27 Ekim 2010 Çarşamba

Bu Kutu Başka Kutu

Pandoranin-Kutusu-Film-Afis













"pandora kötülük dolu kabı getirip açtı. tanrıların insanlara bir hediyesiydi bu; dıştan bakıldığında güzel ,baştan çıkarıcı bir hediyeydi ve "mutluluk kabı" denmişti ona. sonra tüm kötülükler, canlı kanatlı varlıklar uçtular dışarıya: o gün bu gündür uçuşup dururlar ortalıkta ve gece gündüz zarar verirler insanlara. tek bir kötülük daha çıkamamıştı kaptan dışarıya: o sırada pandora, zeus'un isteğiyle kapatınca kapağı,kalmıştı o kötülük kabın içinde.şimdi mutluluk kabını her zaman evinde tutar insan ve bir hazinenin bulunduğunu zanneder bu kabın içinde; onun emrindedir hazine, uzatır elini canı istedikçe; çünkü bilemez. Pandora'nın getirdiği kabın kötülük kabı olduğunu ve geride kalan kötülüğün mutluluk veren en büyük şey olduğunu zanneder, umuttur o. Zeus öteki kötülüklerden de fazlasıyla eziyet çeken insanın yaşamı kestirip atmamasını hep yeni eziyetler çekmeye devam etmesini istemişti. bunun için insanlara umudu verdi: aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır"

fft5_mf109579

Yeşim Ustaoğlu’nun 2008 yapımı Altın İstiridye Ödüllü filmi Pandora’nın Kutusu yukarıda gibi anlatılagelen mitolojik efsanenin günümüz versiyonu gibi.İnsanlar hep umudun peşinde koştular,çektikleri eziyeti uzatacağını bile bile.Hayatta başka seçenekleri kalmayınca insanlar,pandora’nın vakti zamanında son anda kapatıp kutunun derinliklerinde hapsettiği umuda sarıldıkça sarıldı.

pandoranin-kutusu-01

Şehir hayatı içinde hayatın ritminde kaybolmuş 3 kardeşin annelerinin kaybolması haberi üstüne bu olağandışı durumun getirdiği zorunluluklarla tekrar bir araya gelişiyle başlayan olaylarla ,ebeveyn baskısından sıkılan şehirli gencin anneannesinde kendini bulmasını ustaca anlatan Ustaoğlu,oyuncu seçimleriyle de bir başka boyuta taşıyor filmin kalitesini.Hele daha sonra mutlaka değineceğim Tsilda Chelton var ki 90’larını geçmiş yaşıyla Fransa’dan kalkıp filme katkıda bulunmak için ekibe katılmasına daha en başından filmde kayda değer bir katkısını aramaksızın hakkını vermeliyiz.Artık sanat hayatından çok kendi hayatının da son demlerinde olan Chelton (ki umarım uzun yıllar daha yaşar) zorlu film temposuna artı öğrendiği Türkçeyle takdire şayan performans gösteriyor. Zaten Altın İstridye ödüllerinde en iyi oyuncu ödülüyle de bu performansını taçlandırıyor.

cc6d5sinema_pandora2

Genel olarak kendi hayatlarında boşluğa düşmüş şehirli insanının kendi boşluklarını umutlarıyla doldurma ama başaramama çabaları ekseninde gelişiyor film.Özellikle sonlara doğru kendilerince boşalmış iki insanın kendilerini tekrardan doldurmak istemeleri ya da kısacası filmde çok etkili bir sekansla anlatıldığı gibi bir tek yarım balık ekmeğe beraber diş geçirmek.İşte insanın yalnızlığıyla başa çıkmasının doğal yolu;PAYLAŞMAK…Şehirli insanın en baştan unuttuğu bu değil mi?.Tüm bencilliğimizle hayatın bize sunduğu herşeyi sömürürcesine tüketmek, ve en sonunda hayatındaki en basit soruları bile cevaplayamayacak duruma gelip kendine dağa bayıra atmak isteyen günümüzün şehirli insanı bunu da yapamayıp sıkıştıkça sıkıştı kendi kurduğu kapanda.Ya da pandora’nın ilk başta kendini kendi kutusuna kitlediği gibi.Çünkü umudun içindeyse o kutunun dışarıda da yer alamazsın, içeride sıkışıp kalmışssın demektir.

pandoranin_kutusu13

Tsilda Chelton…Onu kelimelerle anlatmaktansa tüm holigan tavrımla bağırsam yeridir.Fransa’da doğduuu Anadolulu Nazife olduuu helal olsun sana Tsilda Chelton:) Yabancı bir ülkede,yabancı bir yönetmen ve oyuncularla,yine yeni öğrendiği yabancı diliyle bu kadar müthiş bir performans ortaya koymak her oyuncunun altından kalkabileceği birşey değildir.Demek ki usta olmak için sanatın kendi diliyle anlaşmak gerekiyor.Babil’in gazabından sonra yeryüzüne yayılan 72 dilin sonucu birbirimizi anlayamamamızın tek yolu var galiba.Sanatın ortak dilinde buluşmak.İşte bunun en güzel örneği Tsilda Chelton,Yeşim Ustaoğlu ve Pandora’nın Kutusu.

Tabi bunların dışında filmin çıkmazları yok da değil.Kendi içinde sahip olduğu günümüz insanının varol(a)maması altmetniyle kurulu filmin üstüne kurduğu olaylar örgüsü bu kadar derin anlamlar çıkartılabilecek,yorumlanabilecek felsefik metinlere ne yazık ki denk olamıyor.Kabaca anlatacak olursak klişelerle resmedilen şehirli insanıyla yine bir klişeyle tam zıttı olarak gösterilen Anadolu insanın karşıtlıklarından birşeyler çıkarma çabası çok yavan kalıyor.Şehre gelen annenin şehrin hızına şaşırması gibi ve ya Anadolu insanın güvenilirliği konusunda ders verircesine yüzümüze sosyal mesajın çarptırılması gibi..Evet toplumsal ve sınıfsal farkların yarattığı insanların kendi içlerindeki çekişmelerinin sanki onların varoluşlarından kaynaklanıyormuş gibi resmedilmesi çok daha kısıtlayıcı bir durum.Entelektüel birikime sahip olupta kendine rol biçememiş boşlukta hisseden ortanca kardeş üyesi olduğu sınıfın getirdiği bunalımlardan müzdarip değilmiş de annesi ile yaşadıklarına ithafen buna sahip olduğunun vurgusu pek de yeterli gözükmüyor.Zira diğer olası durumdan da bahsedilmiş olsaydı büyük ihtimal onda da yeterli olamıyacaktı.Şehirli-köylü ekseninde insanları coğrafi analizlere mahkum etmek bu toprakların insanlarına tersten bakmaktan farkı yoktur.Hele hele son 30 yıldır yaşanan toplumsal başkalaşımın sonucu olarak globalleştikçe daha da artan uzaktaki insanların arasındaki etkileşim bu tezi çürütecek boyutta.Artık kırsallı da kalmadı kentli de.Maalesef insani ilişkiler bakımında ülkemiz koca bir köye dönüştü.Ya da daha apokaliptik bir anlatışla tanrıların gazabına uğrayan Babil’den ne farkımız var ki..

Ama sonuç olarak farklı sinema diliyle farkını ortaya koyan Yeşim Ustaoğlu Pandora’nın kutusunu bir nebze aralamış gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder