9 Mayıs 2015 Cumartesi
Yitip giden çocukluğumuzdu
Yitip giden çocukluğumuzda aslında. Pazar akşamları annenin perde ütülediği, banyo yapmak zorunda kalınan, defterlerin kitapların kaplandığı, Jay Jay Okocha'nın kırmızı kramponunun meşhur olduğu ve her hafta mutlaka bir zeki-metin'in filminin yayınlandığı yıllardı. Güzel günlerdi. Çocuktuk ondan güzeldi zannedersem. Daha o zamanlar fesatlığı, iki yüzlülüğü, yalanı, ayak oyunlarını görmemiştik. Teneffüslerde koşar adım bahçeye fırlayıp,iki taşı üstü üste koyup kale yapmaca ve futbol demeye dilim varmıyor zira futbol topla oynanırdı, taş tepmece oynardık. En büyük derdimiz oydu o zamanlar.Ve sürekli birbirimize şaban yada zeki-metin şakaları yapardık Güzel günlerdi. O güzelliği yaratanlardan biriydi Zeki Alasya. Metin Akpınar'la kurmuş olduğu kendi deyimleriyle kader birliği ile sinemamız ve tiyatromuz için altın harflerle yazılacak işlere imza attılar.Yaptıkları işleri buradan anlatacak değilim, zaten anlatmak istesem kelimelere dökemem. Mesai vakti ölüm haberini aldığımda herkeste oluşan üzüntü aslında bizler için ne kadar değerli olduklarının kanıtı. Çünkü eminim herkesin yaşadığı iki boyutluydu. Hem usta bir oyuncunun vakitsiz kaybının üzüntüsüydü hem de her geçen gün uzaklaşan çocukluğumuzun üzüntüsüydü.
The Office'in bir bölümünde Steve Carell'in canlandırdığı Michael Scott şunu söyler; hayatımın en kötü gününün Steve Martin'in öldüğü gün olacağını düşünürdüm hep diye. Aynısını çocukken ben de düşünürdüm. Münir Özkul, Halit Akçatepe, Zeki Alasya, Metin Akpınar daha niceleri. Çocukluğumda hepsi aileden gibiydiler.Çünkü mutlaka içlerinden biri akşam evimizi ziyaret ederdi. Tek derdimiz o zamanlar pazar geceleri banyo yapma istememekti. Güzel günlerdi ve artık geri gelmeyeceklerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder