Sinema denilince hep güzel oyuncular,yakışıklı aktörler gelir.Ama sinema öyle büyük bir deryadırki içinde setçisinden,ışıkcısına her tür emekçi hizmet eder.Festivalcilik denilince de ilk akla gelen isimlerden biridir Hülya Uçansu.Sinema günlerini koca bir festivale çevirenlerin başında gelen,25 yılını bu uğurda geçirmiş tam bir festival emekçisi.Değerli görüşlerini bizlerle paylaştığı için kendisine huzurlarınızda bir kez daha teşekkür ederim.Sinemada kendisine nice 25 yıllar daha dilerim.Keyifli okumalar…
Dile kolay tam 25. yıl İstanbul Film Festivali denildiğinde ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Sinema günleri diye çıkılan bu yolda prestijli uluslararası bir festivale kadar giden bir gelişim göstermek hele hele ülkemiz şartlarında hayli şaşırtıcı ve bir o kadar da takdir edilmesi gereken bir konu. Yola ilk koyulduğunuzda hem kişisel anlamda hem de festival anlamında bu noktalara kadar gelebileceğinizi düşünüyor muydunuz?
Bu sorunuzu kitabın arka kapağında Alin Taşçıyan’ın yazdığı bir cümleden alıntıyla yanıtlamak isterim: Bu çalışmaya başladığımız zaman bize teslim edilen bu kıymetli görevi elinden geldiği kadar iyi yapmaya çalışan bir avuç idealisttik. Bu heyecanlı idealistlerin bilgi, birikim ve emeğinin üzerine yıldan yıla kurumsallaşan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) gibi ciddi bir yapılanma da eklenince uluslararası başarıya ulaşıldı.
Hayat hikayenizde sinema sevgisini ilk olarak dedenizin işlettiği sinemada filmleri izleyerek edindiğinizi söylüyorsunuz. Sizce sinema sevgisi çok küçük yaşlarda edinilmesi gereken bir özellik midir? Bunu şundan soruyorum, günün birinde milli eğitim bakanı olsanız ilkokul düzeyinde müfredata sinema dersleri koyar mıydınız?
Ben insanın yaşam çizgisinin çocuklukta aldığı eğitim, öğrenim ve alışkanlıklardan oluştuğuna inanıyorum. Buna en iyi örnek benim kendi hayatım. Bu söylemin karşığını kitapta bulabilirsiniz.
Günün birinde milli eğitim bakanı olsaydım yapacağım ilk iş çocuklara yeni şeyler öğrenmeyi, merak etmeyi, farklı ufuklara yelken açacak kafa yapısı geliştirmeyi mümkün kılan bir eğitim sistemini getirmek olurdu. Ne yazık ki bu hedefler, bu yıl yasalaştırılan 4+4+4 sistemiyle mümkün olamaz.
Müfredata sinema koymakla hiçbir şey çözülmez. Çocuklar önce en genel anlamında “öğrenmeyi” sevmeliler; “merak ederek yeni şeyler keşfetmeye” açık olmalılar. Üst başlık: sanat, alt başlık: sinema sevgisi kaçınılmaz olarak arkadan gelir. Çünkü sanat ve sinema gibi kavramlar hayatımızı güzelleştiren, zenginleştiren alanlardır.
Kariyerinizin başlarına baktığımızda Sinematek Derneğinde Onat Kutlar’ın asistanlığıyla başladığınızı görüyoruz. Türk sinema tarihinde Sinematek’in ve Onat Kutlar’ın katkısı tartışılmaz. Bu oluşumun merkezinde olmak, Onat Kutlar ile çalışmak nasıl bir duyguydu? Sizin gelişimizdeki katkısı nelerdir?
İstanbul Üniversitesi’nde Edebiyat Fakültesi’nde henüz bir öğrenciyken yolum Türk Sinematek Derneği’ne düştü ve Onat Kutlar gibi başlı başına “bir derya” olan bir kültür adamımızla tanışma şansına sahip oldum. Onat Kutlar, edebiyat, sinema, fotoğraf, bale, klasik Türk müziği gibi çok geniş yelpazede derin bilgisi olan bir Rönesans adamıydı. Cömert karakteri nedeniyle de bu bilgisini yakınındaki dostlarıyla paylaşmaktan büyük sevinç duyardı. Hayatımın en büyük şansıdır o tanışma ve birlikte çalışma.
12 Eylül gazabına uğrayan Sinematek’in misyonunu şu an sinema ve sanat dünyasının lokomotifi, sizin de yıllarınızı verdiğiniz İKSV’nin sürdürdüğünü düşünüyor musunuz?
İKSV’ nin kurumsallığı, sürekliliği ve düzenlediği festivallerin programlarındaki kaliteyi hiçbir zaman düşürmemesi nedeniyle sorduğunuz soruya olumlu yanıt veriyorum.
Gönül isterdi ki, ülkemizde sanat festivalleri düzenlemesinde lokomotif olma görevi daha başka kurumlar tarafından da paylaşılsın. Ne yazık ki sanat alanında nitelikli düzenlemeler yapmak pahalı bir çalışma alanıdır, büyük özveriler ister, bunu da her ekip başaramaz.
Plastik sanatlar alanında İKSV dışında Sabancı Müzesi, Pera Müzesi, İstanbul Modern gibi özel sektör tarafından desteklenen çok değerli kurumlar var. Ama tiyatro ve sinema gibi alanlarda uluslararası boyutta çok uzun yıllardır nitelikten ödün vermeden bu kadar uzun ömürlü olabilen başka bir kurum ülkemizde yok sanırım.
Uluslararası İstanbul Film Festivalinin yanı sıra yeniden canlanan Antalya ve Adana başta olmak üzere Malatya olsun, Mardin olsun ülkenin geneline yayılan film festivalleri bolluğu yaşanıyor. En son sineması olmayan Tunceli’de bile film festivali düzenlenmeye başladı. Bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz? Sinema İstanbul’un tekelinden çıkıp en ücra köylere kadar yayılabilir mi yakın gelecekte?
Sinemayla ilgili çalışmaların ülkemizin çeşitli kentlerine, kasabalarına, hatta ücra köylerine kadar uzanmasını hiç kuşkusuz çok yararlı buluyorum. Gerek Antalya, gerek Adana festivalleri olsun, ülkemizde düzenlenen bu etkinliklerin hepsinin kendisine model olarak İstanbul Film Festivali’ni aldığını söylemek çok yanlış olmazdı sanırım.
Geçmişlerinin eskiliği nedeniyle Antalya ve Adana’yı kenara koyarsak, diğer irili ufaklı festival çalışmalarının hangilerinin kalıcı olacağını zaman gösterecek. Ama kalıcı olmasalar dahi yaptıkları çalışmaların yüzünü çağdaş dünyaya çeviren gençler için çok yararlı olacağına inancım bütün.
Yine kariyerinize baktığımızda Venedik, Chicago, San Sebastian, Torino, Roma gibi prestijli sinema festivallerinden juri üyeliği ve başkanlığı yaptığınızı görüyoruz.Bir kıyaslama yapacak olursanız festivalcilik anlamında Türkiye dünya ve Avrupa ortalamasında nerede duruyor?
Dünyada düzenlenen film festivallerini “kapasiteleri” itibariyle en geniş anlamda 3 kategoride sınıflandırabiliriz.
Birinci sınıf: Cannes, Berlin, Venedik. Dünya sinema sektörünün lokomotifi olan büyük festivaller. Son yıllarda Toronto’nun da bu sınıfı zorladığını düşünüyorum. İstanbul’un buraya ulaşması hiçbir zaman söz konusu olamaz.
İkinci sınıf: Aralarında İstanbul’un da bulunduğu orta ölçekli festivaller. San Sebastian, Rotterdam, Taormina v.s.
Üçüncü sınıf: Ve diğerleri: Onların sayısı belli değil. Elimizde resmi bir istatistik olmamakla birlikte dünyada son yıllarda irili ufakli 3.000 e yakın festival düzenlenmekte olduğu söyleniyor.
İstanbul ait olduğu kategoride gerek programlarının, gerekse düzenlemelerinin niteliği sayesinde daima göz önünde olan, gelen önemli yönetmenlerin ülkelerine dönüşlerinde festivalimizin fahri elçiliğini üstlendiği bir etkinliktir. Bütün bunların üzerine bir de efsanevi İstanbul kentinin güzelliğini eklerseniz, festivalimizin hiçbir zaman sırtının yere gelmeyeceğini görürsünüz☺.
Genel olarak sinema ödüllerine baktığımızda Oscar ödülleri tarzı hem sektör hem de izleyici ekseninde ödül sisteminin ne yazık ki oluşturulamadığını görüyoruz. Ya az izlenmiş ama sanat yönü ağır basan filmlere ödül verilerek seyirci ve yapımcılar ödüle küstürülmüş,ya da tam tersi çok izlenmiş,içi boş filmlere ödül verilerek prestij anlamında kayıplar yaşanmış.Bu ikilemi giderebilecek tamamen tarafsız bir ödül sistemi kurulamaz mı acaba?
Sorunuz İstanbul Film Festivali (İFF) ile ilgili ise, orada ben bir sorun görmüyorum. İFF’nin seçtiği jürilerin niteliği itibariyle tarafsız ödül sistemi orada zaten mevcut.
İKSV’deki 25 yıllık çalışmanızın ardından yakın zamanda “Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin Anıları” adında anılarınıza ve deneyimlerinize yer verdiğiniz kitabınız çıktı. Sinema festivalciliği tarihine ışık tutacak sayılı eserden biri oldu. Biraz kitabınızı oluşturma sürecinden bahsedebilir misiniz?
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’ndan çeyrek asırlık emekten sonra ayrılış sürecim üzüntülü olmuştu. Aradan geçen 6 yıla bakınca İKSV’nin kendisine hiç yakışmayan bir çifte standard yönetim anlayışı uyguladığı şimdi daha net görülüyor.
Yazma isteği, o üzüntülü dönemin kendi içimde sürecini tamamlamasından sonra oluştu. Çok ta iyi oldu. Öfkeler, kızgınlıklar sonucunda ortaya çıkacak bir hesaplaşma kitabı bana yakışmazdı. Altı yıllık bir süre yaşananların “demlenmesine” yaradı.
Ortaya çıkışı çok hızlı oldu. İçinde sayısız belge içermesine rağmen, sanıldığından daha hızlı bir sürede “dökülüverdi.”. Hayatımın son döneminde bana bu kadar büyük sevinç veren başka bir çalışma hatırlamıyorum. Bir tür ruhumun arınması gibi bir duygu oldu.
İsterseniz biraz da sinemadan bahsedelim. Sizce Türk sinemasın şu anki seyrini nasıl buluyorsunuz?
1990’larda dünya festivaller arenasında yükselen değer iran sinemasıydı. Ancak İran sineması Kiarostami, Makmalbaf gibi batının kabul ettiği isimler dışında kalıcı başka yönetmen bırakmadan sahneden çekildi ve yerini Türk sinemasına bıraktı.
Türk sinemasının dünya sinema tarihindeki yerine bakınca Nuri Bilge Ceylan’ın kalıcı bir yer kazandığı çoktan belli oldu. Ancak güncel dünya festivallerinde Ceylan sinemamızı temsil eden tek isim değil. Zeki Demirkubuz, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu gibi yönetmenlerimiz de artık ustalık sınıfına ulaştılar. Ne mutlu ki arkalarından iyi filmler yapmaya başlayan genç bir kuşak ta geliyor.
Sektör olarak Yeşilçam günlerine tekrar dönüşü olası olarak görüyor musunuz?
Bu soruyu “Yeşilçam sineması” kavramından ne anladığımızı netleştirmeden yanıtlamam yanlış anlaşılmaya neden olabilir. Yeşilçam sineması dönemi için önem taşıyordu. İzleyiciye sinemayı sevdiren popüler işler üretirdi. O zemin üzerinden şimdi farklı bir genç sinema yükseldi.
Genç kuşak sinemacılarımızın filmleri yurtdışından ödüllerle dönmeye başladılar. Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz? Bu durum sinemamızın kalitesini nasıl etkiler?
Genç sinemacılarımızın dünya festivallerinden ödüllerle dönmesi son derece sevinç ve gurur veren bir durum. Bu ödüller bundan sonra yetişecek genç kuşaklar için de öykündürücü işlev görecektir.
Burada da kitabın arka kapağından alıntı yapmak isterim. Taşçıyan “İstanbul Fillm Festivali’nin kuruluşu Türkiye sineması için bir dönüm noktasıdır,” diyor. Alin başka bir konuşmasında da kendisinin de ait olduğu genç sinemacılar kuşağı için İFF’nin bir okul görevi gördüğünü söylemişti. Ben bu ifadelere katılıyorum. Bu genç kuşakların sinema bilgilerinin ve sevgilerinin oluşmasında İFF’nin “çorbada tuzu” olduğuna inanıyorum. Ne mutlu emeği geçenlere…
Son olarak Kadir Has ve Boğaziçi üniversiteleri bünyesinde sinema çalışmaları yapıyor, dersler veriyorsunuz. Akademik çalışmaların sinema sanatına katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İKSV’den ayrıldığımdan beri altı yıldır Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Sinema Televizyon bölümünde “Kültür Etkinlikleri Yönetimi” adı altında ders veriyorum. Ben bu derslerde sinema değil, genel anlamda festival düzenlemenin tekniğini anlatıyorum; öğrencilere yeni ufuklar açmaya, genel kültür aktarmaya gayret ediyorum. Akademik çalışmalar gençlere teorik düzeyde sinema bilgisi verir ama film yapmak için bu yeterli değildir.
Kitapla ilgili ayrıntılı bilgi için;
http://www.dogankitap.com.tr/kitap/Bir+Uzun+Mesafe+Festivalcisinin+An%C4%B1lar%C4%B1-1626
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder