30 Mayıs 2012 Çarşamba

Felekten Bir Gece Daha

The Hangover(Felekten bir gece) yaklaşık üç sene önce vizyona girdiği zaman beklemediği bir başarıyla karşılaşmıştı.Böyle küçük bütçeli komedi filmlerinin uluslararası gişe başarısı kazanması pek beklenecek bir durum değildi ama herkesi şaşırtarak çok yüklü miktarda bir gişe hasılatı elde etti.Yetmedi üstüne üstlük en iyi komedi filmi dalında altın küreyi alarak bir anda daha yeni olmasına karşın kült film statüsüne kavusmasını sağladı.Ülkemizde de hatırı sayılır bir kitle edindi.Bu durum iki açıdan olumsuz sonucların dogmasına neden olabilirdi ve oldu da.Öncelikle ilk filmin gişedeki başarısı hemen yapımcılarının ağızlarını sulandırmıs olacak ki hemen ikinci filme soyundular.Belki yönetmenin aklında ikincisini belki üçüncüsünü çekmek  vardı ama kapitalizmin o gözü doymak bilmez hırsı büyük ihtimal devreye girmiş olmalı ki alelacele bir senaryo yazımı ve yapım süreciyle film karşımıza geldi .İşte böyle ola ola artık sinemaseverlerin kafasında bir kanı oluşuyor.Başarılı ilk filmin devam filmleri -bazı istisnaları dışında- kötüdür.


Hangover 2’nin başına gelenler de bundan ibaret.Daha vizyona çıkmadan bile insanların kafasında ilki kadar komik olmayacak bu yüzden kendimizi buna hazırlamalıyız tarzı bir düşünce oluşuyor.Kısmen doğru kısmen de yanlış bir ifade bu.Öncelikle bir filmi iyi ve ya kötü olsun herhangi bir önyargı ile izlemek son derece yanlış. Perdede yansıyanı en yalın şekliyle değerlendirebilmek açısından bütün önyargılardan kurtulmak gerekiyor. Doğru tarafı ise  yukarıda bahsettiğim gibi yapımcıların  para hırsıyla aceleci davranmaları ve devam filmlerine yeteri kadar ilgi göstermemeleri.Hangover 2 de de bütün bunlara rastlamak mümkün.Belki ilki kadar olmasa bile iyi komedi filmi sayılabilecek unsurlar taşıdığından başarılı olduğunu söyleyebiliriz ama dediğimiz gibi üstünde daha çok  çalışılsaydı daha iyi bir  fılm olabilirdi diyebileceğimiz bir potansiyele sahipti.
 
Filmin artıları, öncelikle oyuncu kadrosu.İlk filmde de en büyük artı olan kahramanlarımızın arasındaki kimya ikinci filmde de korunuyor.Hele Zac Galifinakis faktörü var ki filmi alıp götürüyor.Bırakın konuşmasını mimiklerinin bile yeterli olduğunu düşünürsek her ne kadar bu filmde fazla ön planda olmasa da şişman İsa’mız yine uslu durmuyor ve bütün olayların başlatan oluyor.Ayrıca Mr.Chow (Ken Jeong) kenardan gelip maçı kurtaran golcü misali ilk filmdeki bombalardan biri olmuştu,burda da onu görmek son derece keyifliydi.Hikayede bir girip bir çıkması ile temponun düştüğü anlarda gülme katsayımız birden artıyor.Aslında Zack Galifinakis ile sadece üstlerine kurulu bir film yapılsa keşke diye hayıflanmadığımız olmadı değil.Böylelikle sinema dünyası yeni bir fenomen ikili kazanmış olurdu.

 Gelelim filmin aksayan yönlerine.Yukarıda da bahsettiğimiz gibi yapım kısmında aceleci davranıldığı için senaryoda mantıksal hatalar bariz bir şekilde gözümüze çarpıyor.Tamam her ne kadar absürd bir hikaye de olsa,mantık aramanın çok da gerekli olmadığını söyleyebiliriz ama kopan parmak olayında bu kadar da bariz bir geçiştirme yapılması ve sonunun baştan savma bağlanması filmin en büyük handikapı.Ayrıca ilk filmin tutmasına neden olan olay örgüsünün birebir aynısının Bangkok versiyonuna çevrilmesi seyircileri kandırmaktan başka bir anlama gelmiyor.İlk filmde bu formül tutmuş olabilir ama biraz daha yaratıcı davranılıp ilk filmden bağımsız bir mizah yaratılsa daha iyi olurdu.Umarım bu formülün suyunu çıkarmazlar ve olası üçüncü filmi heba etmezler.


Sonuç olarak bir komedi filminin asıl yapılış ama güldürmekten başka birşey değildir.Ne kadar sinemasal anlamda bakarsak bakalım,iyi kötü yanlarını bulmaya çalışalım esas olarak şunu sormamız gerekiyor.Bu film güldürüyor mu? Bana kalırsa bolca güldürüyor.


28 Mayıs 2012 Pazartesi

Iron Maiden is my religion



Canımız ciğerimiz Iron Maiden’ın Bruce Dickinson’un pilotluğunda Ed Force One adını verdikleri uçaklarıyla 45 günde 21 şehirde verdiği 23 konserin belgeseli olan Flight 666 aslında Iron Maiden’ın dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük grubudur iddiasının artık tamamen kesinleşmiş olduğunun bir kanıtı.Evet gerçekten iddialı bir laf zira her müzik grubu dinleyeni açısından dünyanın en iyi müziğini yapıyordur orası kesin ama Iron maiden açısından durum biraz daha farklı.Sadece kendi dinleyenleri açısından değil metale,rock müziğe mesafeli duranların bile bir noktadan sonra kabul ettikleri bir gerçektir bu.Hele hele filmde ekrana getirilen görsel ve işitsel şölen ile aksini söylemek imkansız hale geliyor.


Peki bu Iron Maiden neden dünyanın en büyük grubudur diye soracak olursanız işte belgeselden birkaç not; Iron maiden öyle büyük bir gruptur ki; sırf konseri en ön sıradan dinlemek için fanlarının 10 gün öncesinden aç susuz bir şekilde stadın önünde kamp kurduğu, yeri geldiği zaman uğruna işlerinden istifa bile ettikleri ve ya kız arkadaşından ayrıldığı,hiçbir albümünün piyasaya sürülmediği ve hiçbir video klibinin televizyonlarından yayınlanmadığı bir ülkede 45.000 kişiye kapalı gişe konser verdiği,havaalanında ortalığı savaş alanına çevirmeye müsait azgın fanlarına karşı düzeni sağlamak adına toplanan kontrol polislerinin bile işi gücü bırakıp poster imzalattığı,hiçbir üyesinin vatanı dahi olmayan ülkede biletlerin 2 dakika içerisinde tükenip ardından konan ekstra konserin biletlerinin de 10 dakika içerisinde tükendiği,uçakta telsiz konuşmalarında uçağın irtifasından filan bahsederken karşı taraftan 666 mı?number of the beast yani gibi bir konuşmanın geçebileceği tek gruptur.Bence asıl en ilginci ise dünyanın en katolik ülkelerinden biri sayılan Brezilya'da vaazlarında şarkılarından pasajları okuyacak kadar tutkun bir rahibin kendi vücuduna 178 tane grupla ilgili dövme yaptırması ve çocuğunun ismin bile Steve Harris koyması son derece şaşırtıcı ve gruba karşı duyulan inanılmaz sevginin bir kanıtı.Bu ve bunun gibi daha birçok ayrıntı var belgeselde.Hal böyle olunca gerçekten neden bu kadar büyük bir grup olduklarını anlıyor insan.


Ayrıca grubun bu turu yapmaya nasıl cesaret edebildiklerini de görebiliyoruz.En baştan ekibin kafasındaki en büyük soru işareti oldukça yer tutan sahne ekipmanlarını uçağa sığdırma problemiydi.Bunun için uçağın içini baştan aşağı değiştirmeleri gerekliydi.Ucu ucuna sığdırarak yola çıkmaları bu turun aslında ne kadar uçuk olduğunun bir kanıtıydı.Öte yandan grup elemanları arasındaki birlik ve beraberliğin ne kadar gelişmiş olduğunu da görüyoruz.Geçmişinde grup üyeleri anlamında oldukça fazla giriş çıkışların yaşandığını düşünürsek bu problemlerin nasıl profesyonelce atlatıldığını da görmüş oluyoruz.Ara ara bir grup elemanı hakkında diğerlerinin yorumlarını ekrana getiren Sam Dunn konserlerdeki gibi onları onore atmak adına bir nevi solo atma sırası veriyor gibiydi ve bu anlarda görüyoruz ki herkes birbiri hakkında son derece samimi duygular besliyor.Böylesine büyük bir grubu oluşturan sanatçıların egolarını düşünürsek hala eski tarz rock grupları gibi sadece geyiğine tura çıkmış oldukları izlenimi vermeleri son derece enteresan ve müziği sadece müzik için yaptıkları anlışılıyor. Ayrıca Sam Dunn’dan bahsetmişken Bir Metalcinin Yolculuğu ve Global Metal gibi yakın zamanda hem belgesel sinema adına hem de metal müzik adına güzel eserler veren bu rocker dostumuza ayrı bir parantez açmak gerek.Akademik bir belgeselci havasından çok amatör kimliğini ön planda tutarak filmlerinde samimi bir ortam yaratıyor.

Sonuç olarak belgeselimiz fanlarının “Iron Maiden benim dinimdir” diyebilecek kadar gruba hasta olmalarının nedenini görmek açısından döküman anlamında doyurucu ve hem görsel hem de işitsel bir ziyafet çektirmesi açısından da türünün başarılı örnekleri arasında.



27 Mayıs 2012 Pazar

Cannes "AŞK" dedi




Bu yıl 65. kez düzenlenen Cannes Film Festivalinde ödüller dağıtıldı.Türk sineması adına yarışan tek yapım Rezan Yeşilbaş'ın Sessiz'i geceden ödülle döndü.Pek fazla sürprizin olmadığı gecede ödül alanlar ise şöyle;


  • Altın Palmiye : Amour (Michael Haneke)
  • Juri Büyük Ödülü : Reality (Matteo Garrone)
  • En iyi kadın oyuncu : Cosmina Stratan & Christina Flutur
  • En iyi erkek oyuncu : Mads Mikkelsen (Jagten)
  • En iyi yönermen : Carlos Reygadas (Post Tenebras Lux)
  • En iyi senaryo: Christian Mungiu (Beyond the hills)
  • Juri Özel Ödülü : The Angel's Share (Ken Loach)
  • Altın Kamera En iyi ilk film: Beasts of the southern wild (Ben Zeitlin)
  • En iyi kısa film : Sessiz (Rezan Yeşilbaş)


24 Mayıs 2012 Perşembe

Baba de bana

Burak Ekinil'in Balık isimli albümünden eğlenceli bir parça.Hulusi Kentmen'e de bir saygı duruşu niteliğinde.


23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yurdumdan Festival Manzaraları

Yaz başlıyor ve yurdun her yerinden festival haberleri geliyor.Sinema adına gerçekten bereketli zamanlardan geçiyoruz.Sinemanın gücüyle seslerini duyurmak isteyen yerel yönetimler birbiri ardına sinema festivalleri düzenliyorlar.Şu günlerde seyircisiyle buluşmuş olan ya da yakın zamanda buluşacak olan organizasyonlara dikkat çekmek gerek.

 






























































http://www.onatkutlarfilmfestivali.com/