İlk olarak 2002’de düzenlenmeye başlayan !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, bu yıl 18. kez seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor Hatırlayacaksınız geçtiğimiz yılın sonlarında festivalin marka sahibi CGV Mars Grubu festivalin kurucuları ve 17 yıldır direktörlüğünü yapan Serra Ciliv ile Pelin Turgut’u görevden almış ve festivali bir belirsizliğe sürüklenmişti. Festival Şubat 2019’da düzenlenmemiş ve Mars grubu çok da net olmayan bir ifadeyle mayıs ayı gibi düzenlenebileceğini bildirmişti. Sonrasında sinema tarihimize ‘patlamış mısır savaşları’ olarak geçen sinema sahipleri ve yapımcılar arasında yaşanan gelir dağılımındaki tartışmalar yüzünden CGV Mars’ın başı epey ağrıdı. Geçtiğimiz temmuzda yürürlüğe giren yeni sinema yasası ile bu savaş yapımcılar lehine sonuçlanmış gibi gözükse de, devlet sansürünün daha da artmasına sebep olan bu yasa yüzünden uzun vadede kim kaybeden olacağını göreceğimiz bir sürece girdik.Festivale gelecek olursak, !f İstanbul en nihayetinde İstanbul’da 13 Eylül itibariyle kaldığı devam edecek. Festival direktörlüğü görevini de Mustafa Altıoklar’ın kızı, Kısakes kısa film festivali kurucularından Arya Su Altıoklar üstleniyor.
Festival seçkisine gelecek olursak, maalesef daha önceki yıllarda olduğu gibi beni heyecanlandıran bir seçki olduğunu söylemem zor. Daha çok yeni yönetmenlerin ilk işlerinin olduğu bu programda naçizane tavsiyelerim ve izlemeyi düşündüğüm filmler şu şekilde;
- Canción Sin Nombre (Song Without a Name)
Melina Leon’un yazıp yönettiği filmde 1980’de Peru’daki siyasi kriz ortasında kaybolan kızını bulmaya çalışan bir annenin hikayesi. Cannes, Munih, Kudüs film festivallerinde gösterilen film Güney Amerika sinemasına meraklı olanlar için birebir.
- Tehran: City Of Love
Eski vücut geliştirme şampiyonu, kilolarından dolayı özgüven eksikliği hisseden sekreter, cesaretini kaybetmiş dindar bir şarkıcı.. İran’da aşka inancını yitirmiş ama yine de peşinden koşan üç ayrı insanın hikayesinin anlatıldığı film özellikle pers sineması severler için kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yapım.
- Chained For Life
Gerçek hayatta nörofibromatozisi hastalığına bağlı yüz deformitesinenden muzdarip 2013 yapımı Skin under skin filminde oynayan Alan Pearson’un başrolünde olduğu filmde sinemadaki güzellik kavramı üzerine yoğunlaşan bir dramatik yapım
- Forman vs. Forman
Geçen yıl kaybettiğimiz Çek yönetmen Milos Forman’ın hayatına anlatan bu belgesel, bu yılki seçkide en çok merak ettiğim film diyebilirim. Guguk Kuşu ve Amadeus filmleri ile en iyi yönetmen oscarını iki defa kazanan Forman, bu filmleri dışında benim en sevdiğim filmi 99 yapımı Andy Kaufman’ın hayatını anlattığı Man on the Moon filmi. Belgeselin yönetmeni de en sevdiğim belgesel sinemacılardan Helena Trestikova. Yıllar önce Documentarist İstanbul Belgesel Günleri kapsamında filmleri gösterilmiş ve söyleşisine katılma imkanım olmuştu.
- Making Waves: The Art Of Cinematic Sound
Sinema sanatı her ne kadar görsel bir sanat olarak görülse de hakkı verilmeyen bir yönü de ‘işitsel’ tarafıdır. Bana göre perdeye yansıyan ‘şey’in gerçek gücünü ortaya çıkaran onun görsel gücünün ötesinde duyduğumuz gücüdür. Sinema sektöründe ses yaratma sanatçılarının yaratım sürecine nasıl dahil olduklarını hep merak etmişimdir.
- Nuestro Tiempo
Cannes film festivalinde 20017’de Silent Light ile Juri Özel ödülü, 2012’de Post Tenebras Lux ile en iyi yönetmen ödülü kazanan Arjantinli sinemacı Carlos Reygadas’ın son filmi Nuestro Tiempo. Geçen sene de Cuaron’un Roma’sının altın aslan aldığı Venedik’te yarışma bölümünde yarışmıştı.
- The Dead Don’t Die
Festivalin en ağır topu Jim Jarmush’un Bill Murray, Adam Driver, Tilda Swinton, Steve Buscemi, Danny Glover’lı The Dead Don’t Die filmi kesinlikle. İmkanınız varsa görülmesi gereken bir yapım.
- Varda par Agnès
Geçtiğimiz mart ayında 90 yaşında kaybettiğimiz Agnes Varda’nın kendi sanat yolculuğunu anlattığı film kesinlikle ve kesinlikle kaçırılmaması gereken bir belgesel. Varda’yı uzun uzadıya anlatmak gereksiz, kendisi geçtiğimiz yüzyılda sinema sanatına damga vurmuş ama maalesef sinema tarihinde hakkı tam verilmemiş bir yönetmen. Mart ayında Agnès Hakkında Her Şey programı ile Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en geniş retrospektifini izlemiştik.Hatta kaderin bir cilvesi bu belgeselini Varda’nın öldüğü gün 29 Mart’ta CKM’de izlemiştim. Unutamam, film başlamadan önce Sinematek yöneticisi Jak Şalom’un anma konuşması oldukça duygusaldı.
- Saf
Nisan ayında İstanbul film festivali kapsamında izlediğim, hatta festivalde izlediğim en iyi film diyebileceğim Ali Vatansever’in Saf filmini kaçırmamanızı tavsiye ederim. Şu an yaşadığımız dünyanın güncel konuları kentsel dönüşüm ve mülteci sorununu hikayesine çok iyi harmanlayıp, güçlü oyunculuklar daha da güçlendiren bir film.
Bu bahsettiğim filmler dışında seçkideki diğer merak uyandıran About Endlessnes, Les Miserables, Peri: Ağzı olmayan kız, Lara, The Souvenir gibi filmleri de değerlendirebilirsiniz.
Kült ve efsane filmler bölümünde de Derviş Zaim’in 96 yapımı Tabutta Rövaşata’sının sinema perdesinde yaratacağı etkiyi oldukça merak ediyorum, yine aynı şekilde David Lynch’in Blue Velvet’inin.
Kült ve efsane filmler bölümünde de Derviş Zaim’in 96 yapımı Tabutta Rövaşata’sının sinema perdesinde yaratacağı etkiyi oldukça merak ediyorum, yine aynı şekilde David Lynch’in Blue Velvet’inin.
İstanbul programının tamamına bakmak isterseniz;
Şimdiden herkese keyifli bir festival dileriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder