10 Ekim 2010 Pazar

Kına Yakın

 

fft5_mf561719 Olaylar o kadar hızlı gelişti ki.Kimse bu işin nereye gideceğini düşünmeden hareket etti,tepkilerini ortaya koydu.Sonuçta sadece sanat olayının dallandırılıp budaklandırılıp bu noktaya getirilmesinde herkesin suçu var.Öncelikle en baştan anlatmak gerekirse çok zaman önce ünlü yönetmen Emir Kustarica’nın Antalya Altın Portakal Film festivalinde uluslararası yarışma bölümünde juri başkanlığı yapacağı haberi geldi. Ki son yıllarda büyük atılımlara imza atan Antalya Altın Portakal düzenleme komitesi bu yıl da yine ses getirecek bir ismi juri başkanlığına getirmişti.

Emir Kustarica’nın burada kim olduğu anlatmak abesle iştigal olur diye düşünüyorum zira yeraltı olsun çingeneler zamanı olsun balkan sinemasının en önemli örnekleri arasında yer alan yapıtlara imza atan,Türkiye’de ise hatırı sayılır bir hayran kitlesi barındıran Kustarica (biz ona Emir Kustarika(!) diyerek) eskiden beri bize yakın toprakları Balkanları anlattı.Peki birden insanlar nasıl çoştu ya da nasıl yaratıldı insanların içindeki Kustarica nefreti.Zira işin ilginç yani bir kaç ay öncesinde de Türkiye’ye gelmesi ve deyim yerindeyse krallar gibi karşılanmasından sonra kendisine böyle bir muamele gösterilmesini her ne dediyse desin haketmiyordu kendileri.Ne demişti Kustarica,Bosna-Hersek’te 1992-1995 arası 300 bine yakın insanın katledildiği, sistematik tecavüzlerin, soykırımların yapıldığı, tarihi eserlerin, kütüphanelerin, köprülerin, camilerin yıkılıp yakıldığı bir dönem olan ve dünya tarihine Srebrenitsa Soykırımı olarak geçen insanlık dışı olaylar hakkında "Meseleyi lüzumundan fazla abartıyorsunuz", "500 yıl önce zaten hepimiz Sırptık, yeniden Sırp ve Hristiyan olalım, mesele bitsin" şeklindeki açıklamaları yapmasıyla ve savaşı yeteri kadar lanetlenmemesiyle kimi çevrelerce eleştirilen Kustarica’nın en son 2005’de eski dinine dönerek Ortodoks olması ve Nemenja adını almasıyla bugün eleştirilen durumuna geldi.Bütün bunlar aslında 90’ların ortasında başlayan uzun yıllar ıcınde oluşan bir durumlar silsilesi.Olayın bu boyutu ayrı bir tartışma.Kusturica’nın savaşa bakış açısını,insanlığa bakış açısını burdan değerlendirmek doğru olmaz ya da daha demokratik tavırla sevgi ve saygı çerçevesini aşmadan düşünceler belirtilebilir.Evet Avrupa’nın göbeğinde Srebrenitsa olanlar bir insanlık suçuydu ve tüm avrupa buna sessiz kalmıştı.Bunu yok saymak dünyadaki diğer bütün trajedileri de yok saymak anlamına gelirdi Almanya’daki yahudi soykırımını da,cezayirde’li fransız zülmününde yok sayılamayacağı gibi.Ki bununla ilgili en uygar tepkiyi Semih Kaplanoğlu ve Bal filminin ekibi vermişti.”Sanatçı insanlığından ayrılamaz” düşüncesiyle Kusturica’nın juri üyeliğini protesto etmiş ve Kaplanoğlu filmini yarışma bölümünden çekmişti.

Gelelim olayın diğer ve yukarıdaki katliamlardan daha çok mide bulandıran siyasi boyutuna.Bildiğiniz gibi yakın zamanda Antalya Büyükşehir Belediyesini kaybeden şimdiki iktidar bundan öncede olduğu gibi Antalya üzerine çok gitmekteydi.Antalya’da yapılması planlanan daha bir çok organizasyonu gerekçe göstermeden başka illere alması olayın artık kan davasına dönüştürülmesi gibi bir şey halini almıştı.En son da Almanya’nın ünlü bira festivali Oktoberfest’inin Antalya’da da yapılmasını fırsat bilen gericiler dün Sivas’ta yaptıkları gibi altan alta insanları kin ve nefretle doldurmaktaydılar.Gerçi dün ekilen nefret tohumları bugün ortaya çıkmaktaydı.Siyasi odaklar arasında süregelen kirli oyunların son halkası tüm dünyaya açılan kapımız Antalya’da ortaya çıkması asıl üzüntü verici bir durum.Bu durumla ilgili Atilla Dorsay’ın şu sözlerine kulak verseydik olayın tansiyonunu biraz olsun azaltabilirdik.''Böyle bir insanlık suçu karşısında nesnel kalamaz denildi. Bütün bunlar 1990'ların ortasında, özellikle 1995 Cannes Festivali'nde olan şeylerdi. Kusturica'nın yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. O zaman öyle düşündüyse bile bundan çok pişmanlık duyduğunu sanıyorum. Bu durumda ona gelme demek, onu kabul etmemek geri çevirmek yapılacak en kötü şey olur. Ülkemiz aleyhine bir hava yaratır. Tersine bırakalım gelsin ve gerekiyorsa derdini anlatsın, sözünü söylesin. Bu bizim eleştirme hakkımızı elimizden almaz. Bizim milletçe ne kadar demokrat, özgürlükçü ve hoşgörülü olduğumuzu gösterir.'' Ama aslında varolan bizim demokrasiyi nasıl sindiremediğimiz ve özgürlükçü yapımızın ne kadar içi boş olduğunu tüm dünyaya gösterdik.İşte bu gibi olaylardan sonra yalnızlığımıza ağlar dururuz.

Siyasi iktidarların sanatçılarla kavgasında bu ilk değildi.Son olmayacağı da kesin.Zira siyasetin kendini konumlandırdığı sömürü düzenenini sanatın yaratıcılığıyla kavgası beklenen bir olaydır kimse yadırgamamalı.İktidarlar güçlerine güç katmak için halk kitlelerinin en zayıf noktalarını kullanarak kendilerine çevirmeyi bilirler ki burda da olduğu gibi Bosna sorunu müslümanlar arasında içlerinde yanan bir meseledir.Ama bu tür olaylara Müslüman-Hristiyan-Yahudi eksenlerinde değil de İnsanoğlu -Hayvanoğlu ekseninde baksak daha objektif bir bakış açısına sahip oluruz.

Yakın zamanda Venedik film festivalinden sonra en az bizim iktidar kadar yüzsüzleşmiş Berlusconi iktidarından bir zat Tarantino’yu seçkinci davranmakla suçlamış ve ödülü kendi tanıdıklarına vermekle itham etmişti.Kendi tanıdıkları diyerek ödül alan dünyaca ünlü sanatçıları kastetmişti.Bir insan bu kadar mı düşer diye kendimi alamıyorum.Çoğu yerde denir İtalyanlarla Türkler birbirine benzer diye.Bu kadar mı benzer ya??

Neyse sonuç olarak son yaşananlar zaten bozuk olan imajımıza daha da kötü etkileri olacağı kesin.Biz ne zaman demokratik ve yaratıcı tepkilerimizi ortaya koymaya başlarsak olaylara daha objektif bakmaya başlıyacağız.Her ne düşünürseniz düşünün sanatın yaratıcılığından uzaklaşmayarak tepkimizi ortaya koyalım.Mesela Semih Kaplanoğlu ve Bal filmi ekibi gibi.Ya da son sözü Slavoj Zizek ustaya verelim Kustarica konusunda.

“Underground filmi, Batılı bakış için çekilmiş bir Balkan miti. Savaşın doğamızda olduğuna inandıran, deli bir ulusun portresi...”
(Slavoj Zizek, ‘The Plague of Fantasies’)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder