-Aşkın, hayatın tek gerçeği olması gerekmiyor mu?
-Bunun için, aşkın hep aynı gerçeği işaret etmesi gerekir.
Vivre Sa Vie, Türkçeye çevrilen tam adıyla Hayatını Yaşamak: On İki Tablodan Oluşan Bir Film, Yeni Dalga akımının öncülerinden Jean-Luc Godard’ın sinematografisindeki temel taşlardan biridir. 1962 yapımı filmde Godard’ın kült oyuncusu Anna Karina, hayatından kesitler izlediğimiz Nana’ya hayat vermektedir.Yeni Dalga akımını diğer sinema akımlarından ayıran özelliklerinin başında anlatılan hikâyelerin kurmacadan çok gerçek hayattan beslenmesi kuralı gelir. Hatta anlatılanların belgeselvari bir şekilde öyküler yerine gerçek olayların kaydı olarak gösterimidir. Vivre Sa Vie’de de uzun adında belirtildiği gibi Nana’nın on iki bölümde yaşamından kesitler izleriz. Genel anlamda öykü bütünlüğü aranmadan sırayla ilerleyen bu bölümlerde hayatına ortadan dâhil olduğumuz Nana’nın hikâyesinin büyük resmini görmeye çalışırız. Nana’nın hayatının şifrelerini çözmeye çalışmamız da bir başka Yeni Dalga kurallarından birinin sonucudur. Kuram olarak bu akıma dâhil olan yönetmenler pasif izleyici kavramına karşı çıkarlar ve izleyicinin de aktif bir biçimde filme kafa yormalarını isterler. Bu düşüncenin bir uzantısı olarak da bahsettiğim şekilde Nana’yı nihai sonuna götüren etmenleri düşünür, onunla birlikte hayatı yaşamanın(!) ne demek olduğu hakkında kafa yorarız.
İkinci Dünya Savaşı sonrası tüm Avrupa ülkelerinde yaşanan ekonomik çöküşün ardından toplumsal dinamiklerin bozulması, Yeni Dalga filmlerinin hikâyelerini oluşturuyordu. Hayatını yaşamak uğruna ailesinden uzaklaşan Nana için ekonomik refah çok önemliydi. Zira istediği, hayalini kurduğu hayat için ekonomik özgürlüğüne sahip olması gerekiyordu. Oysa tüm toplumu etkisi altına alan ekonomik darboğaz Nana’nın bırakın hayallerini, normal hayatını da yaşanmayacak durumlara sokuyordu. Bundan kaçış olarak da gençliğinin ve güzelliğinin uzantısıyla kendisini fuhuş dünyasında bulması kaçınılmaz bir sondu onun için. Ekonomik özgürlüğünü elde etmek isteyen bir kadının, kendini ekonomi çarkına sadece bir et parçası olarak kabul ettirebilmesi, o dönemin maalesef en büyük toplumsal açmazı olarak Godard’ın belgeselvari kamerasıyla ölümsüzleşiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder