13 Ekim 2016 Perşembe

Film Ekimi İzlenimleri I – Kim Ki-Duk’tan Ağa Takılmış Hayatlar


Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
Joseph Goebbels
Geçen yıl İstanbul Film Festivali kapsamında yine Kuzey Kore ile ilgili V Paprscich Slunce/Under The Sun (2015) adlı belgeseli izlemiştim. Onunla ilgili yazıma da yine aynı şekilde Joseph Goebbels’in bu ünlü sözü ile başlamıştım.  Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Kim Ki-Duk’un son filmi Geu-Mul (Ağ)’da da aynı durum geçerli. Komünist Kore ile Faşist Nazi rejiminin temel taşlarından Goebbels’i bağdaştırmamın esas sebebi, her ne kadar ideolojik olarak zıt gibi görünseler de iktidarlarını korumak adına kullandıkları metotların aynı olduğunu vurgulamak içindi.
Dünyanın üzerinde savaş olmayan, çatışma olmayan bir coğrafya yok sanırsam. Her yer yangın yeri. Burnumuzun dibi Ortadoğu cehennemi bir yana, bizden fersah fersah uzakta başka bir alem mevcut. Yıllar önceki sıcak savaşın yerini alan kedi köpek didişmesinden hallice soğuk savaş Kuzey ve Güney Kore arasında halen tüm trajikomikliğiyle devam ediyor. Kore bana göre dünyanın en hüzünlü coğrafyalarından. Binlerce yıllık ortak tarihe sahip insanların ideoloji ekseninde kuzey-güney diye bölünmesi hep bana ayrı hüzünlü gelmiştir. Kim Ki-Duk bu filminde bu hüznü, bu arada kalmışlığı o kadar güzel işliyor ki bizler izleyici olarak iliklerimize kadar hissediyoruz. Her iki ideolojinin buram buram küf koktuğunu, çamura battıkları gibi çırpındıkça daha da battıklarının kanıtı bir film.

Hikâyesinden biraz bahsetmek gerekirse, iki ülke sınırına yakın bir yerde tek göz bir odada eşi ve küçük kızı ile yaşam savaşı veren Nam Chul geçimini balıkçılık yaparak sağlamaktadır. Bir gün avlanmak için attığı ağ, teknesinin motoruna takılınca akıntının etkisiyle Güney Kore tarafına geçmek zorunda kalıyor. Güney Kore yönetimi Kuzey’den gelen bu yabancıyı casus olduğu iddiasıyla sorgulamaya başlıyor. Zaman geçtikçe masum olduğu anlaşılıyor ama bu sefer de baskıcı rejimden kaçtığı zannedilerek politik propaganda malzemesi yapılıyor. Kendilerince iyilik yaptıklarını zannederek daha özgür buldukları ülkelerine iltica etmesini zorluyorlar. Yeni hayat kurma ve iş garantisi bile vermektedirler bu tür despotizmden kaçanlara. Ama atladıkları bir şey vardı, o da hem Nam Chul ülkesine ve ülküsüne bağlı bir vatandaştı. Ya da öyle miydi hakikaten? Ülkesine ve yöneticilerine sevgisi , aksinin mümkün olmamasından dolayı mı kaynaklanıyordu? Vizontele’nin (2001) çok sevdiğim bir repliği var. Altan Erkekli’nin canlandırdığı belediye reisi Nazmi bey halka hitaben konuşmasında şöyle diyordu. “Bir insan memleketini niye sever? Gidecek başka yeri yoktur da ondan.” Aynı o hesap, Nam Chul memleketini hakikaten karşılıksız mı seviyordu, yoksa gidecek başka yeri olmadığı için mi? Güney Kore’ye geçtiğinde eğer eşi ve çocuğunu da yanına aldırabilseydi çok sevdiği ülkesine tekrar döner miydi?
Bu arada kalmışlığına ek kendisine psikolojik ve fiziksel işkenceyle dayatılan özgürlük(!) vaadi, aslında tek taraflı bir ideolojik çıkmazın olmadığını gösteriyor. Güney Kore’li sinemacı olarak Kim Ki-Duk için oldukça riskli bir hikâye. Zira kendisi Kuzey Kore yönetimini eleştirirken tek taraflı bakma tuzağına düşmeden kendi ülkesine hakim olan kapitalist düzene de selamını çakıyor.

Casus bulma ümidiyle masum insanlara potansiyel suçlu damgası yapıştıran yozlaşmış devlet memurları bu eleştirinin ilk halkası. Devletine hizmet etmenin ötesinde olayları kişisel intikam alma düzeyine indiren memurun karşısına daha genç ve olaylara daha masum bakabilen bir başka memur çıkıyor ve Nam Chul’un en büyük destekçisi oluyor. Kapitalizme getirilen bir başka eleştiri de Nam Chul’un Seul sokaklarında dövülmekten kurtardığı hayat kadını üzerinden işleniyor. Hayatını idame ettirmek ve ailesine bakabilmek için bedenini satmak zorunda kalan beden emekçisi başlı başına özgürlükçü olduğunu iddia eden bir ülkenin gerçeklerini bir tokat gibi yüzümüze vuruyor.  Nam Chul’un ülkelerinde kalmasını ikna etmek için “Ne kadar da gelişmiş bir ülkeyiz, en yüksek binamıza bak” diyerek bir nevi alay edercesine bir gelişmişlik örneği vermeye çalışıyorlar. Bilmedikleri bir şey vardı, zamanında tüm dünyaya asma bahçelerinin güzelliğiyle meydan okuyan Babil’den bile geriye bir şey kalmadı. Seneca ne güzel demiş “Şehirler bir çağda yapılır, bir saatte yıkılırlar.” O övündükleri binalar toplumsal birlik ve kültür olmadan ayakta zor dururlar. Binlerce yıllık insanlık tarihinde sayısız örneği olmasına rağmen insanların bunlardan ders almamaları insanlığımızın en büyük çıkmazıdır kesinlikle.

Filmin diğer güzel yanlarından biri de kullandığı sağlam metaforlar. Öncelikle filme adını da veren ağ metaforu kahramanımızın yaşadıklarına sebep olmasının dışında kendi içine düştüğü durumu da temsil ediyor. Filmin bir sahnesinde de dediği gibi “Balık bir kere ağa dolandı mı geri dönüşü yoktur” sözü tüm filmin özeti niteliğinde.Bürokratik ve ideolojik bir ağa dolandıkça dolanan kahramanım geri dönüşünün olmadığını çok iyi biliyor. Bu bahsedilen geri dönüş hem fiziksel hem de zihinsel. Zira filmin sonunda eşine ve çocuğuna kavuşsa da hiçbir şey eskisi gibi olmuyor maalesef. Daha da ileri giderek fiziksel anlamda da bir yok oluş söz konusu.

Bir başka sağlam metafor olarak da oyuncuk ayı kullanılıyor. Filmin başlarında kızının oynadığı her yeri sökük eski oyuncak ayı ile geri dönerken tek hediye olarak kabul ettiği müzikli oynayan oyuncak ayı kuzeyle güneyin bir temsili niteliğinde. Burada aslında meselenin özüne bakmak gerekiyor. Güzellik algısı ve tüketim algısının kesişimi üzerine düşünmek gerekiyor. Zira kızın sürekli oynadığı tek oyuncağı bu oyuncak ayı. Güney Kore’den dönerken kendisine hediye edilen emekleyebilen, ses çıkarabilen albenisi yüksek oyuncak hemen diğerinin üstüne çıkabiliyor. Ama sahip olduğu bütün bu göz boyayan etkenler bir süre sonra tüketilince insan bir boşluk içinde kalıyor. Kahramanımızın kızı da ilk başta onla oynarken filmin son karesinde de görüleceği üzere eski oyuncağına geri dönüyor. Çünkü ne kadar eskimiş olursa olsun, o onun ilk oyuncağıdır, yaşanmışlıkları üstüne sinen. Oysa kapitalist öğreti herhangi bir şeyle bağ kurmayı izin vermez. Zira bir bağ kurulduğu takdirde yenisini satmak zor olacaktır. O yüzden anlam derinliği olmayan metalar üretir kapitalizm.

Film Ekimi kapsamında şu ana kadar izlediğim en iyi film olan Ağ’da Kim Ki-Duk sinemanın etkili dilini kullanarak yaşadığı toprakların sorununa dair çarpıcı bir perspektif sunuyor.  Kesinlikle izlenmesi, üstüne defalarca düşünülmesi gerekiyor. 5/5

*
Orjinal Film Adı: Geu-Mul
Yönetmen: Kim Ki-duk
Oyuncular: Ryoo Seung-Bum, Lee Won-Geun, Kim Young-Min, Choi Gwi-Hwa, Jo Jae-Ryong

Yapım: Güney Kore / 2016 /CP / Renkli / 114’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder