Sinema Bir Mucizedir olarak başlattığımız sinema söyleşilerinin ilkini sinema yazarı Kerem Akça ile gerçekleştik.Yeni dönem internet sinema yazarlığından,Türk ve dünya sinemasına değin her konua girdik,genel anlamda sinema dünyası çerçevesini belirlemeye çalıştık.Değerli görüşlerini bizlerle paylaştığı için kendisini buradan bir kez daha teşekkürü borç biliriz.Keyifli okumalar.
Günümüzde teknolojik gelişmeler ve internetin yaygınlaşması sayesinde web üzerinden bilgi paylaşımı had safhada.Sosyal medya ise artık eski usul medya araçlarının alternatifi konumuna geldi.Sinema yazarlığı konusunda da internet artık çok cazip bir alan.Artık eski olarak kabul edilen basılı ve görsel medyadan gelen biri olarak bu yeni mecrayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Belli bir gelişme olduğu muhakkak. Bu durumun hem olumlu hem olumsuz tarafları olabilir. Birincil olarak eskisi gibi bir ‘bilirkişi’nin ya da ‘üstat’ın eğitiminden-öğretiminden geçmeden yazı yazma süreci başlıyor. Bu kontrolsüzlük de bilinçsiz bir yanlış yöne kayma riskini beraberinde getiriyor. Ancak bunun yanında artık her şeyin ulaşılır olması sebebiyle sinema dergilerinin ‘arşiv’ değeri azaldı, bu da sosyal medyayı ve kendini kültürel olarak da geliştirmiş yazarları olması gereken bir noktaya taşıyabiliyor. Elbette bunun için çaba sarf etmek ve doğru bir yol çizmek şart. Bir serbestliğin içinde kaybolmadan önlemler alarak ‘adımlar’ı iyi belirlemek gerekiyor.
Sayı olarak oldukça fazla girişim var.Peki içerik olarak ne durumdalar sizce?
Belli anahtar siteler var bana kalırsa. Onların seviyesine ulaşmak ve bir anlamda senelere yayılıp tecrübelenmek ana düşünce olmalı. ‘Ben oldum’ diyerek bir anda belli bir seviyeye geldiğini düşünmek en yanlış şeydir. Sürekli kendini geliştirmek, üzerine koymak gerekir.
Sinemayla ilgili yazılan bu kadar yazı, bir nevi ağzı olan konuşuyor havası yaratır mı? Ya da başka deyişle eski tarz yazarlığı yüceltir mi?
Eskiden yazmak için bu kadar olanak yoktu. Ancak daha fazla yazı yazdıkça, daha fazla kendini tartma, geliştirme şansına sahip olursunuz. Bu açıdan bence faydalı bir süreç.
Bu durumla ilgili sizin de içinde bulunduğunuz Siyad nasıl bir tutum sergiliyor? Destekleyici bir tutumdalar mı yoksa mesafeli mi bakıyorlar?
SİBB açıldığı için bundan sonra internet yazarlığının SİYAD’a girişi çok da kolay değil gibi. Bana kalırsa ABD’de olduğu gibi böyle bir açılımda bulunmak sektöre yarar sağlayacaktır. Sinema bloglarının birliğinin kısa sürede ‘hakim bir güç’e dönüşmesi önem arz ediyor. Böylece sinema yazarlarının değeri daha da artar. ABD’deki gibi bir güç olabiliriz.
Birazda sinemadan bahsedelim. Sizce Türk sineması şu an ne durumda?
Şu anda bir yeniden başlangıç süreci var bana kalırsa. Eski Yeşilçam’daki ‘fazla üretim’, birazcık dijital teknolojilerin gelişmesiyle de aktif hale geldi. Bu durum popüler sinema adına bir Hollywood kuşağının doğmasını sağlarken, çöp oranını da arttırabiliyor, fazla tüccarın sektöre girmesini de... Ancak yeniden başlangıç eğer çok katmanlı hale getirilecekse, sanat filminin de, popüler filmin de kalitelisi olmalı. Çöp oranı da belli düzeyde kalmalı. Bu sağlıklı bir sürece doğru gidecektir.
Çok kaliteli yapımlarla yurtdışından sürekli ödül haberleri geliyor. Bu durum sinemamızın kalitesini nasıl etkiler? Sayı olarak artmasını sağlarken aynı oranda içerik kalitesini sağlayabilir miyiz?Ya da kısacası en yakın ne zaman bir oskar ödülümüz olur?
90’lar jenerasyonunun Avrupa sineması etkisiyle belli sınırları aşması, böylesi bir süreci başlattı. O zamanın kuşağının devamında da bir güven ortamı oluştu. Artık Türk sineması denince az çok bir şeyler beliriyor insanların gözünde. Yurt dışında da böylesi bir yaklaşım olduğunu kişisel olarak yaptığım fikir alışverişlerinden biliyorum. Bu, kaliteyi arttıran ortak yapımları bizlere kazandırıyor. Ancak Oscar ödülü bambaşka bir strateji ağını beraberinde getiriyor. Ona ulaşmak için festivallerde tanınır olmak gerekmiyor. Çok farklı bir düşünce yapısı... Kulisler, stratejiler daha başka işliyor.
Film sektörünün yanı sıra aynı oranda büyüyen bir de dizi sektörünü var.Sizce birbirinden zıt iki sektör müdür bunlar,yoksa birbirini geliştiren iki kardeş sektör mü?
Türkiye’de dizi sektörünü ‘mecbur sektör’ olarak niteleyebiliriz. Film çekmek veya filmde oynamak isteyenler için oluşan bir kurum bana kalırsa. Bu durum yılda 70 filmin üzerine çıkan bir sinema sektörü olursa değişir mi? Elbette hayır. Ama kalitenin yavaş yavaş artacağını düşünüyorum.
Son zamanlarda istanbul dünya sineması için cazip setlerden biri haline geldi.Büyük gişe filmleri olsun,reytingi yüksek diziler olsun İstanbul’u fon olarak kullanmaya başladılar.Sizce bu durum geçici midir? Eğer öyle değilse kalıcı olması için neler yapılmalı? Mesela Woddy Allen yakın zamanda kamerasını İstanbul’a çevirir mi?
Woody Allen da çevirebilir, Hangover serisi de çevirebilir. İstanbul, her şehir kadar kendi albenisi, zenginlikleri olan bir demografiye sahip. Önemli olan platoların kendini rahat hissedebileceği bir duruma geleceklerini hissetmeleri. Geçici olarak görmüyorum açıkçası.
Peki oyunculuklara bakacak olursak,günümüz oyuncularını nasıl buluyorsunuz? Gelecek vaat eden genç oyuncular kimlerdir sizce?
Jön ve baş kadın oyuncu sıkıntısı var Türk sinemasında. Bu durumun dizi sektöründen kapatılmak istenmesi de bir sıkışmayı beraberinde getiriyor. Eğer sinema sektörü daha doğru bir yola girerse, ‘dizi’ bağından kurtulursa belki böylesi bir oluşum olabilir. Şu anda genç jenerasyondan belli isimlerin böylesi bir ‘oyuncu’ becerisiyle bu kavramı zorladığını düşünüyorum. Ama tanımları koymak için henüz erken.
Yine oyunculuklarla ilgili ,70’li yılların star sistemine benzer bol yıldızlı filmler görmüyoruz.Klasik Türk sinemasına aşina insanları tekrar sinemalara çekmek açısından yeni bir star sistemi kurulmalı mıdır sizce?
Bana kalırsa o dönemin hakim Yeşilçam melodramlarını, komedilerini veya avantürlerini 2000’lere uyarlamak yüzde yüz anlamda perdede canlanmıyor. Komedide TV serüveninden gelen yıldızlar var. Melodramda dizilerin içine sıkışma var. Avantür zaten bir tür olarak uygulanmıyor. Biraz da bu tabanların daha doğru bir süzgeçten geçirilmesi gerek kanımca. Böylece sinemanın sektörleşme sürecinde öyle bir sistemin ‘modernize’ olmasına tanıklık edebiliriz.
Dünya sinemasından da bahsedecek olursak,son zamanlarda hızla yükselen ülke sinemaları nelerdir? Kemikleşmiş Avrupa sinemalarından Fransa,Almanya veya İngiltere’deki gelişmeler sizce nasıl?
Bana kalırsa Fransız sinemasının ana kaynağındaki ‘dünyayı değiştirme’ tabanlı ‘entelektüel’ düşünce halen kendini koruyan bir jenerasyona sahip. Sürekli yenilenmesi de şaşırtıcı değil. ‘Üçüncü Yeni Dalga’ kuşağı 2000’lerde bu açıdan doyurucu ve iz bırakan işler ya da auteur yönetmenler çıkarıyor. Ancak onun dışında sivrilen bir ülke sinemasından söz etmek çok kolay değil. Tamamen kaynaklarda yatan eğilimlerle ilerleyen bir süreç bu. Almanya’da Berlin Okulu jenerasyonu bir şeyler yapmaya çalışıyor. Uzakdoğu’daki üretimde her ülkeden auteurler çıkabiliyor. Yeni Meksika sineması bir jenerasyon çıkardı geri çekildi. İran ve Güney Kore için de aşağı yukarı aynı şeyler söylenebilir. Bu sebeple bana kalırsa keskin bir eğilimin varlığından söz etmek zor. Ama kişisel olarak Tayland, Avustralya ve Japon sinemasındaki yeni kuşakların değişken algılarını tuttuğumu söylemeliyim.
Dünyanın amiral gemisi Hollywood sinemasının su an bir tekrarda oldugu gözleniyor.Eski sevilen filmlerin yeniden çevrimleri,tutmuş seriler ve bol efektli kahraman filmleri şu an revaçta olanlar.Acaba Hollywood üretkenlik anlamında duraklama dönemi mi yaşıyor? Eğer olası bir değişiklik yaşanırsa hangi türde bir gelişme öngörürsünüz?
Hollywood’un kaynağına bakınca her 10 yılda bir bir değişim olduğunu görebilirsiniz. 2000’lerin başında Yüzüklerin Efendisi’nin katkısıyla fantastiğin A sınıfına sıçraması, aksiyonun yaklaşık 15 yıllık hakimiyetini yok etti. İlk 10 yılda çizgi roman uyarlamalarının ve bu türün formüllerinin-alt türlerinin revaçta olmasını sağladı. Ancak bu 10 yıllık dilimin sonuna Inception ve Avatar gibi özgün bilimkurguların sıkışması, şimdi şirketlerin harıl harıl bilimkurgu projesi aramasına yol açtı. Önümüzdeki 15-20 yıl kanımca bu eğilimle yürüyecektir. Yani 1960’ların sonunda 2001: Uzay Yolu Macerası ve Maymunlar Cehennemi’nin katkısıyla A sınıfında bir yol açan ve 70’leri, 80’leri farklı ivmelerle kontrolüne alan tür, yeniden atakta. Çizgi roman uyarlamaları da yavaş yavaş piyasadan çekilecektir ya da ‘bilimkurgu’ yönelimli hikayelere odaklanacaktır.
Hollywood’un yüksek bütçeli yapımlarından bahsetmişken Türkiye’de birkaç örnek dışında yüksek bütçeli filmleri pek göremiyoruz.Bunun temel nedeni olarak neyi görüyorsunuz?
Şu anda sektörün tam olarak ayakları üzerine oturma dönemi. Bu sebeple de çok yüksek bütçeli film üretmek için bir sermaye gerekli. Şirketler ilk projeden girmiyor böylesi ‘büyük risk taşıyan’ bir yükün altına... Ancak önceden kazandıklarıyla yüksek bütçeli filmler çekiyorlar. Fetih 1453’ün tarihi-epiği A sınıfına transfer edip ‘Malkoçoğlu’ tanımıyla bildiğimiz bizim tarihi filmlerimize sınıf atlatması, bir anlamda bu açıdan bir vizyon sağlayacaktır. Ancak ne kadar kalite yükselir ondan şüpheliyim.
Sinemanın pazarlama bir kısmına girecek ama sizin de fikrinizi merak ediyoruz.Dizi filmlerimiz yurtdışında özellikle arap dünyasında hayli revaçta.Fakat sinema filmlerimiz konu olunca bu talebi pek göremiyoruz.Bunun nedeni sizce nedir?
Arap dünyasında çabuk tüketilir şeylere bir ilgi var. ‘Pembe dizi’ düşüncesi övgü yükseliyor kanımca. Bunun da sebebi basit. Kitlenin kültürel duyarlılığı ile alakalı tamamen. Bu sebeple de aslında bu normal ve sinemamızın kalitesini gösteren bir durum.
Son olarak sinema yazarlığı yapmak isteyen gençlere öğütleriniz nelerdir?
Öncelikle bulabildikleri her boş zamanda film izlemeyi denemelerini öneririm. Ardından da sinemayla ilgili araştırmalar yapmalarını, ona bağlantılı kollarda bir şeyleri öğrenmeye çalışmalarını, kendilerine bir yönelim belirlemelerini, bunun devamında da bir yazı dili oluşturmalarını tavsiye ederim. Elbette ki bizim sektörümüzde çok geniş çaplı, İngiltere ve ABD’deki kadar garantili bir ‘omurga’ yok. Bu sebeple de şans faktörü de yanında olmalı herkesin.