15 Ekim 2016 Cumartesi

Bir Efsanenin Değil Bir Ulusun Doğuşu : Pelé: Birth of a Legend


Edison "Edson" Arantes do Nascimento, Dünya futbolunun gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu sayılan yüzyılın efsanesi. O kim dediğinizi duyar gibiyim. Hani şarkısı da vardır. Ben kısa Pelé ama sen bana uzun uzun Edison "Edson" Arantes do Nascimento de. Bu yüzyılın en iyi esprisinden sonra filmden bahsedelim. Pelé’nin 1958 Dünya Kupasında Brezilya’ya kupayı kazandırması ile başlayan efsane kariyerinin başlarına tanık oluyoruz. Endüstriyelleşmemiş futbolun yaratmış olduğu dünya çapında ilk büyük fenomen. Şimdiler de olsa Real Madrid ya da Barcelona’ya transferi kaçınılmaz olurdu, oysaki neredeyse bütün kariyerini Santos’da geçirmiş olup kariyerinin son yıllarında Amerika’da futbolu geliştirmek için Ahmet ve Nasuhi Ertegün kardeşler tarafından kurulan Cosmos’da oynamıştır.
Pelé’nin büyük futbolcu olduğu konusu genç kuşak için hep muğlak olmuştur. Yakın zamandaki daha doğrusu kamera kayıt teknolojisinin Pelé’nin zamanına göre nispeten daha iyi olduğu yıllardan günümüze gelen kayıtlardan izlediğimiz kadarıyla geçmişe dair fikirlerimiz oluyordu. Seksenlerin sonu doksanların başı çocukları olarak çoğu dünya yıldızını canlı izlememiş olarak yine de eski görüntüler üzerinden fikir yürütebiliyoruz. O günleri canlı yaşamasak da Maradona’nın orta sahadan alıp İngiltere’ye attığı gol ya da Tanrının eli golü onun efsanesini oluşturan imgeler. Ve ya Cruyff ya da Van Basten ya da nice futbol efsanesi.
Bunların içinde bizim kuşak için Pelé’nin neden iyi olduğuna dair bir fikir oluşmuyordu. Kalitesi kötü görüntülerden görebiliyorduk gollerini. Onlar da daha çok son zamanlarındaki golleriydi. Pelé miti olgunluk çağında yaptıkları ile değil daha 17 yaşında İsveç’teki Dünya Kupasında yaptıkları ile oluştu. O zamanlardaki futbol günümüz futbolundan oldukça farklıydı. Maçlar genelde kötü zeminde, zaman zaman çamur deryasında yapılıyordu. Toplar, kramponlar da aynı şekilde hiç de futbolcu dostu değildi. Oynanan futbol da aynı şekilde kelimenin tam anlamıyla kıran kırana oynanıyordu. Böyle bir ortamda yeterli beslenememiş, güçsüz, çelimsiz bir çocuk turnuvaya damgasını vuruyordu.
Pelé’nin günümüz kuşaklar için yeteri kadar içselleştirilememesinin bir sebebi de yapmış olduğu en iyi futbolcu listeleri olabilir. Kendisini de çoğu zaman listenin başına koyduğu bu sıralamalar bazen baya itici olabiliyor. Onun yeteneğini, dünya futboluna katkılarını bilmeyenler için bu durum maalesef itici olabiliyor.
1958 Dünya Kupası’nı bilen bilir, Brezilya için ayrı bir önemi vardır. Ülke olarak 1954 teki turnuvada yaşamış oldukları travma 58’deki kupayı daha bir anlamlı yapıyordu. Kendi ülkelerinde Maracana’nın açılışında şampiyon olacaklarından emin bir şekilde kupayı kaybedişleri ülke olarak derin bir travma yaratmış sınıfsal farklılıkların sorgulanmasına neden olmuştu. Afrikalı köle kökenlerinden gelen, şehirlerdeki gettolarda yaşam savaşı veren siyahilerin kendilerini savunmak için geliştirdikleri capoeira’nun futbol uzantısı ginga stili sorgulanmaya başlanmış ve kaybedilen kupanın sorumlusu olmuştu. Kendi ülkemizde de var  bu hastalık. Avrupa özentiliği ile kendi köklerimize yabancılaşıp tamamen farklı bir kültürü benimsemeye çalışıyoruz. Oysaki asıl marifet başka kültürü de görmezden gelmeyip, kültürler arası bir sentez yapabilmek. Tek taraflı bir empoze toplumsal anlamda bir intihardır.
Brezilya da 1954 sonrası futbol anlamında bunu yapmış, göze hoş gelen estetik yanı ağır basan ginga stilini kötü çocuk ilan etmiş ve Avrupa tarzında sistemli ve disiplinli bir oyun tarzı oturtmaya çalışmıştır. Hani derler ya alışmadık şeyde bir şey durmazmış, aynı o hesap Brezilya bu oyun stiliyle Avrupa’lı rakipleriyle baş etmekte zorlanmaya başlıyor. İşte burada sahneye efsane çıkıyor ve kendi köklerinden vazgeçmemelerini, başkası gibi olup kazanacaklarına kendileri gibi olup kaybetmeleri gerektiğini aşılıyor. Tabi bunu yaparken de ginga stilinin en iyi örnekleri sunuyor.
Sadece Pelé değil, futbolun takım oyunu olduğunu da unutmamak gerekir. O turnuvadaki kadro gelmiş geçmiş en iyi Brezilya kadrolarından sayılır. Garrincha, Vava, Zagallo, Didi. 58 kupasındaki bu kadroyu çok duymuşumdur babamdan ve aynı sıralamayla. Filmde de son sahnelerde sıkça görüyoruz bu isimleri.
Filmim spor damarının yanı sıra bence filmi esas güzel kılan Brezilya’nın o anki sınıfsal sınırların keskin olduğu sosyo-kültürel dünyasının resmini çekmesidir.Sadece futbol filmi izleyeceğini düşünen biri için film sıkıcı olabilir. Zira bence filmin en güzel yanı Brezilya’daki sınıf farkı ve Pelé’nin tabi olduğu bu sınıfın onun sayesinde farklı bir anlam kazanmasıdır. Futbol stilleri ginga ve savunma sanatı Capoeira’nın kökenlerinin kölelik geçmişinden geldiğini ve çok daha derin anlamlar içerdiğini göstermesi bakımında film bir nevi belgeselvari  hava kazanıyor.İsveç’teki Dünya Kupası sahnelerindeki Avrupalıların Brezilya’lılara bakış açışı oldukça vahim. Kibirli üstten bakışları bariz ırkçılık seviyesinde. Her ne kadar bize çok yakın zamanlar olsa da Avrupa’nın göbeğinde en medeni ülkelerden biri İsveç’te böyle bir anlayışa karşı Pelé, gollerini aynı zamanda faşizme ve ırkçılığa da karşı atmış oluyordu. Futbol sadece futbol değildir mottosu işte tam da bu. Eğer olay sadece bir futbol maçı olsaydı, o maçın anlamı çoktan kaybolmuş olurdu.
Filmin en kötü tarafından birisi de karakterleri İngilizce konuşturmaları olabilir. Brezilya’nın varoş mahallerinde sefaleti gösterirken karakterleri İngilizce konuşturmakta ayrı bir  absürtlük. Bu hamlenin Amerika seyircisi için olduğu aşikar. Zira tembel bir seyirci olan Amerikan halkı altyazı okumaktansa Brezilya’nın varoşlarındaki insanların İngilizce konuşacaklarına inanmaları daha kolay geliyor.
Bu arada Pelé vasıtasıyla bir kez daha hatırlamakta fayda var. Michael Caine, Sylvester Stallone gibi usta oyunculara ek Booby Moore ve Oswaldo Ardiles ile oynadığı 1981 yapımı Escape to Victory’i izlemeyen varsa mutlaka izlemeli. Futbol temalı filmler içinde en iyisidir kesinlikle.
Genel olarak bakıldığında siyasi ve kültürel referansları filmi kurtarmaya yetmiyor ne yazık ki. Pelé: Birth of a Legend , sinemaseverler ve futbolseverler için, çok kötü olmayan ama yine de tatmin etmeyen vasat bir seyirlik sunuyor. 2/5

*sinegazete.net'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder