30 Kasım 2009 Pazartesi

Artık kaptansız karpuz kabuğundan gemilerimiz

 ahmet_ulucay

 

 

Her insanın gidişi hüzün verir geride kalanlara.Hele bazı insanlar varki daha bir koyar gidişi. Ahmet Uluçay da böyle bir insandı. Tamamen sinemaya adanmış bir hayat onunki.1954 yılında Kütahya’da başlayan yaşamı boyunca sinema onun tek dayanağıydı. Ona köylü yönetmen diyenlere köyde yaşayan yönetmenim diyerek yaşadığı topraklara sımsıkı bağlı bir gönül adamı.O ki imkansızlıkların hayatı dar ettiği yerde pes etmeyip kimi zaman filminde anlattığı gibi kendince projeksiyon makinesi yapıp ahırda film gösteren, kimi zaman da çektiği filmi finanse etmek için yem fabrikasında hamallık yapan bir insan.Çektiği filmlerde gişe kaygısı gütmediği için mütevazi hayatını sürdüren Uluçay son yapacağı filmi Bozkırda Deniz Kabuğunu da hem maddi sebeblerden hem de sağlık sorunları nedeniyle ertelememişti.Sektörleşen bir sinema dünyasında cüzdanıyla değil yüreğiyle var olan sanat adamıydı.Galiba en çok bu özelliklerinden dolayı gidişi bu kadar yakıyor yürekleri.Ne güzel demiş üstad;

“Karpuz kabuğundan gemi değil, Titanic bile yaparsın. Para değil, yürek meselesi bu.”

                           

image001

Kahraman Kral

Son yazıya ilişkin küçük bir ekleme...Küçük İskender'den Kahraman Kıral'a saygı duruşu

kapatılmış bir sinema salonudur ağzım;
ağladığım için boğulmuş aktristlerin arasından
her zaman bir bisiklet geçer / gidonu sevgilimin
rüyada iki yana açılmış kolları!
aslında hiçbir filmde başrol oynamadı yalnızlığım!
mamafih, suya rolünü ezberleten
acımasız bir yönetmen gibiydi aşkım!
nerede 'kamera' dedi, nerede 'stop!'; anlamadım !

kapatılmış bir sinema salonudur ağzım;
rahatsız etmemek için set çalışanlarını
adımı cast'tan, sahnemi klaketten sildim
lanetli bir çocuk gibi kendi dublörüme ağladım!

Küçük İskender / Burç Hikayeleri

27 Kasım 2009 Cuma

Canım Kardeşim

ps-10

Geçenlerde televizyonda can sıkıntısından kanallar arasında amaçsızca dolaşırken kavak yellerine rastlamıştım.Sürekli takip ettiğim bir dizi olmadığı için kanalı tam değiştirmek üzereyken birden kulağıma aşina sesler duymaya başladım. Sözünü ettiğim ses Tarık Akan ve Halit Akçatepe’nin oynadığı Canım Kardeşim filminin son sahnesiydi.Diziyle ne alakası var derken sonradan öğrendimki sahnedeki eleman dizide ölen efe’nin abisiymiş. Kardeşinin ölümünü hazmedemeyip hayata boşvermiş bir şekilde yaşarken televizyonda bu filmi görür ve ağlamaya başlar. Söz konusu sahne ise türk sinemasında eşi benzeri bulunmayan en vurucu sahnelerden biri. Kardeşliği, dostluğu, hayatları başkalarına adamayı,karşılıksız sevgiyi, çaresizliği gözümüze sokmadan yalın dille bu kadar iyi anlatan başka bir film yoktur sinema tarihimizde.Cahit Oben’in yaptığı filmin müziği ise bizi bizden götüren,gözyaşlarımızın yer çekimine engel olamadığı anlarda hislerimizin dile gelmiş halidir. Dizilerde böyle sahnelerle Türk sinemasına damgasını vurmuş filmleri anmak bir bakıma onları onurlandırmak çok büyük bir incelik.Alkışlar kavak yellerine….

Festival afişi diye buna denir

 

İnternette gezinirken Londra Korku Filmleri Festivali’ne ait afişlere rastladım.Her yanından yaratıcılık akan bu afişlerle yetinmeyip biraz araştırıp birkaç tane daha buldum.Hepsi birbirinden güzel.Özellikle  biletlerine bayıldım.Biraz acımasız gözüküyor ama biletlerde bile yaratıcılığın bu denli güzel kullanılması festivalin sanatsal marka değerine artı bir puan. Darısı bizim yerli festivallere.

5_horror25_horror15_horror3

     15_horrorposters2 15_horrorposters3 Stephenson  Horror Film Fest2Layout 1 Layout 1 Layout 1 01     horror_tickets

26 Kasım 2009 Perşembe

Ben star olmayacağım, ben efsane olacağım…

Freddy_Mercury_Statue_Montreux

Bu sözlerin sahibi Freddie Mercury bundan tam 18 yıl önce 24 Kasım 1991 de aramızdan ayrıldı. Bir rock starından çok sahneye en çok yakışan insanlardan biri olmasıyla efsaneleşen Mercury rock müziğini 90’larda stat konserleri ile geniş kitlelere ulaştırmış ve onla beraber rock doruk noktasına çıkmıştı.

Sahnedeki duruşu, şovu, pek çok kişi tarafından hala dünyanın en güçlü vokali olarak anılan sesi, Queen'i sırtlanarak, aydınlatan, Opera ile Rock müziği harmanlayarak yeni bir müzik anlayışı ile dünyayı kasıp kavurması ile tanındı.Normal konuşma sesi bariton aralığında olmasına karşın şarkı söylerkenki sesi tenor idi. Kaydedilmiş vokal aralığı yaklaşık dört oktav olan Mercury kendinden sonra birçok sanatçıya esin kaynağı oldu ve olmaya devam ediyor.

Opera-Rock karışımı müziğinin teatral havasını ve Freddie’nin sahnedeki görselliğini kliplerinde de devam ettiren Queen’in bu özelliği onu bir çok rock grubundan ayırıp komple sanat odağı haline getirmektedir.

Ve son olarak Şov devam ediyor…..

25 Kasım 2009 Çarşamba

Gotik Dünyanın Kralı :Tim Burton

0000041839

Tim Burton son dönem dünya sinemasında kalıplara sığmayan değişik sinema diliyle çok farklı ve özel bir konumdadır. Her filminde yarattığı gotik dünyalar ile seyirciyi filmin içine dahil etmesini çok iyi biliyor. Kuşkusuz Hollywood’un şu an genç kuşağın en yetenekli oyuncusu Johnny Depp ile kurmuş olduğu ortaklık her filminde gittikçe artan beklentiyi yaratıyor, böylelikle gişe derdi bulunmadan hem anlatmak istediklerini anlatıp hem de sektör açısından deyim yerindeyse kendisini altın madeni konumuna getiriyor. Klasik Hoolywood kalıplarına uymayan sinema anlayışı ile farklı görsellikler yaratarak bambaşka dünyaları anlatma yeteneği çağdaşı birçok yönetmenden kendisini ayırıyor ve sinemaya gönül verenlerin gönlünde yeri değişmez bir konuma geliyor. Şu günlerde ise yeni çıkacak filmi Alice Harikalar Diyarında’dan çok New York Modern Sanatlar Müzesi’nde sergilenen çalışmaları ile gündemde. Daha önce hiç sergilenmeyen resim, çizim, kukla, maket ve fotoğrafları bulunuyor sergide. Filmografisinde Beter Böcek, Makaseller, Ölü gelin gibi daha bir çok kült filme sahip olan Tim Burton’ın çizimlerinde de gotik çizim dilini görmek mümkün. Son olarak Tim Burton bu kadar kısa yazıyla geçiştirilmeyecek kadar önemli biri olduğu için şimdilik sergisinden bir kaç görüntü ile başlayalım..Sinemasını anlatan yazı ise coming soonnnnnn.

0000041819 burton1 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

0000041825

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 0000041820

Türk Sinemasının Gurur Anları 2

yol 1

41e591d8-yilmaz-guney

Yılmaz Güney’in  YOL filmi Türk sinemasının çok özel kilometre taşlarından biridir. Dünyaya açılmak isteyen bir ülkenin sanatının ondan önce açılmasının, daha doğrusu toplumların ileriye gitmesini misyon edinen sanatsal duruşun en güzel örneklerinden biridir. Milliyetin Sanal Gazete arşivinde zor bunulan ödül haberleri o günlerin koşullarını anlatıyor bize. Susuz Yaz’la beraber aynı kaderi paylaşan Yol filmi kendi devletinden yeteri saygıyı göremesede, sanata ve sanatçıya gereken önemi veren yabancı sinema çevrelerinden hakettikleri ilgiyi ve başarıyı elde ediyor. O günlerdeki Yılmaz Güney’in konumu ile filmi bir tutmak devrin en büyük yanlışlarındandı. Sanat ürününün yaratılmasından sonra kendince oluşturduğu sanatsal kişiliğin bir çok bileşeni olduğu unutulmamalı. Zira Yol filmi Yılmaz Güney’in yanı sıra oyuncusuyla, yapımcısıyla, setçisiyle bir bütündür ve kesin olan bir şey vardır ki hiç bir sanat ürünü yaratıcısının sevapları ve ya günahlarını taşımaz…

En güzelini de yine kendi söylüyor; “Günahımla, sevabımla geçmişimde ne varsa sahip çıkıyorum. Zaman, beyaz bir defter değil. Benim hayatım da karalanmış, çizilmiş, eksi konmuş, hatta kimi yerlerine ‘yanlış’ diye yazılmış bir defter….”

 

yol 2

23 Kasım 2009 Pazartesi

Spoiler’ın hası

      tshirt

Güzel bir filmin ardından izleyen kişi genellikle tamamen iyi niyetiyle başkalarına filmi anlatmak ister, tamam bu doğaldır,paylaşmak güzeldir ama bazen ayarını kaçırınca koca film piç olabilir, dikkatli olmak lazım..

TRT Arşivi satışta

 

trtgenel

Trt Unutulmaz Filmler Arşivi adresinde bulunan pdf formatlı arşiv listesi filmlerin tamamını bulundurmasa da her arşivcinin hayallerini süsleyecek derecede

Trt ‘nin sitesinden açıklanan fiyatlar ; Ticari kaygılardan uzak olarak yapılan çalışmada film ücretleri, yurt içinde VHS ve VCD formatı için 12 YTL, DVD için 25 YTL, Yurt dışındaki sinema severler için de VHS ve VCD formatında 10 Avro, DVD formatında 15 AVRO olarak belirlenmiş. (ayrıca vhs mi kaldı ya…)

Bilgi İçin
Yayın Arşivleri Dairesi Başkanlığı
TRT Sitesi 06109 ORAN/ANKARA
Tel: 0312 491 62 11
Fax:0312 491 39 15
E-Posta:yadb@trt.net.tr

Joker vs. Joker

İki efsane joker. Biri Tim Burton’un çektiği ilk filmde Jack Nicholson babanın hayat verdiği joker, diğeri ölümünden sonra oscarı kazandıran Heath Ledgerla vücut bulan Joker….

1221248836 1213648881

Öncelikle iki jokeri karşılaştırmadan yönetmenleri karşılaştırmak gerekir. Batman efsanesi sinema aktaran Tim Burton kendi dünyasındaki gotik unsurlarla Batman ve Gotham’ın çizgisel değerini harmanlayarak çizgi roman tadında yarattığı sinemasal evren aynı şekilde Joker’de de karşımıza çıkıyor. Ama Christopher Nolan’la beraber Batman Begins’de tamamen farklı bir Batman ve Gotham teması yaratıldı.Bunun devamı olarak The Dark Knight’da Joker ilk jokerin aksine gerçek hayattan fırlamış gibi geliyor. Düzgün çizgilerle karakterize edilen Jack Nicholsan’ın jokeri yıllar boyunca efsane olmasına rağmen Heath Ledger’ın olağanüstü performansı ile bambaşka bir konuma geliyor ki ilk joker neredeyse çok masum kalıyor. Bu etkiyi yaratan en önemli unsur ise kuşkusuz karakterin tüm kötülüğünü yansıtan makyajı. Çok özensizmiş gibi duran ama aksine karakterin ruhsal yapısını cok iyi özetleyen bu makyajın yanı sıra kıyafet seçimleri ile dış görünüşü yaratılan son joker çok farklı yere çıkıyor gönüllerimizde. Heath Ledger’ın karakterini kafasında oluştururken Otomatik Portakal’dan Alex ve Sex Pistols’dan Sid Vicious ‘ı esin kaynağı olarak aldığını ifade etmesi, karakterin ne kadar derin irdelendiğinin bir kanıtı. Jack Nicholson babanın ve İlk jokerin gönlümüzdeki yeri farklı ama kötülüğün kaynağındaki şiddeti daha iyi yansıtan Nolan’ın jokerine hakkını teslim etmek lazım. Ayrıca son olarak jokere ayrı bir hava vererek daha şimdiden kült mertebesine ulaştırdığı için artık kalplerimizde olan Heath Ledger’a sonsuz teşekkürler……..

7 Kasım 2009 Cumartesi

Shall we begin???


Usta yönetmen Michael Haneke 97 yapımı Funny Games’ini kare kare aynı planlarla ingilizce çektiği Funny Games U.S. filminde yine seyirciyi avunun içine almayı başarıyor. Çoğu Haneke hayranını üzen yeniden çekme fikrini daha fazla kitleye gitme ihtiyacı olarak açıklayan Haneke aslında temel niyetinin Hollywood klişelerine bir güzel giydirmek olduğunu filmi izledikten sonra çokca anlıyoruz.



---Bundan sonrasına dikkat,bolca spoiler içerebilir---

Şiddetin nedenselliği üzerine kurulu olan bu film televizyonlarda sürekli gördüğümüz şiddetin ne kadar yakımızda olduğunu ve daha da önemlisi burjuvanın bundan kaçmak üzere kurduğu sanal ve göstermelik huzur boşluluğun birkaç yumurtayla çok kolay yıkılacağını gösteriyor. Herşeyin başlangıcı yumurta verme sahnesinde ki gibi insanın içselleştirdiği nesneleri vermekte göstermiş olduğu şiddetin çıkış yolunun ne kadar gerçekçi ve bir o kadar absürt olduğu burjuva hayatının bir ipucusu aslında. İlk başta ihtiyaç fazlası yumurtaların verilirken ki sevecenlik zaman geçip kendi kullanacağı yumurtaları vermeye gelince geçirilen tereddüt aslında göstermelik nezaketin normaline dönüş sinyalidir. Ki dahada ileri gidilip tokat atmayı kendinde gören zihniyet bir nevi kendi kazdığı kuyuya düşüyor. Karşılıklı şiddetin görmezden gelinmemesi gerekir çünkü şiddetin kendi içinde ölçülemez olması her iki tarafın bu şiddetten ne kadar zarar gördüğünü anlamamızı güçleştirir. Tek ölçüt olarak kendimizi kurbanların yerine koyarak acıyı anlama yoluna başvururuz yani şiddeti içselleştiririz.Ki burda sahneye Haneke çıkarak dördüncü duvarı nazarımızda yıkarak bizi de bu oyunun bir parçası yapıveriyor.Bu sayede mazlumun tarafını tuttuğunu sanan seyirci birden silkelinerek aslında bunların bir parçası olduğu yüzüne vurulması ile hayatlarında göremeyeceği büyük bir tokatı yüzlerinde hissediyor.Kendilerine verilmeyen son 4 yumurtanın öldürülen kişileri (köpek de dahil olmak üzere) temsil etmesi teşbihde hata olmaz dercesine trajıkomik ve ironik anlatılması aslında taraf tutmanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor.



Her filminde anarşist tavrını da yansıtan Haneke bu filminde de bir çok tabuyu yıkıyor. Masumiyetin rengi beyazın bu filmde masumiyeti pek temsil etmemesi,açılış sekansında huzuru anlatan klasik müzikten death metale geçiş Haneke filmleri dışında pek de rastlayamayaçağımız durumlar.Filmin diğer bir güzel tarafı ise Haneke’nin klasik Hollwood klışelerine göndermeleri. Çehov’un ; “öyküde duvarda bir tüfek asılı olarak tarif edildiyse bu mutlaka patlamalıdır.” sözü ile şekillenen Hollywood klişesi bu filmde pek de işlemiyor. Çitlerini üstünden atlayamayan çocuk, kurumayan telefon, yardım isteyecek bir arabanın dahi geçmemesi gibi durumlarla seyircinin istediği kaçış yollarını kapatması aslında klişeler ile sömürülen seyircinin deyim yerindeyse dumura uğratılmasıdır. Çoğu seyirci filmin sonunda şiddete uğrayan karakterlerimizi büyük ihtimalle battaniyeye sarılı şekilde polisten aldığı kahveyi yudumlarken hayal etmiştir. Evden kaçan çocugun yardım getirememesi Evde tek başına tarzı çocuğun kahraman olduğu filmlerin bizde yaratmış olduğu iyiler kazanır imajına büyük bir gönderme aslında. Çünkü Haneke filmlerinde işler böyle ilerlemiyor. Hele hele seyircinin tek umudu olarak teknedeki bıçağın kullanılamaması Haneke filmlerinde silah gözükse dahi patlamayabilir kuralını yerleştiriyor zihinlerimize.



Hele hele kumada ile olanları geri sarma sekansı vardır ki,yabancılaştırma efekti olarak sinemada bir başka örneği yoktur sanırım.Olayın televizyonda izlediğimiz ya da gazetede okuduğumuz üçüncü sayfa haberlerinde ki gibi gerçekliğini korumasının yanında kurgusallığının vurgulanması aslında seyircinin her ikisi arasında bocalamasını istemesidir yönetmenin.Zaten bir filozof olan Haneke’nin seyircisinden de istediği izlemekten çok kafa yormasıdır.

Yeniden çekilmesiyle ne kadar Amerikan seyircisine ulaştığı sayılarla görülebilir ama Amerikan izleyicisin film hakkında ne kadar kafa yorduğu tartışılır.

3 Kasım 2009 Salı

Issız Bir Film


Issız adam hakkında yazı yazmayı bayadır dusunuyordum. . Issız adam türk sinema tarihinde gerek gişe rakamları bakımından gerekse yaptığı etki bakımından onemli bir yapıt.Bugun televizyonda ilk kez verilmesi vesilesiyle yazmaya karar verdim.Bunu nedeni bu kadar izlenen ve daha da izlenecek film olmasının yanı sıra anlatmak istediğini pek de anlatamamıs olmasıdır.Bir filmin iyi ve ya kotu olarak değerlendirilmesi için tabi birçok etken var ama kült film statüsüne gelmesi için öncelikle çok büyük bir etki yapması gerekir. Mesela Dünyayı kurtaran adam Türkiye'nin dünyaya armagan ettiği en önemli kült filmlerden biri.Hakkında sayısız gönderme yapılan,fan siteleri acılan,bir fenomen.Belki sinema teknikleri ve sanat acısından bakarsak farklı yargılar ortaya cıkarabılır ama gercek su ki; iyi veya kotu olarak adı konulamayacak bır fenomen olmasıdır. Mesela Godfather serisi bir sinema filminden cok etki alanından dolayı cogu sınema otorıtelerınce dunyanın en ıyı fılmı kabul edılır. İtalya'da cogu mafya uyelerının bu fılmden sonra cızgılı takım elbıse gıymeye baslamaları yaptıgı etkıyı gosterme acısında guzel bır ornek. İşte ıssız adamda yaptığı etkı bakımından uzerınde çokca konusulması gereken filmlerden biri.


Peki bu kadar kitleleri etkilemesinin nedeni ne?


Oncelikle gişe filmi olarak adlandırabılecegımız bır tür olmasından dolayı populer ogeleri bolca kullanmıs Çağan Irmak. Filmin müziklerinin yayınlandıgı donemde insanların dılınden dusmemesi ve hala dilinde olması, daha da ileri giderek filmin önüne gecmesi bir noktadan sonra sankı o sarkılara yapılmıs klıp durumuna düşürüyor filmi.Tamam modern sinema düzeninde işitsel öğeler çok önemli olabilir ama unutulmaması gereken nokta ise sinema sanatının görsellik üzerine kurulu olması ve kullanılan işitsel öğelerin aslında görselliğe katkı yapması amacı taşımasıdır.

Bunun dışında kadınla erkek arasındaki ikili ilişkileri, aşkı, kavgayı, ayrılığı üst metinde anlatması yani hali hazırda sinema sektörü için hayat damarı olan şablonu kullanması ve üstüne müziklerle desteklenen romantizmle birlikte harmanlaması görsel açıdan zengin bir menü oluşturuyor.Fragmanda vaat edilen yüksek romantizm filmde seyirci açısından tatmin edici seviyede.Seyircisi için önemli olan duyguların tatmini durumu kesinlikle sağlanmş oluyor.Ama burada kavramları iyi analiz etmek gerekiyor.Zira sinema seyircisi aynı zamanda o ürünün müşterisi olduğu için ve müşteri her zaman haklı olduğu için büyük kitleler tarafından izlenmiş filmleri bu gözle incelememiz lazım.Issız adam’a da müşterisini tatmin eden bir ürün olarak hakkını vermek gerekir.


Peki sinemasal açıdan baktığımızda durum nasıl?


Bir filmi değerlendirmek için ilk önce derdinin ne olduğunu ve bunu nasıl anlattığına bakmalıyız. Yani alt metnine ve üst metnine. Bu filmde de ilk gözüme çarpan şey alt metin ve üst metnin çatışmasıdır. Alt metinde erkek ve kadının toplumda ki yalnızlığını,kuşakların ve cinsiyetlerin farklılıklarını,çatışmalarını anlatma derdi işlediği konu açısından zor ve cesur bir hamle olduğunu belirtmek gerek.Ama bunu yaparken üst metinde dengeyi kuramamış olması filmin de dengesi bozmuş gözüküyor...Alper karakterinin aşırıya kaçan cinsi davranışlarının çok göz önüne getirilmesi ,karakterin altında yatan yalnızlıgı anlatmakta cok buyuk bir engel olarak cıkıyor. Bir anlamda üst metin alt metnin çabasını baltalıyor. Hal böyle olunca erkek izleyici karakterle bir yakınlık kuramıyor. Erkeğin yanlızlıgının yanı sıra kadının da yalnızlıgını anlatma çabası karakterler arasındaki dengesizlik yüzünden es geçilmiş oluyor. Yani filmin isminin içindeki Issız adam – Issız “ada”m okuma hilesi ile vermiş olduğu tarafsızlık vaadi, filmi izledikten sonra yeteri kadar her iki taraf açısından da doyurucu olamıyor. Zira seyirci erkek karakterin haklı olduğu durumlarda bile özdeşlik kuramadığı için savunamıyor ya da tam tersi mağdur durumda bulunduğu için Ada karakterine karşı duyulan ekstra özdeşlik karakterin anlaşılmasını zorlaştırıyor.Ayrıca kadın erkek arasındaki ilişki aşk ekseni etrafında anlatıldığı için Alper’in annesi ile olan ilişkisin örneğinde kuşaklar arası ilişkileri anlatma derdini gölgeliyor.Bir yanlızlık filminden ziyade bir aşk filmi olarak lanse edilmesi seyirciyi yanlış yönlediriyor.



Böylece derdini tam anlatamayan bir film durumuna dusuyor ama populer ogelerle bolca desteklendıgı ıcın musterısı acısından cokda sorun edilmiyor bu durum.Hal böyle olunca alan memnun,veren memnun sözü misali sadece karlı bir alısveris olarak adlandırabilir.


Sonuc olarak sektor acısından bir basyapıt ama derdini anlatması bakımından sınıfta kalmıs bir film sadece.


Sinema Üçlemeleri


Gerçekten güzel hazırlanan ilginç bir liste olmuş.Sinema sektöründe bir filmin tutması genellikle çoğu iyi sinema izleyicisini üzer.Nedeni ise bu filmlere olan yoğun ilginin devam filmleri açısından yapımcılara gişe garantisi vermesidir.Hal böyle olunca yapımcılar devam filmlerine daha az emek harcıyorlar.Bir nevi ne yaparsak yapalım izlemeye gelecekler ne de olsa rahatlığı.Mesela Karayip Korsanları'nın ilk filminin başarısından sonra devam filmlerinin geleceğini aşikardı ve ilk film kadar etkili olmayacağını tahmin etmiştim.Çünkü Johnny Depp'in Jack Sparrow karakterini oynamayıp bilakis yaşaması karakterin filmin üzerine çıkmasına neden oldu.Ki bu durum tek kişiye dayalı bir başarıya sebep oldu ve devam filmlerinde yeteri kadar diğer karakterlerle desteklenememesi ilgiyi düşürdü.Özellike üçüncü filmin kalitesine baktığımızda ilk filme yakışmayacak bir yapım olarak görebiliriz.

Yukarıdaki listeye de bakacak olduğumuzda efsane olmuş çoğu filmin devam filmlerinin pek tutmadığı gözleniyor.Matrix, Jurassic Park,Jaws gibi ilk filmleri sinema tarihinde önemli yerler tutmuş kült filmler devam filmlerinde yeteri kadar dikkat çekemiyor,ya da daha farklı söyliyecek olursak ilk filmin başarısını yakalayamıyorlar.Tabi bu arada istisnalar da olmuyor değil.Baba serisinin ikinci filmi sinema çevrelerinde en az ilk film kadar başarılı ve etkileyici bulunur.Yukarıda ise daha da ileri gidilerekl popularite açısından ilk filmin önüne geçtiği iddia ediliyor.Doğru veya yanlış tartışılır ama bir gerçek var ki Part II sanki devam filmi değilmiş de başka bir filmmiş gibi kendi öz karakteri olan bir film hüviyetinde.

Ya da bir başka örnek olarak Yüzüklerin Efendisi Serisini ele alacak olursak, asıl başarısı filmlerin teker teker değil bir bütün olarak düşünülerek ona göre çekilmesidir.Yani bütün filmlerde kalitenin aynı şekilde korunmuş olması en büyük artısıdır.Ki yukarıdaki şekilde de görüldüğü üzere üç filmin güzelliğinin aynı oranda ilerlemesi mizahi açıdan çok iyi anlatılmış.Bu da filmin fanlarının seriden ne kadar keyif aldıklarını gösteriyor.

Tabi katılmadığım değerlendirmeler de var.Mesela Batman serisinin ilk iki filmine baya bir haksızlık yapılmış.Tim Burton'ın Batman'i çekilen bütün diğer Batman filmleri arasında her zaman çok farklı yerde durmuştur.Tim Burton'ın Gotham tasviri,içerdiği gotik ve karanlık unsurlar çizgi romandan çıkmış bir karakteri görsel açıdan çok iyi tamamlıyor.Diğer filmlere de referans olan bu özelliklerle başlangıç filme belki biraz daha hakkı verilebilirdi.

Aşagıda ise kendi sinema dünyamdaki en iyi 10 devam filmini seçtim.Buyurunuz...

2 Kasım 2009 Pazartesi

Büyük adamlardan Büyük sözler 3



You know, boys, a nuclear reactor is a lot like a woman. You just have to read the manual and press the right buttons.

Homer Simpson

1 Kasım 2009 Pazar

Türk Sinemasının Gurur Anları 1



Türk Sinemasının Dünya'ya açılmasında başlangıç olmuş Metin Erksan'ın 1964 yapımı Susuz Yaz filmi , Necati Cumalı'nın 1962 tarihli hikayesinden uyarlanılarak yine Metin Erksan tarafından yazılmıştır. 1964 yılı Berlin Film Festivali'nde büyük ödül olan Altın Ayı'yı almıştır.Bu ödül Türk sinemasının uluslararası arenada aldığı ilk başarıydı.Aşağıdaki gazete küpürleri de Milliyet gazetesinin sanal arşivinden bize yansıyanlar.


Altın Ayı dışında Meksika'da yine 1964 yılında Acapulco Film Festivali'nde Altın Maya ve Metin Erksan da Venedik Film Festivali'nde özel ödül almıştı.O yılın oscarlarında da yabancı film dalında oscar adayı olmuştur.Ayrıca yakın zamanda 2008 Cannes Film Festivali'nde restore edilmiş bir versiyonu "klasik filmler” bölümünde gösterildi.Bu özellikleri sayesinde Türk Sineması'nın yanı sıra dünya sinemasında da yerini almış oldu.


Susuz Yaz'ın Altın Ayı almasının yanında festivale katılması ayrı bir ilginç konu.Zira çekildikten sonra Türkiye'de sansüre takılan film gösterime girememiş , başrol oyuncusu aynı zamanda filmin yapımcısı Ulvi Doğan tarafından gizlice Avrupa'ya kaçırılmıştır.Böylece festivale girmesi sağlanmış.Devlet ise ödül aldıktan sonra filme gereken ilgiyi ve itibarı göstermiş.