30 Mayıs 2015 Cumartesi

Sessizliğin Bakışı


Joshua Oppenheimer'ın 2012 yılında çektiği büyük ses getiren The act of killing (Öldürme Eylemi)'nin devamı olarak çektiği The Look of silence(Sessizliğin bakışı)'da kameraler yine Endonezya'nın karanlık tarihine çevriliyor. İlk filmde de anlatılan 60'lı yılların ortasında yaşanan darbe ve komünist avının mağduru aileyi odak noktasına alarak yaşanan acıları yine tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor .Bazı bölümlerde bu gerçeklik öyle mide bulandırıcı bir hal alıyorki filmin son karesinde birinin çıkıp tüm anlatılanların kurgu olduğunu söylemesini istiyor insan. Lakin o tarihlerde yaşananlar o kadar insanlık dışı ki izlerken bunu yapan insan olamaz dedirtiyor.Hele katillerin kendilerince delirmemek için uydurdukları insan kanı içme ritüelini anlayabilmek mümkün değil.
Aslında anlatılanlar hiç de bize uzak bir konu değil maalesef. Eminim dünya üzerindeki tüm devletlerin tarihinde de mevcuttur bu anlatılanlar. Zira Endonezya'da yaşananlar oranın kültürüne has bir durum değildi. Hemen hemen aynı tarihlerde ülkemiz dahil bir çok ülkede Amerika'nın destekleği devlet destekli şiddet sonucunda sosyalizm ve komünizm düşman ilan edildi ve daha iyi bir yaşam için devrim aşkıyla yanıp tutuşan milyonlar bir hiç uğruna katledildi ve sindirildi. Özellikle islam ülkelerinde, kömünizme inananlarla inamayanlar arasındaki en büyük ayrımın din öğesi olması üzerinden hareketle büyük bir din propagandası yapılmış ve komünizm yanlıları ateizmle suçlanmıştır. Burada şunu belirtmek gerek bir insanın ateist olmasıyla ateist olarak suçlanması ayrı şeydir. Sosyalist kuramın temeli diyalektik materyalizm olduğu için din ve tanrı olgularını tanımaması doğaldır ama komünistleri ateist olarak yaftalamak tipik emperyalizm oyunudur ve insanları birbirine kırdırmak için çokca kullanılmıştır. Mesela bu topraklarda da çokca duyduğumuz komünistler birbirlerinin eşleriyle yatarlar yalanı filmde de karşımıza çıkıyor ve o devrin katilleri hala kendilerini aklamak için "namaz kılmazlardı,birbirlerinin eşleriyle yatarlardı" yalanlarını  kullamaktan çekinmiyorlar. Oysa ne güzel demiş Nazım usta "yarin yanağından gayrı herşeyde her yerde hep beraber diyebilmek için" ama anlat anlatabilirsen katillere.

Filmde sırayla söyleşi yapılan devrin katilleri aslında devletle birebir ilişki içinde olmamışlar ama ordu, komando birlikleri denilen bir nevi anti devrim kıtalarını iş başı yaptırmış ve ölüm mangaları olarak katliamları yapmalarına sessiz kalmış,yer yerde desteklemiştir. Bütün dünyada aynı senaryo. Filmde anlatılan insanın midesini kaldıran işkenceler,öldürme yöntemleri birebir Diyarbakır cezaevinde,Ziverbey köşkünde yaşandığı yazılır tarihimizde.

Abisi Ramli'nin katilleri ile yüzleşmek ve bir nevi günah çıkarmalarını isteyen Adi, katillerle yüzyüzeyken bile soğukkanlılığını koruyor ve erdemini yitirmiyor. Kapı kapı dolaşıp göz muayenesi yapması aslında çok güzel bir metafor. Çünkü insanın gerçekleri görmesi için akıl ve kalp gözünün açık olması şart. Ama maalesef konuştuğu hiçbir kişi gerçekleri kabul etme erdemini göstermiyor ve hala yıllar geçmiş olmasına rağmen o devirde kendilerine sunulan yalanlara sarılmaya devam ediyorlar.Tabi katliamların sorumlusu zihniyetin hala iktidarda olması katillerin vicdan muhasebesi yapmasını sağlamıyor aksine bu belgesele hayat veren çoğu kişinin kimliklerini ve adreslerini gizlemesine itiyor. Film bittikten sonra neredeyse bütün film ekibi jenerikte "anonymous(anonim)" olarak geçiyor. Bu durum insanı daha da yaralıyor. Demekki insan zaman içinde ders almıyor ve medeniyet ileriye gitmesi gerekirken yerinde sayıyor kimi zamanlar geriye bile gidiyor. Oldukça insanı yaralayan bir durum maalesef.


27 Mayıs 2015 Çarşamba

Dünyanın en güzel sinema salonları


     #1 Urania National Film Theatre, Budapest, Hungary
                    #2 Toronto’s Stunning Winter Garden Theatre

#3 Puskin Art Cinema, Budapest, Hungary

#4 Kurshumli An In Skopje, Macedonia – Creative Documentary Film Festival Makedox

#5 Sci-fi Dine-in Theater, Disney’s Hollywood Studios

#6 Olympia Music Hall, France

#7 Electric Cinema, Notting Hill 

#8 Movie Theater In Paris 

#9 Fox Theater, Detroit Mi 

#10 Arena, Pula, Croatia

#11 Hot Tube Cinema, London

#12 Orinda Theater, California

#13 Cineteca De El Matadero, Madrid. Spain 

#14 The Bijou Theater, Bridgeport 

#15 Newport Ultra Cinema, Newport City 

15 Mayıs 2015 Cuma

Documentarist desteğinizi bekliyor!

Şahsen benim istanbul'da gerçekleşen film festivallerinden favorim Documentarist Belgesel günleri bu yıl 13-18 Haziran tarihlerinde gerçekleşecek. RTÜK tarafından kanallara ceza amacıyla belgesel yayınlatıldığı bir ülkede 'evde belgesel izliyorum,caz dinliyorum' diyerek sınıf parodisi mizahına kurban giden belgesel sinema kültürünün gelişmesi adına oldukça önemsiyorum bu tür organizasyonları. Desteğe neden ihtiyaç duyduklarını kendi ağızlarından dinleyelim;

Her yıl dünyanın saygın festivallerinden derlediği en yeni, yaratıcı ve ödüllü belgeselleri ve Türkiye’nin bu alandaki yeni ürünlerini bir araya getiren DOCUMENTARIST İstanbul Belgesel Günleri, 13-18 Haziran’da 8. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Bugüne kadar bağımsızlığını korumayı başaran festivalimiz, bunu sürdürebilmek ve bu yılki programını hakkıyla gerçekleştirebilmek için bu sefer siz takipçilerinin desteğine ihtiyaç duyuyor.
Mütevazı bir etkinlik olarak yola çıktığı 2008 yılından bu yana giderek büyüyen, zamanla sinema seyircisinin, yurt içi ve yurt dışındaki belgeselcilerin büyük ilgisiyle karşılaşan DOCUMENTARIST, yıldan yıla profesyonelleşen ekibi ve sayısı giderek genişleyen gönüllüleriyle her yıl çıtayı biraz daha yükselterek Türkiye’deki yeni kuşak belgesel yönetmenlerinin de buluştuğu, filmlerini sergilediği bir platform haline geldi. Daha çok seyirciye ulaşması hedefiyle yerli filmleri ücretsiz gösterme karar aldı.
Düzenlediği uluslararası atölyelerde, belgeselcilerin yeni projelerini eğitmenler eşliğinde geliştirmelerine önayak oldu. Film gösterimlerinin yanı sıra belgesel geliştirme atölyeleri, sinema dersleri (master class), forum, panel, söyleşi gibi yan etkinlikleri ile son 7 yılda belgesel alanında zengin bir birikim oluşturdu.
Başından beri yarışmasız olarak düzenlenen DOCUMENTARIST, son 5 yıldır bağımsız belgeselcileri teşvik amacıyla programındaki yerli yönetmenlere Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü adı altında bir özendirme ödülü veriyor. Yakın zamanda buna, uluslararası eleştirmenlerden oluşan jürinin yabancı film seçkisi içinden bir filme verdiği FIPRESCI Ödülü de eklendi.
DOCUMENTARIST, festival haftasıyla sınırlı bir etkinlik olmakla kalmıyor: Ayrıca altı yıldır Hangi İnsan Hakları? Film Festivali, SaturDox Belgesel Buluşmaları gibi paralel etkinlikler, yıl içine yayılan Belgesel Geliştirme Atölyeleri, Çocuk Atölyeleri, Belgesel Forumu, yurt dışı ve yurt içi özel gösterimler düzenliyor.
Yaşasın belgeseller! Yaşasın bağımsız festivaller!
Resmi kurumlardan herhangi bir destek almadan bugüne gelen DOCUMENTARIST, 8. yılında yine “dünyanın belgeselini” ayağınıza getirmeye hazırlanırken, temel giderlerini karşılamak için dostlarının desteğine ihtiyaç duyuyor.
Festivali düzenlemek için gereken bütçenin ancak üçte biri her zamanki destekçilerinden sağlanmış durumda ve bu meblağ, programdaki filmlerin kopyalarının tedariki, katalog basımı, telif ücretleri ve jüri üyeleri ile konuk yönetmenlerin bir kısmının ağırlamasına yetiyor.
Filmlerin Türkçe altyazılarının hazırlanması, davet etmek istediğimiz diğer konuk yönetmenlerin uçak ve konaklama giderlerinin karşılanması, poster, bez afiş, gösterim çizelgesi gibi tanıtım malzemelerinin basımı, gösterim donanımlarının kiralanması vb. için gerekli ek bütçeyi DOCUMENTARIST bireysel destekçilerinden sağlamayı umuyor.
Kısaca DOCUMENTARIST, bugüne kadar etkinliklerini severek izleyen, gösterim, söyleşi, atölye ve benzeri buluşmalara katılarak bize manevi destek veren sıkı takipçileri başta olmak üzere, tüm belgeselseverlerin katkılarını bekliyor.
Sesimizi duyurmaya yardımcı olabilirsiniz!
Belgeseller hem dünyanın nabzını tutmak hem de sesimizi geniş kitlelere duyurmak için en etkili araçlardan biri. Bağımsız kalabilmek ve filmleri özgürce gösterebilmek için festivallerin büyük sponsorlardan azade olması gerektiğini de son gelişmeler bir kez daha gösterdi.
Siz de Documentarist’in sesini duyurmak ve bağımsız kalmasına katkıda bulunmak isterseniz, bu sayfanın linkini arkadaşlarınızla ve ilişkide olduğunuz kurumlarla paylaşabilir, destek kampanyamızı sosyal medya mecranızda duyurabilirsiniz. 

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Yitip giden çocukluğumuzdu


Yitip giden çocukluğumuzda aslında. Pazar akşamları annenin perde ütülediği, banyo yapmak zorunda kalınan, defterlerin kitapların kaplandığı, Jay Jay Okocha'nın kırmızı kramponunun meşhur olduğu ve her hafta mutlaka bir zeki-metin'in filminin yayınlandığı yıllardı. Güzel günlerdi. Çocuktuk ondan güzeldi zannedersem. Daha o zamanlar fesatlığı, iki yüzlülüğü, yalanı, ayak oyunlarını görmemiştik. Teneffüslerde koşar adım bahçeye fırlayıp,iki taşı üstü üste koyup kale yapmaca ve futbol demeye dilim varmıyor zira futbol topla oynanırdı, taş tepmece oynardık. En büyük derdimiz oydu o zamanlar.Ve sürekli birbirimize şaban yada zeki-metin şakaları yapardık Güzel günlerdi. O güzelliği yaratanlardan biriydi Zeki Alasya. Metin Akpınar'la kurmuş olduğu kendi deyimleriyle kader birliği ile sinemamız ve tiyatromuz için altın harflerle yazılacak işlere imza attılar.Yaptıkları işleri buradan anlatacak değilim, zaten anlatmak istesem kelimelere dökemem. Mesai vakti ölüm haberini aldığımda herkeste oluşan üzüntü aslında bizler için ne kadar değerli olduklarının kanıtı. Çünkü eminim herkesin yaşadığı iki boyutluydu. Hem usta bir oyuncunun vakitsiz kaybının üzüntüsüydü hem de her geçen gün uzaklaşan çocukluğumuzun üzüntüsüydü.

The Office'in bir bölümünde Steve Carell'in canlandırdığı Michael Scott şunu söyler; hayatımın en kötü gününün Steve Martin'in öldüğü gün olacağını düşünürdüm hep diye. Aynısını çocukken ben de düşünürdüm. Münir Özkul, Halit Akçatepe, Zeki Alasya, Metin Akpınar daha niceleri. Çocukluğumda hepsi aileden gibiydiler.Çünkü mutlaka içlerinden biri akşam evimizi ziyaret ederdi. Tek derdimiz o zamanlar pazar geceleri banyo yapma istememekti. Güzel günlerdi ve artık geri gelmeyeceklerdi.






Doğuş Otomotiv Trafik Hayattır!

Araç kullanırken telefonla konuşmayın, hayatı susturmayın!
Çünkü Trafik Hayattır!

Hayatımızın en önemli unsuru haline gelen trafik güvenliği konusunda farkındalık yaratmayı hedefleyen ve örnek uygulamalar geliştiren Trafik Hayattır platformu iletişim faaliyetlerine ara vermeden devam ediyor. Toplumsal sorumluluk alanı içerisinde trafik güvenliğine öncelikli olarak önem veren Doğuş Otomotiv, Trafik Hayattır ile trafikte saygı kültürünü yaygınlaştırmayı hedefliyor.
Trafik güvenliği konusunda Türkiye’nin en istikrarlı kurumsal sorumluluk markası haline gelen Trafik Hayattır platformu 10 yılı aşkın süredir, çeşitli bilinçlendirme projelerini başarıyla yürütüyor.
Trafik güvenliğini ve yaya güvenliğini sağlamada en önemli unsurlardan cep telefonu kullanımına, farklı projeleriyle dikkat çeken Trafik Hayattır platformu, yeni bir animasyon yaparak ‘araba kullanırken cep telefonu ile konuşmanın’ dikkat dağınıklığına sebep olduğunu vurguluyor.
Cep telefonu kullanımı her geçen gün artıyor. Buna paralel olarak şehir içi kazalarında da artış söz konusu. Cep telefonu ile konuşmanın reaksiyonları %80 azalttığı gerçeğini göz önüne alırsak Trafik Hayattır bu konuya eğilerek doğru bir strateji uyguluyor.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Futbol Oyunları

Behance.net'de Nerea Palacios adlı kullanıcı, canımız ciğerimiz game of thrones'daki aileleri nike formalarına uyarlamış. Çok iyi olmuş,çok da güzel iyi olmuş.












5 Mayıs 2015 Salı

İnat Hikayeleri

vikipedi'den;
Filmin düzenli bir senaryosu yoktur. "İnat" sözcüğü üzerine doğaçlama hikâyeler türetilecektir. Bölge insanı, oyuncu Tuncel Kurtiz ve yönetmenReis Çelik bir arada bölgenin halk öykülerinden derleme yaparlar. Sonunda bir ana öykü üzerinde üç öykü ortaya çıkar. Kış aylarında ulaşımı sağlayan at kızağını işleten Daşo’nu kırmızı bir minibüsle olan mücadelesi ana öyküdür. Kızakçı kışın buz tutan Çıldır Gölü üzerinden kestirme gittiğinden minibüsün göle giremeyeceğini ve yeni rakibinin kendisinden hızlı olamayacağını iddia etmektedir. İkisi arasında inatlaşma başlar. İnatlaşma devam ederken kızak ve minibüsün yolcularından tanınmış aşıklar ve hikâye anlatıcıları da bu kıyasıya yarışa katılırlar ve inat üzerine öyküler anlatırlar. Anlatılan öykülerin adları” Lades”, ”Beş Kırık Çöp Bir Kırık Kalp” ve “Cambaz Şaho”dur.




4 Mayıs 2015 Pazartesi

May the 4th be with you

Dünya star wars gününüz kutlu olsun.