün sanatın yaratıcılığından uzaklaşmayarak tepkimizi ortaya koyalım.Mesela Semih Kaplanoğlu ve Bal filmi ekibi gibi.Ya da son sözü Slavoj Zizek ustaya verelim Kustarica konusunda.

“Underground filmi, Batılı bakış için çekilmiş bir Balkan miti. Savaşın doğamızda olduğuna inandıran, deli bir ulusun portresi...”
(Slavoj Zizek, ‘The Plague of Fantasies’)

*
Share/Save/Bookmark

8 Ekim 2010 Cuma

İşte Kurgu Budur

Joaquin-PhoenixYakın zamanda Gladyatör’deki Commodus rolüyle hatırladığımız  Joaquin Phoenix’in sinemayı bıraktığını ve rap müzik yolunda kariyer yapmak istediğini okumuştuk.Hollywood çevrelerinde de hayli şaşırtıcı bir gelişmeydi bu.Zira başarılı bir oyuncu olarak kendini ispatlamış Phoenix’in birden bire kariyerini altüst etmesi pek hayra alamet değildi açıkcası.Son iki yıl içinde saçını sakalını uzatarak televizyon programlarına alkollü çıkıp sağa sola küfreden rapçi imajını oturtmasıyla herkes alışmıştı ki bu olaya ,aslında bütün bu yaşananların hepsi yeni çekilen belgeselinde gerçeklik olgusunu yaratmak için kullanılmış.Yani kısacası Phoenix’ ne alkolikti,ne uyuşturucu kullanıyordu,ne de sinemayı bırakıp rap müziğe yönelmişti. Sadece Casey Affleck’in yönetmenliğinde çekilen  ‘I’m Still Here’ belgeseline kurgu oluşturmaktı bütün bunlar.Ve işin akıl almaz tarafı bütün bu senaryonun iki yıla yayılmış olmasıdır.joaquin-phoenix-rapping-big

Sonuçta ‘I’m Still Here’, gerçek hayatın içinde başlayan ve iki yıllık kurgusuyla tüm zamanların en şahane ‘mockumentary’si, yani sahte belgeseli olarak sinema tarihine geçmiş durumda.İşte sinemanın yaratıcılığı bu tek kelimeyle.

JoaquinPhoenix011609_08-full

*
Share/Save/Bookmark

7 Ekim 2010 Perşembe

Bir Efsane Erirken

Hayat işte böyle, garip..Hani derler ya bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı sana mı kalacak?? Ama efsaneler için bu söz geçerliliğini kaybediyor.

Kaybetme ihtimali duygusu en az  kaybetme duygusunun verdiği acı kadar insana zarar veriyor maalesef ,evet herkes bir gün toprak olup gidecek ya da külleri rüzgarda savrulacak ama eserleri ile bir yere gelenler her daim zihinlerimizde kalacak ve asla silinmeyecekler.Benim içim rahat çünkü  daha çok çekeceği film var Michael Douglas’ın ki en büyük filmi kendisi aslında sürekli izlesen de bıktırmayan.Bir efsane öyle kolay kolay göçüp gitmez bu dünyadan.

michael dougles                                        michael dougles (1)michael dougles (2)michael dougles (3)

*
Share/Save/Bookmark

5 Ekim 2010 Salı

Kısa Film Dayanışması

dayanisma ve kisafilm sinemasi

Türkiye’nin ilk Kısa Film Sineması Kısa Film Dayanışması ile büyüyor!

Türkiye’nin ilk kısa film sineması, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde (NHKM) bu yılın Şubat ayında açılmıştı. NHKM, kısa filmcilerin buluşma, paylaşma ve gösterim mekânı olma iddiasıyla gündeme getirdiği projeyi şimdi Türkiye'nin iki büyük şehrine daha taşıyor.

Gösterimler 9 Ekim cumartesi günü saat 19:30'da Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde bir açılış etkinliğiyle başlayacak ve sonrasında Kadıköy NHKM'de her cumartesi saat 18:00'de “Yılmaz Güney Salonu”nda, İzmir Nazım Kültür Evi'nde her Cuma saat 19.30’da, Ankara Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde ise her Perşembe saat 19:00'da gerçekleştirilecek.

Kısa Film Dayanışması üretmeye devam edecek

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde geçen yıl gerçekleştirilen Kısa Film Dayanışması, çok sayıda sinema tutkununun ortak üretim, kolektif çalışma, sınırlı kaynakların paylaşımı gibi konularda eşsiz bir deneyim yaşadığı bir birliktelik oldu. DAYANIŞMA kavramının altını, ne kadar insanca, ne kadar çoğaltıcı ve ortaklaşmacı bir biçimde doldurabildiğimizi gördük.

Kısa Film Dayanışması bu yıl da birlikte öğrenme, birlikte üretme, birlikte sergileme kararıyla yola çıkıyor. Ekim ayı ortasında başlayacak olan Kısa Film Atölyesi, her hafta filmlerin yönetmenlerinin de tartışmalara dahil olduğu gösterimler yaptığımız Kısa Film Sineması, Kısa Film Atölye’sine paralel olarak düzenlenecek özel seminerler ve Kısa Filmciler Forumu gibi buluşmalar Kısa Film Dayanışması’nın ayaklarını oluşturacak. 9 Ekim günü Kısa film sinemasının açılışı ile birlikte ilan edeceğimiz tema ile, Kısa Filmcileri bu yıl Nisan ayında yapmayı planladığımız İkinci Büyük Buluşma için üretmeye çağıracağız. “Aklımız, yaratıcılığımız, emeğimiz, vicdanımız satılık değil” demiştik geçen yıl. Şimdi “Hayallerimiz satılık değil” diyeceğiz.

Kısa filmlerinizin izleyicilerle buluşmasını, dayanışma için birlikte üretmeyi, paylaşmayı, tartışmayı, sinema aracılığıyla sözünüzü söylemeyi dert ediyorsanız siz de www.nazimhikmetkulturmerkezi.org ya da www.kisafilmdayanismasi.org adresinden bize ulaşabilir, kisafilm@nazimhikmetkulturmerkezi.org adresine yazarak veya doğrudan aşağıda adres ve telefonları yer alan kültür merkezlerine ulaşarak iletişim kurabilirsiniz.

Tüm kısa filmcileri üretmek, paylaşmak ve tartışmak için bekliyoruz…

KISA FİLM DAYANIŞMASI

NHKM KADIKÖY-İSTANBUL Adres:

Ali Suavi Sokağı (Sanatçılar Sokağı), No: 7

Bahariye - İstanbul

Tel: (0216) 414 22 39

NHKM ANKARA Adres:

Karanfil Sokak No:58 Kızılay - Ankara

Tel: (0312) 417 56 59

NHKM İZMİR Adres:

Cumhuriyet Bulvarı No:240 Alsancak - İzmir

Tel: (0232) 421 45 09,

(Konu ile ilgili gerekli gorselleri e-posta ekinde ve www.kisafilmdayanismasi.org/acilisafis.zip adresinden indirebilirsiniz)

**********************************************************

Tüm metin Kısa Film Dayanışması oluşumundan gelen postadan alınmıştır. (Sinema Bir Mucizedir…)

*
Share/Save/Bookmark