Sinema sanatsal olarak etkisini hayal dünyaları yaratmasındaki albeniden alsa da gerçek dünyadan da sürekli beslenir. Bunun en önemli örneklerini biyografi filmleri türü altında görürüz. Bu türün kendine has zorluğu vardır. Gerçek kişilikleri anlatırken gerçeklerden sapmamaya çalışırken, belgesel anlatının didaktizminden de kaçınarak sinemasal bir dil yaratmak gerekir. Bu iki unsurun dengesi filmi başarılı kılar. Özellikle çoğu filmde canlandırılan kişiye fiziken benzetme durumu kimi zaman itici hale geliyor ve yapımcılar için çözmeleri gereken bir dilemma hâline geliyor. Canlandırılacak kişiye çok benzeyen vasat bir oyuncu mu, yoksa bu rolün altından kalkabilecek ama pek benzemeyen usta oyuncu mu? Benim için rolü başarılı kılan gerçeğe benzetilmesinden öte performansın samimi bir bütünlük oluşturmasıdır. Genelde ağır makyaj ile yüzleri kaplanan oyuncular karakteri oynarken kısıtlı kalıyor, hâl böyle olunca bir skeç havasında performans sunabiliyorlar. Canlandırmanın esas amacı bire bir benzemek değil daha gerçekçi bir performans sunmanın daha doğru olduğunu öğrenen film yapımcıları bu sayede daha dişe dokunur yapımlar yapabilmeye başlamışlardı. Buna bence en güzel örnek, sinemamızdaki Atatürk tasvirleridir. Bir çok yapımda ve bir çok oyuncu ile canlandıran M.Kemal Atatürk’ü en lâyıkıyla oynan Rutkay Aziz olmuştu. Fiziken bire bir aynısı olarak tasvir edilmemesi ve Aziz’in daha canlı ve gerçekçi bir Atatürk portresi çizmesini sağlamış ve oldukça akılda kalıcı bir performans sunmuştu.
Sinema tarihinde ünlü kişiliklerin temsili konusunda beni en çok etkileyen performansları aşağıda naçizane sıralamaya çalıştım. Yine her listemde olduğu gibi bunda da belirtmemde fayda var, listedeki seçimler tamamen kendi kişisel sinema zevkimin sonucudur. Elbet listeye girmemiş daha iyi performanslar vardır ama yukarıda da belirtmeye çalıştığım “gerçeklik ve etkileyicilik” kıstasına uyan performansları kronolojik listelemeye çalıştım. Keyifli okumalar.
- Val Kilmer (Jim Morrison) / The Doors -1991
Sinema tarihinde sanıyorum bir başka örneği yoktur canlandırılan kişi ile oyuncunun bu kadar benzemesi. Val Kilmer gibi usta bir oyuncunun Morrison gibi bir rock ilahına bu kadar benzemesi gerçekten büyük bir şans, sanki ikizlermiş gibi. Val Kilmer’in canlandırmakla kalmayıp filmdeki bazı şarkıları da söylemesi ki yine bir başka efsane durumdur. Ne kadar doğru bilmiyorum ama film çekimleri sırasında grup elemanlarının karavanda şarkıları çalışan Kilmer’i Morrison zannettikleri de rivayet olunur.
- Jim Carrey (Andy Kaufman) / Man on the Moon – 1999
Listedeki filmler içinde açık ara en sevdiğim film kesinlikle Man on the Moon’dur. Hani derler ya nevi şahsına münhasır bir kişilik, işte bu tanımı dünyada en çok hak edenlerden biridir Andy Kaufman. Mizah kavramını başka bir boyuta götüren zamanının ötesinde bir kişilik miydi, yoksa sadece bir ruh hastası mıydı, bu yıllardır tartışılan bir konu. Tarihteki ilk troll olduğu kesin. 35 yaşında çok erken aramızdan ayrılan Kaufman’ın aslında ölmediği ve performansının devamı olduğunu da inananların sayısı az değildir, ki zaten Kaufman’ın hayatını az biraz bilen birisi buna hemen inanabilir. Çünkü böyle bir deliliği gerçekle komediyi müthiş bir şekilde karıştıran Kaufman’dan başkası yapamaz. İşte böyle bir adamı canlandırmak gerçekten cesaret isterdi. Jim Carrey’in de bunun üstesinden geldiğini söyleyebiliriz. Filmin diğer bir güzel tarafı da, yine çok sevdiğim R.E.M’in müzikleridir.
- Charlize Theron (Aileen Wuornos) / Monster – 2003
Her ne kadar olumlu bir ünlü olmasa da gerçek bir kişinin temsili anlamında seri katil Aileen Wuornos’u deyim yerindeyse başkalaşım geçirerek canlandıran Charlize Theron, bileğinin hakkıyla listede yer buluyor. Üşenmem her ortamda, hem konusu açıldığında Theron’u bu performansından dolayı amansız överim. O derece yani. Akademi de Oscar ödülü vererek övmüşlüğü vardır.
- Bruno Ganz (Adolf Hitler) / Downfall – 2004
Adolf Hitler’in sinemadaki temsilleri oldukça fazladır. Tüm Dünya’da etkisi bu kadar fazla olan bir siyasi kişilik birçok perspektiften perdeye yansıması olmuştur. Ama içlerinden en öne çıkanın nispeten diğer filmlere göre yakın zamanda çekilen Downfall filmindeki Bruno Ganz’n performansıdır. Hitler’in son günlerine odaklanan filmde geçtiğimiz yüzyılın en kanlı diktatörünün halet-i ruhiyesinin aktarımı oldukça zor olmalıydı ve Ganz bunun altından rahat kalktığını görebiliyoruz. Hele savaşın kaybedileceğinin yavaş yavaş anlaşıldığı zamanda komutanlarına karşı geçirdiği sinir nöbeti sahnesindeki performansı tek kelimeyle enfesti.
- David Bowie (Nicola Tesla) – The Prestige – 2006
Ayrıksı bilim insanı Nicola Tesla’yı zaten oynasa oynasa David Bowie oynayabilirdi. Bu iki ayrıksı karakterin tek bir bedende perdeye yansıtılması çok güzeldi. Yakın zamanda kaybettiğimiz Bowie’yi bu performansıyla bir kez daha yad edelim.üCate Blancett (Bob Dylan) / I’m Not There – 2007
Koskoca Bob Dylan gibi yaşayan efsaneyi bir kişi canlandıracak değildi herhalde. O yüzden 2007 yapımı Todd Haynes’in I’m Not There filminde usta sanatçıyı 6 farklı oyuncu canlandırmıştı. Ama içlerinde biri vardı ki diğerlerinden bir adım öne çıkıyordu. O da Cate Blancett. Bir erkeği bir kadının canlandırmasının zorluğuna ek Bob Dylan gibi bir efsaneyi resmetmek iki kat zordu ve Blancett bunu layıkıyla başardığını görürüz, ki zaten Venedik’te ve Altın küre’de aldığı ödüller de bunu destekler.
- Marion Cotillard (Edith Piaf) / La Vie En Rose – 2007
Yine bir müzik efsanesi Edith Piaf’ın zorlu hayatının resmedildiği, dilimize Kaldırım Serçesi olarak çevrilen filmde usta sanatçıyı genç kuşağın başarılı isimlerinden Marion Cotillard canlandırmıştı. Listedeki çoğu performansta olduğu gibi Cotillard’a Oscar kazandırmıştı bu performansı.
- Benicio Del Toro (Ernesto Che Guevara) / Che – 2008
Steven Soderbergh’in iki bölüm hâlinde çektiği Che serisinde Benicio Del Toro Cannes’da da ödüllendirilecek bir performans sunuyor. Che’nin, en az diğer politik figürler kadar sinemada temsilini az görürüz. Bu temsillerin çoğu da genelde gerçeğin dışına taşar ve filme hâkim olan ideolojinin bir parçası olarak istenildiği şekilde manipüle edilir. Hâl böyle olunca maalesef temsil eden oyuncu ne kadar iyi bir performans sunsa da gerçekçiliğinden uzaklaşıldığı için inandırıcılığını kaybetmiş olur. Soderbergh’in Del Toro ile çizmeye çalıştığı Che portresi inandırıcı bir seyirlik sunuyor. Che’den bahsetmişken Gael Garcia Bernal’in de Motosiklet Günlükleri’ndeki (The Motorcycle Diaries-2004) performansı da en az Del Toro’nin ki kadar etkileyicidir.
- Daniel Day Lewis (Abraham Lincoln) / Lincoln – 2012
Daniel Day Lewis’e 3. oscar ödülü kazandırarak en iyi erkek oyuncu dalında en fazla ödül alan oyuncu ünvanını kazandıran Lincoln performansıdır. Abraham Lincoln Amerikan tarihinin çok önemli figürlerinden biri, iç savaş sonrası köleliğin kaldırılmasını sağlayan Lincoln’ün sinema da temsil örnekleri bir hayli fazladır, ama bunlar içinde en dikkat çekeni Daniel Day Lewis’in performansı olmuştur. Ergen seyircisi sinemaya çekmek adına vampir avcısı olarak da kullanıldığı örneklerini gördüğümüz bir ortamda gerçeğine en yakın şekilde resmedilmesi gerçekten önemli. Yakın zamanda sinemayı bıraktığını açıklayan usta oyuncunun bu kararından tez vakitte dönmesini diliyoruz.
- Eddie Redmayne (Stephan Hawking) / The Theory of Everything – 2014
Eddie Radmayne’ye kariyerinin ilk Oscar’ını kazandıran, daha şimdiden efsaneler arasına giren Stephan Hawking performansı, listenin en yenisi olarak karşımızda. Redmayne son yılların en parlayan yıldızlarından biri. Proje seçimleri çok başarılı ve özellikle altından kalkması zor rollere kendini vermesi takdire şayan. The Theory of Everything’den sonra The Danish Girl’de yine zorlayıcı bir rolde, tarihte ilk kez cinsiyet değiştiren Lili Elbe’yi canlandırmıştı. Bu rolü ile de Oscar adayı olmuş ama Leonardo Di Caprio’nun yıllardır Oscar alamıyor muhabbetine yenik düşerek heykelciği kaybetmişti, ki iki performansı karşılaştırırsak bence Redmanyne’nin hakkının yenildiğini söyleyebilirim.
Listeye girmeyen ama gönlü kalmasın dediklerim;
- Michelle Williams (Marilyn Monroe) / My Week With Marilyn – 2011
- Colin Firth (VI. George) / The King’s Speech – 2010
- Philip Seymour Hoffman (Truman Capote) / Capote – 2005
- Ben Kinsley (Mahatma Gandhi) / Gandhi – 1982
- Gary Oldman (Ludwig Van Beethoven) / Immortal Beloved – 1994
- Sean Penn (Harvey Milk) / Milk – 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder