17 Şubat 2010 Çarşamba

Her Bitiş Bir Başlangıçtır

Okuribito (Departures) türkçe ismiyle Gidişler Yojiro Takita'nın 2008 yapımı japon filmi. 81. akademi ödüllerinde en iyi yabancı dilde film oskarının yanı sıra montreal,yokohoma,pasifik asya film festivallerinden de eli boş dönmedi.Kendi ülkesindeki hemen hemen bütün ödülleri de silip süpürdü.Sahip olduğu yalın dili sayesinde anlatmak istediği ölümü hiç de dramatize etmeden olağanca doğallığıyla anlatıyor.Filmde kahramanımız Daigo Kobayashi (Masahiro Motoki) kendisi gibi ortalama müzisyenlerden oluşan bir orkestrada çello çalmaktadır.Ama çaldıkları konser salonunu bile dolduramadıklarından işverenleri orkestrayı dağıtma kararı alır.Bu noktadan sonra hayli pahalı olan çellosunu satmak ve deyim yerindeyse köyüne dönmek zorunda kalır.Memleketine dönüş yapan çellist kahramanımız babadan kalma evde yeni bir yaşam kurmaya başlar.Tabi burda da en destekçisi sürekli gülümseyen eşi Mika'dır (Ryoko Hirosue)

Tokyo'nun tüm keşmekeşinin üstüne huzura ulaşan çiftimiz yeni yaşamlarına adapte olmaya çalışadursun,çellist dostumuzda bu işten para kazanamayacağını anlayıp başka işler yapmayı düşünür.Kahramanımız, pek de açık konuşmayan bir gazete ilanında, aranan elemanda iş tecrübesi istenmediğini, sadece getirmekten, götürmekten bahsedildiğini görünce, 'seyahat acentası' gibi bi şey sandığı şirketin kapısına dayanır.Ortalama maaşların çok çok üstünde olan bu işi gözü kapalı kabul eder.Ama gerçeği anlaması çok uzun sürmez.Japon kültüründe önemli yer tutan ölüm sonrası tüm defin ritüellerini kapsar bu iş.İlk başlarda biraz yadırgasada bu işleri bırakmak isteyen ölümün soğukluğundan ve kabullenişinden kaynaklanan cool ötesi patronunun ısrarlarına dayanamaz ve işi yapmaya başlar.Aslından diğer bir neden olarak da her ne kadar çelloyu sevsede pek de yeteneği olmadığının ve onun üstüne bir hayat kurmak istemeyişin alt duyguları yer eder beyninde.Eski evindeki küçük çellosu ile bir nevi çocukluğuna dönen Diego aslında hayırsız babasının evi terkedişi yüzünden hiç büyümeyişini anlatmak ister bize.
Filmin asıl karakteri fiziksel kahramanlarımızdan ziyade ölümün ta kendisidir.Ölüm kavramının insan hayatındaki tanımlanamaz duruşu filmimizde de aynı oranda tanımlamaz bir çehreye bürünüyor.Tüm dünya kültürlerinde yer alan maddiyattan maneviyata geçiş ritüeli biraz farklar dışında hemen hemen aynı bir anlayışa sahip.Yanlış bilinenin aksine ölüye değil daha ziyade geriye kalanlara dair bir anlayış bu.Tek varlığımız yaşamımızın her ne nedenle olursa olsun biteceği düşüncesi insan hayatının temel komplekslerinden biri.Vücudun doğumdan sonra toprak olmaya ve küle dönüşmeye doğru giden yokoluş serüveni tam zıddı oranda duygu ve düşüncelerin sürekli gelişmesi ve mükemmelliğe doğru ilerlemesi bu kompleski yaratan çelişki.İnsan hayatı boyunca ne yaparsa yapsın ister kendi hayatını yaşasın ister başkalarına adasın hayatını bu kompleskten doğan bir güdüyle kaybedişi saygı çerçevesinde yapmak ister.İşte bu noktada batı kültürlerinde ölü makyajlamayı,orta asya kültürlerindeki gömme ritüelini ölen her kim olursa olsun hayatındaki çelişkiye karşı geldiği için saygıyı hakediyor noktasında özetleyebiliriz.Yani geride kalanların gözünde iyi bir şekilde kalması için tören,fiziksel bir gidişin ardından manevi bir kimlik yaratma girişimi.

Vefat edenin yakınları için de durum pek farklı değil.Yaşanan olay sonrası oluşan kızgınlık ve şaşkınlığın yerini kabullenme ve saygıya dönüşmesi çok kolay bir süreç değil.Ölünün ardından ona karşı beslenen sevgiyle doğru orantılı gelişen acı ve üzüntü herkesin kolay kolay üstesinden gelebileceği duygu yoğunluğu değildir.Hal böyler olunca psikolojik açıdan çıkış yolları arar insan.Psikolojide 'Intellectualization(düşünselleştirne) olarak adlandırılan savunma mekanizması sayesinde kişi yoğun duygularını geçiştirmeye çalışır.Biraz daha açacak olursak anlam bulamadığı durumlar için olayı daha da karmaşıklaştırarak daha derin anlamlar yüklemesi olarak söyleyebiliriz.Yani Kişi ölümün basitliğini kavrayamayışını yapay savunma mekanizmaları kurarak olaya daha derin anlamlarla ritüeller düzenleyip tabiri belki uygun olmayabilir üzüntüyü geçiştirmeye çalışır.

İşte bütün bu uğraşlar 'ölümün ardından yapılanlar giden için olduğuna inanıldıgı kadar geride kalanlar içindir de tüm bu ritueller ve adetler bir vedalaşmadır,bir kabullenmedir,bir yüzleşmedir.


Her bitiş bir başlangıçmış aslında.Bitti sandıgımız şeylerden sonra bile yeni seylerin basladıgına tanık oluyoruz.Bu yasananların hepsı yasadıgımız zamanın eserleridir.Ama birde başka türlü gidişler vardır.Departures'da olduğu gibi.Nasıl bir seye yelken acıldıgı bilinmeksizin.Zaten ölüm dediğimiz şey aslında biz fanilerin kafasının almadığıbir durum değil mi ki.Kimse sonsuza kadar yasayacagımızı vaat etmeden geliyoruz bu dunyaya.Peki neden korkuyoruz ki.

2 yorum:

  1. Japon diyince saygı geliyor aklıma hemen. Bu saygılarını en uç nokta olan ölümün karşısında bile uyguluyorlar, ritüellere çok bağlılar beni çok etkiliyor bu. Bizim gibi haldıt huldur yıkama yerine saatlerce özenle ve seyredenleri rahatsız etmeden ölüyü hazırlayıp en güzel haline sokuyorlar, üstelik 10 dakika sonra yakılacak olmasına karşı.
    Filmde beni bir tek düşündüren eşi ve dostları ne iş yaptığını duyunca onu suçlarcasına ondan kaçmaları, yani onlarda Japon nasıl bilmiyorlar böyle ritüeleri de adamı birde kınıyorlar anlamadım. Birde zaan zaman mimikler biraz çocuksu abartılıkta filmin yapısında sırıtmış sanki.

    YanıtlaSil
  2. Evet dediğiniz gibi Japonlar saygı kelimesini ulusal bir sıfata dönüştürmüşler.Gerçekten en ince ayrıntısına kadar ritüellerine bağlılar.
    Eşi ve dostların yadırmalarını farklı dünyalar olarak yorumladım.Sonuçta büyük şehirden kırsala gelince her ne kadar japonlar köklerini korumada istekli olsalarda büyükşehirlerin hayhuyunda unutuyorlar bence.Bu yagırmayı köklerine uzaklaşmaları olarak düşünebiliriz...

    YanıtlaSil