14 Eylül 2012 Cuma

Mehmet Açar'a Sorduk


Sinema bir mucizedir olarak bir süredir devam ettirdiğim söyleşilerin dördüncüsünü Mehmet Açar'la gerçekleştirdik.Kendisi sinema yazarları arasında görüşlerine en çok değer verdiğim ve düzenli takip ettiğim yazarların başında geliyor.Sinema yazarlığı ve sektöre dair söyledikleri oldukça önemli.Kendisine buradan da bir kez daha teşekkür ederim.Keyifli okumalar.

Günümüzde teknolojik gelişmeler ve internetin yaygınlaşması sayesinde web üzerinden bilgi paylaşımı had safhada. Sosyal medya ise artık eski usul medya araçlarının alternatifi konumuna geldi. Sinema yazarlığı konusunda da internet artık çok cazip bir alan. Artık eski olarak kabul edilen basılı ve görsel medyadan gelen biri olarak bu yeni mecrayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelecekte belki herkes internette yazacak. Yani, önemli bir mecra olduğunu kimse inkar edemez. Şu anki haline bakarsak da sürekli gelişme içinde zaten. En iyi yanı başından beri insanların görüşlerini özgürce dile getirebilmesi. Sinemacılar artık sadece gazetelerde, dergilerde çıkan film eleştirilerini değil siteler, bloglar ve sosyal medyada çıkan yorumları da takip edebiliyor; daha geniş bir kitlenin görüşlerinden haberdar olabiliyorlar.

Sayı olarak oldukça fazla girişim var. Peki içerik olarak ne durumdalar sizce?
Açıkçası ben çok takip edemiyorum. Şu iyi bu kötü diyecek durumda değilim. İşte öğrenciler, okurlar arada link gönderiyor. Okumaya, takip etmeye çalışıyorum. Görebildiğim kadarıyla internette üç ana grup var. Profesyoneller, profesyonel gibi yazan amatörler ve geri kalanlar. Bu geri kalanların içine uzun blog yazıları da giriyor, bir paragraflık yorumlar da... Uzun ya da kısa, kimisi çala kalem yazıyor kimisi diline dikkat ediyor. Bunların bazısı iyi oluyor. Bazısı ise çekilmez. Benim gözlemim, köşe yazarların tarzına özeniliyor. Filmi ya yerin dibine batırıyorlar ya da yere göğe koyamıyorlar. Kişisel görüşler, izlenimler ve duygular yansıtılıyor.

Sinemayla ilgili yazılan bu kadar yazı, bir nevi ağzı olan konuşuyor havası yaratır mı? Ya da başka deyişle eski tarz yazarlığı daha da yüceltir mi?
Takip edebildiğim kadarıyla net'te uzun, kapsamlı analizler pek tercih edilmiyor. Zaten insanların internet'te uzun yazıları pek okumadığını düşünüyorum. Bu açıdan derin analizler ve kapsamlı yorumlar için kitap hala eldeki en önemli kaynak. Zaten analiz ve kuram profesyonellerin, akademisyenlerin işi. Onlar için de basılı kitap internetten çok daha önemli. Demek istediğim, bu işle ciddi olarak ilgilenenler zaten kitapları ve uzman isimleri takip eder. “Eski tarz yazarlık”tan kastınız buysa evet daha da yüceltir. Ama internette yazılıp çizilenler bana hiçbir zaman “ağzı olan konuşuyor” dedirtmemiştir. Kendi adıma ben romanlarım üzerine internetten çıkan bütün görüşleri okumaya çalışıyorum. O çalakalem yazılan görüşler de benim için önemlidir. İleride gazeteler internet ortamında çıkacağı zaman da, bloglar ve sosyal medya olacak. İnternet kendi içinde birçok dala ayrılacak. Gazete, dergi, site, blog, sosyal medya, e-kitap vs...

Bu durumla ilgili sizin de içinde bulunduğunuz Siyad nasıl bır tutum sergiliyor?Destekleyici bir tutumdalar mı yoksa mesafeli mi bakıyorlar?
SİYAD 92 kişilik bir dernek. Ben de sanılanın aksine uygulamalar ve kararlarla ilgisi olmayan düz bir üyeyim. Yeni tüzüğü ve yeni üyelik koşullarını çok iyi bilmiyorum. Başkan olduğum 2005 yılında, şimdilik internet'te yazanları takip edelim, eğer gerçekten iyi bir film eleştirmeni olduğuna inanırsak, aramıza kabul edelim demiştim. Ayrıca üyemiz olup sadece internet'te yazanları da aramızda tutalım dediğimi hatırlıyorum. Şimdi başkan olsam, internet yazarları için yeni kriterler belirlenmesinden yana olurdum herhalde. Ama SİYAD Yönetiminin bu konuda ne yaptığını inanın bilmiyorum. Bence ideal olan blog yazarlarının kendi içinde örgütlenmesi. Zaten SİBB (Sinema Blogları Birliği) kuruldu ve bu, benim için önemli. Keşke sinema akademisyenleri ve araştırmacıları da kendi derneklerini kursa. İnternet'te yazan öğrencilerime soruyorum neden SİYAD'a üye olmak istiyorsun diye. SİYAD'a üye olmak çok önemli diyorlar. Ben bunu pek anlamıyorum. Neden önemli ki? Saygınlık neden SİYAD'la geliyor? Bu işi ciddiye alıyorsanız, iyi yazın, kaliteli yazın, kitap çıkartın ya da sebat edip akademisyen olun. Zaten Türkiye'de sadece film eleştirileri yazaran geçinen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, benim bildiğim kadarıyla. SİYAD'a girenin de sinema yazarı olarak iş bulma garantisi yok.

Biraz da sinemadan bahsedelim. Sizce Türk sineması şu an ne durumda?
Önce seyirci cephesinden bakalım. Öncelikle komedi seviyorlar. Yıldız seviyorlar: Cem Yılmaz, Ata Demirer gişenin gerçek yıldızları. Komedinin dışında bir şeyler yapıp geniş kitleye ulaşmaya çalışanların işi zor. Ömer Faruk Sorak, Mahsun Kırmızıgül, Çağan Irmak bu işi becerenler arasında. Faruk Aksoy da “Fetih 1453” ile yeni bir kapı açtı... Yapımcı cephesinden bakarsak garantili hiçbir formül yok. Elinizde yıldız ve geniş bir tanıtım bütçesi yoksa, sinema en riskli yatırım. Kumar gibi bir şey... Eleştirmen cephesine gelirsek, iyi filmlerin sayısı az ve seyirci de bu filmleri oynatan salonları doldurmuyor. Hem iyi olup hem de çok seyirci toplayan filmlerin sayısı az... Bir eleştirmenin, yönetmenin ya da yapımcının çıkıp her şey çok iyi demesi mümkün değil. Ama Türkiye'de yerli film seyrediliyor ve bu çok önemli bir şey.

Çok kaliteli yapımlarla yurtdışından sürekli ödül haberleri geliyor. Bu durum sinemamızın kalitesini nasıl etkiler? Sayı olarak artmasını sağlarken aynı oranda içerik kalitesini sağlayabilir miyiz?Ya da kısacası en yakın ne zaman bir Oscar ödülümüz olur?
Oscar işi zor. Bir ülke sinemasının kendine böyle bir hedef koyması da çok doğru değil. Bir futbol takımı şampiyonlar ligini kazanmayı önüne hedef koyabilir. Çünkü orada bir yenme yenilme meselesi var. sinema böyle bir şey değil. Ayrıca Oscar alması bir filmin 'en iyi film” olduğu anlamına gelmiyor. Sanattaki başarı matematiksel olarak ölçülemez ya da spor dallarındaki performanslar gibi... Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes, Semih Kaplanoğlu'nun Berlin başarıları çok önemlidir, değerlidir.

Film sektörünün yanı sıra aynı oranda büyüyen bir de dizi sektörü var. Sizce birbirinden zıt iki sektör müdür bunlar, yoksa birbirini geliştiren iki kardeş sektör mü?
Kardeş tabi ki... Zaten aynı sektör aslında. Daha küçük ölçekli, butik işler yapmak isteyenlerin televizyondan uzak durma özgürlüğü var ama büyük yatırımcıların sadece sinemayla ayakta durması zor, televizyona ya da başka bir alana girmesi şart. Bu arada TV dizilerinin yurt dışı satışları çok önemli. Sadece maddi anlamda değil, manevi olarak da.... Zaten Kültür Bakanlığı da geçenlerde sinemayı stratejik bir sanat olarak görüyoruz diye açıklama yaptı. Hükümet de durumun farkında. Biraz destekle Ortadoğu, Balkanlar ve Türki Cumhuriyetler'deki sinema pazarı daha da büyüyebilir. Bu ülkelerin televizyonlarına içerik satmak, onların sinema salonlarının da yolunu açar.

Son zamanlarda istanbul dünya sineması için cazip setlerden biri haline geldi. Büyük gişe filmleri olsun,reytingi yüksek diziler olsun İstanbul’u fon olarak kullanmaya başladılar. Sizce bu durum geçici midir? Eğer öyle değilse kalıcı olması için neler yapılmalı? Mesela Woody Allen yakın zamanda kamerasını İstanbul’a çevirir mi?
Bu işler için biraz değil, çok ciddi bir devlet desteği gerekiyor. Sinema büyük bir endüstri ve her şey artık çok ticari. James Bond gibi büyük yapımları çekebilmenin yolu destek ve teşvik sistemlerinden geçiyor. Bakan Ertuğrul Günay tüm bunları çok iyi biliyor ve yapılması gerekenler için elinden geleni yapıyor. Woody Allen meselesine gelince. O yanılmıyorsam sadece kolaylık değil, maddi destek de istiyor. Anlaşma sağlanırsa filmin birçok sahnesinde mekan olarak kentin turistik mekanlarını kullanıyor. İstanbul'da geçecek bir Allen filmi çok şık olur elbette. Allen'ın İstanbul'da geçecek bir öykü yazmak konusunda çok zorlanmayacağı da kesin. Ama tüm bunlar için öncelikle Allen'la bir temas kurulması gerekiyor.

Yine oyunculuklarla ilgili, 70’li yılların star sistemine benzer bol yıldızlı filmler görmüyoruz. Klasik Türk sinemasına aşina insanları tekrar sinemalara çekmek açısından yeni bir star sistemi kurulmalı mıdır sizce?
Aslında ben şu anda seyirciyi sinemaya çeken bir star sisteminin olduğuna inanıyorum. Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar ve Ata Demirer'den ala star mı olur? Son yıllarda sadece sinemaya çalışıyorlar ve düzenli projelerle karşmıza geliyorlar. Çektikleri filmler de genelde en çok seyirci toplayan filmler arasına giriyor. Yönetmenlik yönüyle öne çıkan Yılmaz Erdoğan da bence bir star. Nurgül Yeşilçay, Meltem Cumbul gibi başka isimler de eklenebilir bu listeye.

Dünyanın amiral gemisi Hollywood sinemasının su an bir tekrarda oldugu gözleniyor.Eski sevilen filmlerin yeniden çevrimleri,tutmuş seriler ve bol efektli kahraman filmleri şu an revaçta olanlar.Acaba Hollywood üretkenlik anlamında duraklama dönemi mi yaşıyor? Eğer olası bir değişiklik yaşanırsa hangi türde bir gelişme öngörürsünüz?
Hollywood'da ekonomik açıdan ciddi bir sorun yok. Home Entertainment denen ev eğlencesi alanında bazı sorunlar var. DVD pazarı daralıyor, Blu-Ray beklenen ilgiyi görmüyor vb.. Televizyon ekranındaki 3D'yi daha iyi pazarlayıp bu sorunları da aşmayı düşünüyolar. Ama estetik ve artistik olarak bakarsanız, Hollywood'da yıllardır sürüp giden bir yaratıcılık krizi var. Ama kimsenin buna kafayı taktığı da yok. Çünkü süper prodüksiyonların çok büyük bir bölümü gişede bekleneni veriyor. Son yılların en iyi gelişmesi, “Inception”, “Dark Knight” gibi sofistike nitelikler taşıyan süper prodüksiyonların başarısı. Bunlar yapımcıları belki daha özgün işler konusunda cesaretlendirebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder