Tim Burton ustanın canımız ciğerimiz Johnny depp ile işbirliğinin sekizinci ,zevcesi Helena Bohnam Carter’la yedinci meyvesi Dark Shadows (Karanlık Gölgeler) 1966’dan 1971 kadar devam eden aynı isimli kült dizinin günümüz uyarlaması olarak karşımızda.Bu film için şu sıralar hayli revaçta olan vampir, cadı, zombi furyasının ergen uzantısı olmayan bir ürünü diyebiliriz.Zira Tim Burton bu dünyanın deyim yerindeyse babalarından biridir.Gotik sinema dedik mi ilk akla gelen ustalardan biridir ve ayrıca Johnny Depp olsun, Michelle Pfeiffer olsun orta kuşak izleyicinin sevdiği yıldızlardır.Karanlık Gölgeler de zamanında trt de bile gosterilerek 60lı yılların sonuna damgasını vurmus bir dizi.Tabi ilk yayınlandığı zamanlara yetişebilmiş değilim ama Tim Burton’un 90’lardaki filmleriyle büyümüş biriyim diyebilirim.Hatta kişisel en iyi on filmim arasında ne olursa olsun Bettle juice her zaman yer almıstır .Çünkü Tim Burton’un o zengin görsel dünyasının çocukluk ve gençlik yıllarımızın hayal gücüne kattığı görsellik asla tartışılamaz bir zenginliktir.
Bazı yönetmenler vardır sevenleri için ne yaparlarsa yapsınlar kabul görürler.Bir nevi ilah gibidirler.Tim Burton da böyle bir yönetmendir her zaman.Öyle nevi şahsına münhassır bir sanat anlayışı vardır ki,yönetmeni olduğu bir filmi bilmeden izlerken kesin Tim Burton filmi bu diyebilirsiniz.Sinemada gotik öğe dediniz mi heralde patenti kendisine aittir.Gerçi son yıllarda baya bir eleştire maruz kaldığı da bir gerçek.Sinemasını dar kalıba sığdırdığı, değiştirmediğini ve yenilenemediğini savunan eleştirmenler artık çağın gerisinde kaldığını ve eskidiğini öne sürüyorlar.Haklılık payı da var bu eleştirilerin bana kalırsa.Bu eleştirileri iki açıdan ele alırsak ilk olarak sinemaya damga vurmuş büyük yönetmenlerin sinematografilerine bakarsak son yıllarına dogru sinema heyecanların azaldığı ve ilk zamanlarındaki gibi filmleri yapamadıklarını görürüz.Bu heralde insanın doğasıyla alakalı bir durum.Tim Burton’da da bu kaçınılmaz durum mevcut.Onu meşhur eden,sayılı yönetmenler arasına sokan o efsane filmlerine ne yazık ki son zamanlarda rastlayamıyoruz.Diğer bir açıdan bakmak gerekirse, her ne kadar sanatsal üretim de olsa sinema, milyar dolarların döndüğü acımasız bir endüstrinin merkezi.Severek isteyerek değil çoğu zaman para için üretimler yapılıyor.Öyle bir çark ki rakiplerin arasından sıyrılmak ve farklı kalmak , kapitalist bir ifadeyle hayatta kalmak için sürekli bir üretimin olması gerek.Böyle bir ortamda da salt sanata dayalı efsane filmlerin gelmesini pek ala beklememeliyiz.
Filme gelecek olursak Collinswood adı verilen Collins ailesinin yoktan var ettiği küçük bir kasabada yakışıklı ve karizmatik Barnabas Collins (Johnny Depp) evin hizmetçi kızı Angelique (Eva Green) tarafından saplantı bir halde sevilmektedir.Lakin Barbabas bu aşka karşılık vermez ve kötü kızımız kendini büyüye vererek Barnabas’a sonsuz bir lanet bahşeder ve onu vampire dönüştürür.Halkı da onun aleyhinde kışkırtarak canlı canlı gömülmesine neden olur.Gel zaman git zaman iki asır sonra bir kazı çalışması sırasında zincirlerinden kurtulan vampirimiz bir anda 70’li yıllarda bulur kendini.İşte ilk başta Barnabas’ın kendi sesiyle gotik bir gerilimi andıran başlangıcından sonra mizah bu noktada başlıyor ve hiç bilmediği bir dünyaya alışmaya çalışan bir Barnabas karakteriyle karşılaşıyoruz.Bize son derece demode gelen o yıllar Barnabas için akıl almaz derecede şaşırtıcı gelmektedir.Arabalar olsun,asfalt yollar olsun,tv olsun hepsi Barnabas için şeytanın bir marifeti olarak atfediliyor.Hele hele Mcdonalds ve kadınların doktorluk yapması hakkında göndermeleri ile tam anlamıyla kopartıyor insanı.İki asır sonra ailesinin son üyelerini bulan Barnabas,eskiden sahip oldukları ihtişamın ve zenginliğin yerinde yeller estiğini görür.Bundan sonra bunun sebebi olan ezeli seveni ve aynı zamanda ezeli düşmanı Angelique’i Collins ailesinin itibarını geri kazandırmak adına alt etme çabalarını izliyoruz.
Türü açısından kendini bulamamış değerlendirilmesi çokca dile getiriliyor ama asıl sorulması gereken Burton bu kendini bulamama durumu ve ya daha doğru bir tabirle türlerin karışımı bir anlayışı benimsemiş olamamız mı? Hali hazırda korku dizisine daha farklı açıdan espri serpiştirmesi bence hoş olmuş.Tabi sinemaya korku,fantastik,gerilim hevesiyle gidenlerin hayal kırıklığına uğratacak mizah taşıyan bir yapım olmuş onu da belirtmek gerek.
Müzikleri ise bence tek kelime ile olağanüstüydü.Danny Elfman’ın imzasını taşıyan 70lerin atmosferini oluştururken kullandıkları o dönemin müzikleri her ne kadar gerilimi taşıyacak nitelikte olmasa da son derece kulağa hitap ettiği kesin.Hele hele Alice Cooper’ın kendi adıyla arzı endam etmesi filmin en güzel ayrıntılarından biri.Rock literatürüne horror show’u sokan tarihin en garip frontmanlerinden birinin bu filme dahil edilmesi hem görsel anlamda hem de müzik anlamında cuk oturmus diyebiliriz.
Oyunculuklar içinde Michelle Pfeiffer’ın yıllar geçsede hala yerinde duran güzelliği paha biçilemez.Yine bir Burton filminde canlandırdığı efsane Kedi kadın performansı kadar olmasa da yine hatırı sayılır bir performans sunuyor bizlere.Johnny Depp ya da Helena Bohnam Carter’a birşey demiyorum.Zira onlar her ne yaparlarsa yapsınla tek kelime ile mükemmel oluyor.Filmin gençlerinden Hugo’da izlediğimiz sevimli kızımız Chole Grace Moretz de büyümüş serpilmiş ve 70li yılların ruhuna uygun asi genç kimliğini başarıyla yansıtıyor.Eğer Scorsese gibi, Burton gibi ustalarla çalışmaya devam ederse önü hayli açık bir yetenek..
Imdb’den referansla filme dair bir kaç ayrıntı;
- Yukarıda da belirttiğimiz gibi Tim Burton’ın Johnny Depp’le sekizinci,zevcesi helena bohem carter’la yedinci,Christopher lee ile beşinci,Michelle Pfeiffer ile ikinci filmi(ilk filmi de batman returns idi)
- Eva Green’in angelique rolü için Lindsey Lohan,Anne Hathaway,jennifer lawrence gibi rakipleri geride bırakmış
- Chole Grase Moretz (Carolyn Collins) ve Gulliver McGrath (David Collins) her ne kadar birlikte sahneleri olmasa da Hugo da beraber çalışmışlardı.
- Johnny Depp Barnabas Collins rolü için sıkı bir diyete girmiş ve yaklaşık 63 kiloya kadar düşmüş.
- Eva Green canlandırdığı Angelique için Bette Davis ve Janis Joplin karışımı olarak değerlendiriyormuş.
- Tim burton,Johnny Depp ve Michelle Pfeiffer dizinin gerçek fanlarındanmış.Hatta Pfeiffer Dark shadows’un uyarlamasının yapılacağını duyduğunda Tim Button’u arayarak bu filmin bir parçası olmak istediğini belirtmiş.
Sonuç olarak gotiğiyle,gerilimiyle,Johnny depp’iyle tipik bir Burton filmiyle karşı karşıyayız.Müzikleriyle,atmosferiyle,görsel öğeleriyle hoş bir seyirlik sunsa da ne yazık ki bir Bettle juice ,bir Ed Wood,bir Edward Makaseller değil maalesef.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder