Eski türkücü yeni sinemacı Mahsun Kırmızıgül son filmi New York’da Beş Minare yıllarca içimize oturmuş Hollywood sinemasına içi boş şekilcilikle özenmenin koca bir örneği.Daha film çıkmadan ortaya konulan pazarlama stratejileri aslında bunun habercisi gibiydiler.Öncelikle şunu belirtmek lazım sinema hiçbir kişiye ve ya zümreye ait bir sanat dalı değildir.Herkes dilediğince sinema için çalışabilir.Zaten aksi bir durum sanatın kendi yapısına aykırı olurdu.Mahsun Kırmızıgül’ün durumunda da bu farklı değil.Her ne işten geliyor olursa olsun,dünya görüşü ne olursa olsun yapıtları her daim sadece sinema kuralları içinde değerlendirilmelidir.Tabi en baştan eleştirebileceğimiz durumlar film çıkmadan önce daha önce de yazdığım gibi reklam yapması amacıyla çıkartılan spekülasyonlardı.Mesela en baştan filmin ana karakteri Hacı’nın Fethullah Gülen’e benzetilmesi hadisesi.Filmin bunun uzaktan yakından alakası yok,ama eğer; Mahsun ve yapımcıları buna karşı çıkmıyor,filmin reklamı yapılıyor diye bıyık altından gülüyorlarsa sanatın asıl amacına yakışmaz.Yüzyıllardır tartışılan bir durumdur bu sanatın ne için yapıldığı.Evet bu filmi yapanlar da para kazanmak için yapıyorlardır bunu,reklamının yapılması ise çok mantıklıdır ama hiçbir sanat ürünü sırf harcadığın para çıksın diye de reklamı yapılıp satılamaz ki.Bilmem kaç milyon dolara mal olan en pahalı ilk Türk filmi ne demek ya.Harcamasaydınız o zaman kardeşim dedirtecekler illa.Örneklerine 40-50 sene önce rastladığımız aksiyon sahnelerinin ilk kez bir Türk filminde yer alıyor olması nasıl bir övünç kaynağıdır anlayamadım.
Filme gelecek olursak daha önceki filmlerinin devamı olarak duygusallığın ön planda olduğunu söylemeliyiz. Hatta diğer filmlerinde de eleştirildiği gibi bunda da yüksek dozdaki duygu yoğunluğu bir noktadan sonra sömürüye doğru kaçıyor. Zaten duygu sömürüsü Türk sinema izleyicisi için biçilmiş kaftan.Her türlü konuyu anlatmak için işin içine biraz melankoli,biraz arabesk kat seyirci direk avuçlarının içine girer.Beyaz Melek’de yaşlılara karşı maddi ve manevi şiddeti anlatarak daha genel bir giriş yapmıştı sinemaya Mahsun. Daha sonrasında da Türkiye’nin en hassas konusu Kürt Halkı temelinde bir Türkiye gerçeği filmi çıkmıştı.Bunda da diğer bir hassas konu hali hazırda kendinden duygu yoğunluklu din temelinde bu sefer yukarıda da bahsettiğimiz gibi artı olarak Amerikan özentisi bir aksiyon filmi ortaya çıkıyor.
Filmdeki yaratılan karakterler öyle yapaydı ki izleyici filmin içine girmek oldukça zorlaşıyordu.İyi Polis-Kötü Polis’in kötü ve deli polisi Fırat(Mahsun Kırmızıgül),iyi ve saf olduğu kadar da vasıfsız yancı polis Acar (Popstar Mustafa Sandal) Amerika’da Hacı adlı birini yakalamak istemektedirler.Bunun yanına eklenmiş Hristiyan(!) ama iyi eş Maria (Gina Gershon), zenciyse kesin iyidir mantığından Hacı’nın cemaatten yakın arkadaşı Marcus (Danny Glover), yakınını 11 Eylül saldırılarında kaybeden ve tüm müslümanlara gıcık Amerikalı polis Becker (Robert Patrick),yanlışlıkla yakaladıklarından özür dileyecek kadar yüce gönüllü Emniyet Müdürü vs. vs..Hepsi birbirinden karikatür tiplemelerle mesaj bombardımanına maruz kalıyorsun ki filmden çıktığında kafan allak bullak oluyor.Mesela Amerika Irak’a petrol için girmiş iddiası var ki hadi canım sende demeden kendimizi alamıyoruz, ya da Hz. Muhammed hayatı boyunca sadece 2 ay savaşması bu yüzden dinde zorlama filan yokmuş gibi daha nice mesajlarla şu ahir hayatımızda bilmediğimiz şeyleri öğreniyoruz.
Oyunculuklarda Haluk Bilginer ise bambaşka.İçi boş karakterini o kadar güzel dolduruyor ki filmin temelini biraz da olsa sırtlıyor.Gina Gershon ve Danny Glover da aynen Haluk Bilginer’e biçilen kötü yazılmış karakterlerini iyi oyunculuklarıyla biraz da olsa kapatmaya çalışıyorlar.Mahsun’un oynadığı Polis Fırat bana çocukken mahallede topu olduğu için maçlarda oynatılan çocukları hatırlattı.Güneşi Gördüm’de daha iyi bir performans çıkarmıştı oysaki.Acar karakterini oynayan Mustafa Sandal’a söyleyecek söz bulamıyorum neyse...
Sonuç olarak uzak diyarlarda Amerika’lılara kendi evlerinde ders vererek kendi egomuzu tatmin etmeye çalıştığımız milli bir ezikliğin sonucu olarak ortaya çıkan garip bir film New York’da Beş Minare.Ama her ne olursa olsun filmin son karesi cahilliğe verilebilecek tepkiye en güzel örnek.Bu yüzden filmden çıktığımda yüzüme garip bir duygu hakimdi.Bir topluma zarar verecek en büyük belanın “cahillik”olduğunu anlatmaya çalışıp,bunu yaparken de tüm milli ve dini egomuzu tatmin etmeye çalışmak filmi olağanca garip hale getiriyor.Galiba Mahsun’da bunu nasıl yapacağını bilmeden eline yüzüne bulaştırarak yapıyordu.Kendi topraklarına atfedilen cahilliği yenmeye çalışmak istemesi son derece onurlu bir davranış ama bunu yaparken de bu cahilliği yaratan egemenlerin ağzına bir parmak bal çalmak da neyin nesi Mahsun? Sonuçta olmamış Hacı olmamış..
*Başlık Berrin Karakaş’ın Radikal’de yazdığı filme eleştirisinin başlığı.Yazımı en iyi şekilde özetlediği için (ç)aldım:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder