Christopher Nolan’ın neredeyse baştan yarattığı çizgi roman fenomeni Batman serisinin son filmi The Dark Knight Rises (Kara Şövalye Yükseliyor) büyük bir sükse ile vizyona girdi.Serinin ikinci filmi The Dark Knight (Kara Şövalye) öyle bir etki yaratmıştı ki,gişe hasılatının yanı sıra popüler kültürde geniş bir yer bulmuştu.Heath Ledger’ın efsanevi Joker performansı deyim yerindeyse Batman’den rol çalmış ve kendi hayran kitlesini oluşturmuştu.Tim Burton’ın Batman’inde Jack Nicholson’un hayat verdiği joker’i tam bir karikatüre çeviren bu performans sinema tarihine altın harflerle yazılmıştı.Ne yazık ki Heath Ledger başarısını taçlandıran oscar ödülünü göremeden aramızdan ayrıldı ama joker ve diğer performanları anılarımızda her zaman yer alacaktır.
Batman Dark Knight’un sevilmesiyle yarattığı etki her zaman iyi sonuçlar doğurmadı maalesef ve son filmin Denver’daki galasında kendini Joker diye adlandıran bir psikopat seyircilerin üstüne ateş açması üzerine 12 kişi hayatını kaybetti.Son filmden bu yana 3 senedir heyecanla bekleyen sinema kamuoyuna deyim yerindeyse ağır bir tokat gibi geldi bu haber.Herkesin hevesi ve heyecanı kursağında kaldı desek yeridir.Bizimkisi dahil çoğu ülkede galaların,ön gösterimlerin iptal edilmesine yol açan bu olaya bir psikopatın yaptığı basit bir adli hadise olarak bakamayız. Bu konu üstüne ciddi ciddi sosyolojik çalışmaların yapılması gerek.Saf kötülüğün ve içi boşaltılmış anarşinin bir parçası gibi kendince mantıklı şiddet eğilimleri gösteren kötü karakterler aslında psikopat bünyelere bir rol model oluşturmuş oluyorlar.Perdede yansıyanın kurgudan ibaret olduğunu idrak edemeyecek kadar sinemayı ve kurguyu içselleştirmek bastırılmış toplumsal şiddetin su üstüne çıkmasını sağlıyorsa burda sinemanın etkisini ve dilini tartışmak gerek.Neyse bu başka bir yazının konusu şimdilik biz filmimize geri dönelim.
Batman literatürüne baktığımızda öncelikle iki tip fanatiklerinin olduğunu söylemeliyiz.İlki Batman fenomeninin doğduğu çizgi romanın takipçileri.DC Comics’in demir başı sayılabilecek bir seri olan Batman daha çok çeşitli kötülerle savaşmayı temel alan bir çizgide ilerliyor.Nolan’ın bu son serisinin farkı da işte burada ortaya çıkıyor.Nolan kendinden önceki Burton ve Schumacher gibi mizahı ve aksiyonu bol bir kahramandan çok, Batman’i batman yapan unsurlara odaklanıyor. Çizgi roman’da Frank Miller imzasıyla sadece “Year One” da işlenen bu konu son serinin tamamına yayılmış durumda.Korku-Kaos-Acı sırasıyla üçlemeyi oluşturan Nolan,Dark Knight Rises’da Batman’imize bolca acı sunuyor.
Diğer tip fanatikler ise sinema temelinde oluşmuş Batman filmlerinin takipçileri.Son dönem modern uyarlamalar olarak adlandırabileceğimiz Tim Burton’la başlayan seriyi genel anlamda 2Burton--2Schumacher-3Nolan diye özetleyebiliriz.Burton’un gotik atmosferiyle başka bir boyutta başlayan seri sonrasında schumacher’in popülist sinema dili sebebiyle ilginin kaybolmasıyla sonuçlandı.Yeni bir nefes arayışında olan yapımcılar Nolan’ı projenin başına getirdiler ve bambaşka bir Batman ile karşı karşıya geldik.Burton’ın gotik tasviriyle özdeşleşen Batman ve Gotham dünyasının değiştirmekle başlayan Nolan görsel anlamda daha açık renkleri ve ışığı seçerek bu handikapı aşmayı denedi ve başardı.Çünkü Burton’ın sinema müdavimleri onun siyaha yakın görseliğini çok iyi özümsemişlerdi ve Gotham’ın suçu doğuran tarafını çok iyi yansıttığını düşünüyorlardı.Açık ve renkli bir görselin yaratılması suçun temeline olan karanlığı sembolize etmesi anlamında büyük bir sorundu ama dediğimiz gibi yapımcıların projenin en başında Nolan’ı başa getirmeleriyle bu serinin 1-0 önde başlamasını sağladılar.
Christopher Nolan’ın zengin görsel sinema anlayışının yanı sıra asıl başarısı ,sinema ve çizgi roman serisinin es geçtiği felsefik altyapısını kurmasıydı.Herkesin bildiği gibi Bruce Wayne’in anne ve babasını kaybetmesinin sorumlusu olarak kendisini görmesiyle başlayan hikayede Wayne’nin Batman olma süreci minimum düzeyde tutulmuştu zira önünde savaşması gereken bir sürü düşman vardı.Ama Nolan pek aceleci davranmadı ve ilk filmde ilmek ilmek işleyerek Batman’i batman yapan unsurları ortaya koydu.Batman Begins’de korkularıyla yüzleşen Bruce karanlık dehlizlerde bir yarasa olarak yerini almıştı.Dark Knight’da ise Joker ile birlikte kaosa karşı gelmeyi ve asıl önemlisi joker’in vurguladığı her insanın içinde kötülük vardır ideasını kendine de uygulayarak bir arınma yaşamıştı.Gotham şehri için kendini suçların önüne atan Batman Harvey Dent ve dolayısıyla Two Face’in suçlarını üstüne alarak fedakarlıkta bulunmuştu.İşte son film burada başlıyor ve cezasını çektikten sonra inzivaya çekilen Batman yeniden dirilişini Bane’in “Acı” kavramıyla yapıyor.
Dark Knight Rises’a gelecek olursak ilk film Batman Begins’in devamı niteliğinde diyebiliriz.Bane’in geçmişindeki ve Gotham’ı yok etmek istemesindeki temel amaçların çoğu ilk filme dayanıyor ve bolca göndermeyle bu düşünce pekişiyor diyebiliriz.2 saat 45 dakika gibi hayli bir uzun süresi olsa da serinin bitmesi için gereken açık kapıların kapatılması anlamında her konuya değiniliyor.Hal böyle olunca senaryo anlamında yoğun bir bombadıman yaşanıyor ve bir noktadan sonra takip etmesi zor hale geliyor.Tabi Dark Knight’la kıyaslanmasının temel sebebi aksiyon ikinci planda kalmış iddialarını doğurmuş oluyor.Bu demek olmasın aksiyon yok değil,tam tersine salt aksiyona sırtını dayaya bir film değil demek oluyor.Hem alt metni zengin senaryosuyla hem de görsel zeminiyle ilk iki filmi zirveye taşıyor.
Oyuncu kadrosu ise ayrı bir tebriki gerektiriyor.Serinin kadroluları Christian Bale, Michael Caine, Morgan Freeman, Gary Oldman’ın yanına Anne Hathaway,Marion Cotillard,Tom Hardy,Joseph Gordon Levitt gibi genç yıldızlarla pekiştirilen kadro son yılların en iyilerinden sayılabilir.
Tabi bu durumun da dezavantajı olmuyor değil.Karakter anlamında Anne Hathaway’in çizdiği Kedi kadın hikayenin genelinde silik kalmış görünüyor.Michelle Pheiffer’in performansına yaklaşacak cinsten bir rol olmaması beni hayal kırıklığına uğrattı.Gerçi Hally Berry fiyaskonu unutturması da bir başarı sayılır.
Sonuç olarak çoğu kişinin beğenmemesine rağmen seriye yakışır bir final oldu diyebilirim.Serinin en büyük handikapı Dark Knight’ın başlı başına kült bir filme evrilmesi ve devam filmine beklentilerin yükselmesiydi.Hal böyle olunca ne yaparsan yap asla böyle bir beklentiyi karşılamazsın.Bence hem görsel hem de metin anlamında yakışır bir bir finaldi,keşke burada bitmese de Nolan’ın Gotham’ını bolca izlesek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder