27 Kasım 2016 Pazar

Arrival – Selam Dünyalı, Biz Hakikaten Dostuz!


Polytechnique (2009) ve Enemy (2013) filmlerinden tanıdığımız ve sevdiğimiz yönetmen David Villeneuve’ın son filmi Arrival (Geliş) son zamanların en etkili yapımlarından biri ve şimdiden vizyona damgasını vurdu diyebiliriz. Ted Chiang’ın “Story of Your Life” öyküsünden yola çıkılarak yazılan filmde, son yılların gözde oyuncuları Amy Adams, Jeremy Renner ve  Forest Whitaker rol alıyor. Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan Arrival ülkemizde de geçtiğimiz Film Ekimi’nde sinemaseverlerle buluşmuştu.
Dünya’nın rastgele on iki yerine, daha önceki uzay gemisi tasarımlarına pek de benzemeyen bir şekilde daha çok kahve çekirdeğine benzer dev uzay gemileri iner ve tüm insanlık bu dünya dışı varlıkların geliş sebeplerini öğrenmeye çalışırlar. Amerika topraklarına inen bu “dünya dışı” canlılar ile iletişim kurması için Amerikan Hükümeti uzman dilbilimci Louise Banks (Amy Adams) ile anlaşır. İnsanlar bir yandan bu varlıklarla iletişim kurmaya çalışırken, Çin ve Rusya’nın başını çektiği, uzay araçlarının indiği bu ülkeler iletişimi koparmaya ve varoluşçu bir güdüyle bu dünya dışı varlıklarla savaşın eşiğine gelir. Louise Banks ise olağanca gücüyle uzaylıların dilini öğrenmeye çalışır ve öğrendikçe hayatındaki başka kapıları aralamaya başlar.
Film ilk bakışta, tipik “ufo gören masum köylü” ekseninde gibi gözükse de ana teması iletişim ve kader üstüne. Özellikle iletişim teması filmin en güçlü ana damarı konumunda ve bence en güzel mesajlarını bu tema üzerinden veriyor. Filmi sevmeyenlerin de eleştirilerindeki dayanağı da bu nokta. Filme salt uzaylı aksiyon filmi diye bakanların “bu ne ya, uzaylıyla konuşulur mu, ağzına ağzına vuracaksın” diyen ‘ekşin’ hastası Hollywood bağımlılarını pek de tatmin etmiyor bu yüzden. Salondan çıkarken çoğu kişinin “bu nasıl uzaylı filmi beahh” dediklerine şahit oldum. Zira onlar için bir filmin alt metni önemli değil, patlamış mısır yerken bol aksiyon görmek isterler. Böyle bir amacınız varsa baştan söyleyeyim, bu film sizin bildiğiniz uzaylı filmlerinden değil. Stephan Spielberg’in E.T. ile ilk örneğini verdiği “dünya dışı varlıklar korkulacak şeyler değildir, tanısan sen de seversin” alt metninde ilerleyen Arrival, işi daha ileriye götürüp “uzaylı, aslında insandan daha insandır” düsturunu benimsiyor da diyebiliriz.
“Dil” kavramını biraz açmak iyi olur, zira “dil” kavramı sosyolojik açıdan oldukça önemli bir mevzu. Filmde de atıfta bulunulan Sapir Whorf hipotezi oldukça ilginç. Kısaca “sahip olunan dil, düşünce ve algılama biçimini belirler” düşüncesine dayanıyor bu hipotez.  Mesela bir Eskimo için kar günlük hayatında ve dolayısıyla kültüründe önemli bir yer tutar. Böylelikle kullandığı dilde de bunun yansıması görülür. Eskimo dilinde yaklaşık 40 küsur tane “kar”ı tanımlayan kelime vardır. Hâlbuki hiç kar yağmayan bir yere ait dilde bunun karşılıkları olmayacak ve sonuç olarak bu iki kültür çeviri yoluyla birbirini anlamayacaktır. Bu hipotezin devamında da kullanılan dilin dünya görüşüne ve hayata bakışa etkilediği iddia edilir. Game of Thrones’da da bunun güzel bir örneği vardı. Dohtraki dilinde “teşekkür ederim” ifadesinin olmaması Dohtrak kabilelerinin barıştan yana olmadığını ve yetişen kuşaklarında bu tanımı kullanmamalarından dolayı içlerindeki barışçıl yönün köreldiği  ve sonuçta dilin etkisiyle kendilerine has savaş kültürüne uygun yetişmeleri buna örnek olabilir. Filmle alakasız ama dil mevzusu açılmışken söylemeden geçemeyeceğim, bazı dillerde birçok duyguyu veya düşünceyi tek bir kelime ile açıklayabilen kelimeler vardır. Bu kelimeleri araştırmak ve okumak oldukça keyif veriyor insana. Bunlara birkaç örnek, Japonca Wabi-sabi “kusurda güzellik bulma, yaşam ve ölüm döngüsünü kabullenme”, yine Japoncada Tsundoku kelimesi “bir kitabı satın aldıktan sonra okumadan diğer okunmamış kitaplar yığınına eklemek”, Eskimo dilinde Iktsuarpok “sabırsızlık ve beklenti arasında bir durumu, ikide bir dışarı çıkıp biri geliyor mu diye bakma hâli”, Akihi kelimesi Hawai dilinde “yön tarifi aldıktan sonra hemen unutma halini” anlatır.
Neyse bu konu oldukça derin, başlı başına ayrı bir yazının konusu olabilir. Arrival’a geri dönecek olursak her ne kadar alt metin anlamında başarılı olsa da filmin aksayan yönleri de yok değil. Uzaylı filmi ekseninde olduğu için Hollywood klişelerinden bolca bulmak mümkün.  Dünyanın kendi ekseni etrafında değil de Amerika etrafında döndüğünü bolca empoze eden Hollywood, bu filmde de dünyayı kurtaran ülke misyonunu değiştirmiyor. Dünyanın rastgele on iki farklı noktasına iniş yapan uzaylılarla kimse ileri iletişim kuramazken, üstün ırk Amerikalıların beyaz tahtaya “hello” yazıp iletişim kurmaya başlayıp dillerini çözdüklerini inanmamızı istemeleri oldukça gülünç. Hollywood’un “biz dünyanın hamisiyiz, her şeyi biz biliriz, uzaylı gelecekse tabi bizim topraklarımıza iner ve dünyayı biz kurtarırız” mottosu artık o kadar kabak tadı verdi ki, bir sinemasever olarak bu duruma ekstra alerjiniz varsa bu filmdeki iyi yanları bile görmenizi zorlaştıracaktır. Uzaylı istilası konusunda 2009 yapımı District 9, uzayların Amerika dışında bir yere de inebileceklerini göstermesi açısından güzel bir örnekti. Sırf bu özelliği bile filmi güzel kılmaya yetmişti benim için.
Filmdeki bir başka klişe ise; ülkenin siyasi konjonktürüne göre değişen, resmi ideolojinin empoze ettiği milli bir düşmanın hikâyeye dâhil edilmesi. Sırasıyla Kızılderililer, Naziler, Sovyetler şimdi de Çin. Aynı hikâye yaklaşık 30–40 sene önce çekilmiş olsaydı Çin yerine Sovyetler olacaktı kesinlikle. Gerçi yine bu filmde yancı da olsa eski dostu unutmamışlar, Rusya’yı da araya sıkıştırmışlar. Çin tarafının uzaylılar konusunda uzlaşılamaz tavrı, dünyayı kaosa götürmedeki istekleri o kadar yapmacık ki filmin inandırıcılığını zedeliyor. Çünkü klasik kahraman hikâye örgüsü için kahraman miti varoluşunu zıttı üzerinden konumlandırır. Anti-kahraman konumundaki Çin yönetiminin duruma müdahalesindeki abartı, kahraman olarak kendini atfeden Amerikalıların dünyayı kurtarmakta ekstra efor sarf etmesi demektir, ki bu da kahramanlık anlamında Amerikalıların ekmeğine yağ sürdüğü açık.
Sonuç olarak günahıyla sevabıyla bir bütün olarak ele aldığımızda kendi janrı içerisinde farklı anlatım tarzıyla bir adım öne çıktığını söyleyebiliriz. Klişelerine ve yer yer aksayan ritmine rağmen, kaderci ana temanın üstüne iletişim sosuyla harmanlanan bu ayrıksı uzaylı hikâyesi, görsel anlamda da karşılığını bularak filmi başarılı ve izlemesi değerli kılıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder