28 Şubat 2011 Pazartesi

And the Oscar goes to

kings-speech-poster-2

  • En iyi film : The King’s Speech
  • En iyi erkek oyuncu : Colin Firth(The King’s Speech)
  • En iyi kadın oyuncu : Natalie Portman (Black Swan)
  • En iyi yönetmen: Tom Hooper (The King’s Speech)
  • En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christian Bale (The Fighter)
  • En iyi yardımcı kadın oyuncu: Melissa Leo(The Fighter)
  • En iyi orjinal senaryo: The King’s Speech
  • En iyi uyarlama senaryo: The Social Network
  • En iyi kurgu: The Social Network
  • En iyi belgesel: The inside job
  • En iyi görsel efekt: Inception
  • En iyi animasyon film : The Toy Story 3
  • En iyi sinamatografi : The Inception
  • En iyi kostüm tasarım: Alice in wonderland
  • En iyi makyaj: The Wolfman
  • En iyi sanat yönetimi: Alice in Wonderland
  • En iyi yabancı film: Hævnen(Danimarka)

25 Şubat 2011 Cuma

Buried(Toprak Altında)

o-contest-enter-to-win-buried-movie-prize-pack-3-day-survival-of-the-fittest 

Tek bir mekan,tek bir oyuncu ve 90 dakikalık bir süreçte hiç dinmeyen heyecan. Sinemanın en güçlü yanlarından zengin oyuncu kadrolu ve ya çeşitli mekanlarla zengileştirilmiş örneklerinden tamamen ayrı olarak bu kadar kısıtlı bir alanda böyle başarılı eserler vermek her babayiğidin harcı değildir.Bu yüzden başta yönetmen Rodrigo Cortez’i ve tek oyunucusu Ryan Reynolds’u  tebrik etmek gerekir.Tabi bir de yan rolde g*t kadar alanda artislik taslayan yılan’ı da es geçmeyelim.Tamamen klostrofik bir ortamda devam eden ve temposunu hiç kaybetmeden 90 dakika sürebilen bir film olarak saygıyı hak ediyor.

ryan-reynolds-buried  
Konusuna gelince Irak’ta kendilerince yıktıkları yerleri tekrar  inşaya gelen Amerikan sermayesinin bir emekçisi olarak memleketinden binlerce kilometre ötede ekmek arayan kahramanımız Paul’un şoförü olduğu firma kafileler halinde dağıtım yapmaktadır.Iraklı direnişcilerin saldırısı sonucu bütün şoförler öldürülür ve sadece Paul fidye istenmek üzere kaçırılır.Yarı baygın halde tabutun içinde uyanan daha ne olduğunu anlamadan tabuttan çıkma yollarını arar. Hayatla tek bağlantısı cep telefonudur ama kaderin cilvesi onun da şarjı azalmaktadır.Bir de kapalı ortamdaki oksijenin azalmaya başlamasıyla kapan içinde kapana kısılır Paul. Telefonuyla uluslararası yaptığı konuşmalarla kendini kurtarmak istese de işin rengi burda değişiyor.Bir türlü amerikan bürokrasisini aşamayan Paul aslında imgesel anlamda kendi vatanının Irak’taki durumunu ortaya koyuyor.Yalanlar üstüne kurulu bir dayatmanın sonucu yerle bir ettiği Irak’ta gittikçe daha dibe batan ve bütün çıkış yolları kapanan Amerika misali çaresizlikler içinde kurtuluş yolları aramaktadır kahramanımız. Tabi onun orda oluş nedenleri amerikadan çok çok masum da olsa sonuçta Irak’lılar açısından bakarsak orda her amerikalı askerdir ve her amerikalı düşmandır. Ülkesi işgal edilmiş bir psikolojiyi Kurtuluş savaşı öncesini anlatan tarih derslerinden hatırlarsak daha iyi anlayabiliriz.

Buried-movie-stills-14Buried-movie-stills-13
Sinemasal açıdan bakarsak belki de yapılabilecek en zor türlerden biridir bu kısıtlı mekanda kısıtlı oyuncuyla çekilen filmler.Özellikle son yıllarda iyice yaygınlaşan düşük bütçeli filmlerin getirdiği olağanüstü başarılardan(bknz. Paranormal Activity)  sonra yapımcıların iştahı kabarmış olacak ki son zamanlarda böyle filmlerin sayısı iyice arttı.Önceden denenen örnekler de olsa yeni konularla beraber tekrar denenen bu filmler hem maliyet açısında yapımcı dostu oldukları için çok tutuluyor hem de iddialı yapımlar olmadıkları için yüksek risk taşımıyorlar.Tamamen karambole tutarsa iyi tutmazsa zaten düşük bütçeliydi çok birseş beklememek lazım savunmasına geçilebilir.Neyseki Buried baştan sona heyecanından birşey kaybetmeden sona doğru yaklaşıyor.Hele bir final sahnesi vardır ki iddialı bir söz olacak ama bence sinema tarihindeki en etkileyici sonlardan biri.Bıçak gibi biten bir sonla beraber boğazınıza kocaman bir yumru oturuyor.
2010 yılına dair çeşitle yerde çıkan yılın en iyileri listelerinde hemen hemen her sinema yazarının listesinde yer alan Buried bu ilgiyi sonuna kadar hakeden bence son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri.Mutlaka kaçırılmaması gerekir.

43.Siyad Ödülleri

kosmosArtık iyiden iyice sinema dünyasının baş tacı ödül sezonunun sonuna doğru geliyoruz.Oskarlarla beraber doruğa çıkan bu dönemde geçen yılın en başarılı filmleri bir bir ödüllendiriliyor. Altın portakal’dan da bol ödülle çıkan iki film Kosmoz ve Çoğunluk Siyad ödüllerine de damgasını vurdu. Kosmoz en iyi film dahil beş dalda ödüle layık görülürken,Çoğunluk da üçü oyunculuk performans dallarında olmak üzere dört ödülle geceyi kapattılar. Ödüllerde işin ilginç yanı ise Altın Ayı ödüllü ve Oskar aday adayımız Bal’ın gecede es geçilmiş olmasıdır.  Son zamanlarda protestoları ve politik çıkışlarıyla diğer yönetmenler arasında sivrilen Semih Kaplanoğlu’nu filmi Bal’a karşı bir tavır mı alındığı sorusu ortaya çıkıyor ama siyad yazarlarının böyle bir tavır takınacaklarını zannetmiyorum. Yine de gecenin dikkat çekici sonuçlarından biriydi bu. Ödül dağılımına gelirsek;

43. SİYAD Ödülleri

  • En iyi film: Kosmos
  • Yönetmen: Reha Erdem (Kosmos)
  • Senaryo: Seren Yüce (Çoğunluk)
  • Kadın oyuncu: Sevinç Erbulak (Prensesin Uykusu)
  • Erkek oyuncu: Bartu Küçükçağlayan (Çoğunluk)
  • Yardımcı kadın: Nihal Koldaş (Çoğunluk)
  • Yardımcı erkek: Settar Tanrıöğen (Çoğunluk)
  • Görüntü yönetmeni: Florent Herry (Kosmos)
  • Müzik: Selim Demirdelen (Kavşak)
  • Kurgu: Reha Erdem (Kosmos)
  • Sanat yönetmeni: Ömer Atay (Kosmos)
  • En iyi belgesel: Direnişçi (Murat Utku)
  • Kısa film: Bisiklet (İ. Serhat Karaarslan)
  • Ahmet Uluçay Umut Ödülü: ‘Kahpe Devran’ belgeselinin yönetmeni Cahit Çeçen
  • En iyi yabancı film: Beyaz Bant (Michael Haneke)

5861_cogunluk_1

24 Şubat 2011 Perşembe

Benimle evlenir misin?

Hepsi iyi hoş da matriksli ceo cüneyt abiyle  jirinity jale ablanın kafası çok iyiymiş evlendiklerinde:)

2sinema davetiye  guzel-dantel-el-isleri5                   Düğün davetiyesi örnkpost91088948106dn9ly6

64. Bafta Ödüllerinde King’s Speech Damgası

Oskarlara adım adım yaklaşıldığı şu günlerde yavaş yavaş ödüller belirmeye başlıyor.Meslek birliklerinin ödüllerin yol gösterici olduğu performans ödüllerinden ziyade en iyi film açısıdan belirgin rol oynayan altın küre ve Bafta ödülleri bir bir açıklandı.Geçen hafta verilen ödüllerde en iyi film,en iyi erkek oyuncu ve en iyi senaryo dahil yedi dalda Bafta ödülü alan Kings’s Speech(Zoraki Kral) oskar yarışında otoritelere göre bir adım önde.Diğer dallarda ödül alanlar ise şöyle;

the-kings-speech-poster

En iyi film: King’s Speech
En iyi erkek oyuncu: Colin Firth (King’s Speech)
En iyi kadın oyuncu: Natalie Portman (Black Swan)
En iyi yönetmen: David Fincher (Social Network)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Helena Bonham Carter (King’s Speech)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Geoffrey Rush (King’s Speech)
Göze çarpan İngiliz filmi: King’s Speech
En iyi senaryo: King’s Speech
Özgün Fim müziği: King’s Speech
Özel Görsel Efekt: Inception
İngiliz sinemasına göze çarpan katkı: Harry Potter filmler serisi
En iyi animasyon filmi: Toy Story 3
En iyi senaryo adaptasyonu: Social Network
En iyi sinematografi: True Grit
En iyi yabancı film: The Girl with Dragon Tattoo

colin_firth_bafta

3. Reich’ta Sinema

ilk-3d-teknolojisini-naziler-kullanmis--1153029Avustralya’lı yönetmen Philippe Mora “3.Reich’ta Sinema” projesi çerçevesinde Berlin’deki Federal Arşivinde bulduğu 30’ar dakikalık propaganda filmlerinde günümüz sinema dünyanın yeni gözdelerinden 3 boyutlu çekim tekniniğinin ilk kez Naziler döneminde kullanıldığını ortaya koydu. İlk olarak Varity dergisinde ortaya atılan iddiada siyah beyaz çekilmiş iki filmde o günün teknolojik şartlarını zorlarcasına özel geliştirdikleri prizma yöntemiyle 3 boyutlu filmler üzerinde çalıştıklarını söyleyen Mora,bugüne kadar ortaya çıkmamasının sebebi olarak da arşivde filmlerin "stereoskopik film" kategorisinde arşivlendiğini, ve gerçekten de 3 boyutlu olabileceği üzerinde durulmamasına bağlıyor.

Bilindiği üzere geçmişteki bütün faşist yönetimler halklarını avuçlarının içinde tutmak için en etkili yol olarak sinemayı seçmişlerdi.Kitleleri etkilemek için biçilmiş kaftan olan bu büyülü sanat kötü eller yüzünden amacından saparak birer göz karartma aracı olarak görüldü ve kullanıldı.Ama yine de Nazilerin herşeyi kaydetmeyi saplantı haline getirmesinin sonucu olarak teknolojik imkanları sonuna kadar kullanmasının iyi tarafınında olduğu tartışma götürmez. Son günlerde hayli popüler olan 3 boyutlu film furyasının başlangıcının 30’lu yıllara dayanması  her ne kadar insanlık tarihinin en kanlı savaşına zemin hazırlayan yıllar la kesişse de sanatın görselliği açısından son derece önemli buldu.

Sanatsal anlatım yollarının çeşitlenmesi ile çok farklı ufuklara yelken açan sinema sanatında bu gelişmeyi yaratan her kim olursa olsun,düşüncesi her ne olursa olsun kayde değer bir durumdur. Dinamitin ortaya çıkışında esas ama yollar yapılsın diye yüksek patlayıcı gücüne ihtiyaç duyulmasının ardından gelen buluş sonrasında kirli eller yüzünden çok kan dökse de başlangıcındaki iyi niyet yadsınamaz. Nazilerin sinema da bu teknolojiyi geliştirme çabaları babaların hayrına olmadığı gibi boyunduruk altında tuttukları halklarını iyice avuçlarının içinde tutmak için propaganda yağmuruna tutmak istemeleri de tartışmasız gerçek. İnsanlık tarihinin en büyük kara lekelerinden biri olan faşist düzenler ve neredeyse onların içinde birinciliği kimseye kaptırmayacak vahşilikteki Nazi sistemini övmek değildir bu sadece her türlü yeniliği insanlık adına iyi şeylerde kullanmak gerektiğini vurgulamaktır. Yine Nazi döneminde atomun parçalanması üzerinde yapılan çalışmalar her ne kadar vurucu ve caydırıcı gücü yüksek bomba yapımı için de olsa savaş sonrasında bunun insanlığın yararına enerji üretiminde kullanılmaya başlanması yine nazi döneminin yadsınamaz gerçeklerinden. Gönül isterdiği insanlık bütün bu acıları yaşamasaydı ve hakkettiği bir düzende gelişseydi tüm bu güzellikler. Tabi bu dediklerim diğer bütün yaşanan kötü olaylardan sonra çıkardığımız derslerin başlangıç cümlesini oluşturuyor.Keşke olmasaydı…110217-nazi3d.hlarge

23 Şubat 2011 Çarşamba

Sinema Şehri;Eskişehir

1-8 Mayıs 2011 tarihleri arasında gerçekleşecek olan 13. Anadolu Üniversitesi Uluslararası Eskişehir Film Festivali’nde  gelenekselleşen “Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri” bu yılki sahiplerini arıyor.Yedinci sanat’ın düşünsel anlamda da gelişmesine katkıda bulunan her türlü akademik çabayı takdir etmeyi amaçlayan bu tür girişimler sinema kültürünün gelişmesi adına çok önemli adımlardır.

Sinema sadece kitleleri eğlendirme amacıyla ürünler ortaya koymaz, asıl işlevi tüketiciden çok katılımcı izleyicinin sinema ürünü sırasında ve ya sonra bile sorgulamaya itme amacı gütmesidir. Zaten sadece sinemayla alakalı bir durum değil bu, bütün sanat dalları açısından en temel amaç insanın,kendini yapıtların soyut dünyasında görmek ve dünyayı,hayatı daha iyi anlaşılır kılmak değil midir. Hal böyle olunca sanat dalının çok daha işlevli olması için toplumsal olarak sanat dalına iyi entegre olması gerekir.Yani kısacası sanatsal ürünleri gelişim adına sinderebilecek bireyler yaratmak adına öncelikle sanat kültürü yaratmak gerekir.Yani şöyle ki bir filme sırf zaman geçsin diye gidilemeyeceği gibi bireyin tüketiciden ziyade sanatsal sürecin bir parçası olarak perdeden aldığı veriyi kendi sanat kültürüyle ve bilgi birikimiyle harmanlayıp işe yarar bilgiye dönüştürmesi gerek.Tabi bunlar daha ütopik bir toplumda geçerli olacak kurallar.Gerçeğe dönersek daha yediği patlamış mısırı sessiz yemeyi bile beceremeyen bir birey nasıl olacak ki perdede gördüğü sanatsal imgeyi içselleştirip anlamlı bir geridönüş yapacak. Tabi burda kişilik problemlerini göz ardı ederek asıl sorunun sanat dalına ilişkin bir kültürün gelişmemiş olmamasına bağlayabiliriz.Piyasadaki sinemayla ilgili dergi olsun,gazetelerdeki yazılar olsun Türk Sineması diye övüp övüp bitiremediğimiz nerdeyse cumhuriyetle yaşıt bir sinema kültürüne yetmeyecek kadar az. Aynı şeyi müzik için de söyleyebilir. Yakın zamanda bir bir kapanan efsane dergiler sonrası çokca konuşulmuştu bu durum. Sorsanız herkes evinde,dışarıda sürekli müzik dinler ama esas buna kafa yoran kaç kişi vardır ki. Maddi yetersizliklerle iflasın eşiğine gelen dergilerin yapımcıları göre bu darboğazı yaratan asıl sorun sanatı tüketmekten ziyade bilinçli talep eden kitlenin kültürel anlamda yeterli olmadığıdır.Kimin sözüydü hatırlayamadım ama “müzik dinlenmez,okunur” diyordu.Aynı mantık sinemada da geçerli.”Film izlenmez,okunur.”Tabi bunun için önceden hazırlık yapmak gerekir. Sadece tüketim kısmında devreye girerek herhangi bir kültür ortaya konulamaz. Sinemanın öncesi ve sonrasıyla çok daha kültürel bilgi birikimini hak ettiğini söyleyebilirim.

Tabi yine söylüyorum bunlar ancak romanlardaki gibi ütopik toplumlarda olabilecek hadise ama bu yine de bu kültürü yerleştirmek adına bütün çabaları tek bir potada toplayıp bunu motive edici bir şekilde ödüllendiren her türlü organizasyona  saygıda kusur etmemek gerekir.Yukarıda bahsettiğim gibi Sinema kültürüne katkı ödülleri son derece önemli bir organizasyondur ve sanatsal ürünü üretenler dışında tüketenler kısmında da böyle daha sağlıklı bir yapı kurmak adına takdir edilesi bir fikirdir.

En iyi sinema kitabı, en iyi sinema makalesi, televizyonda yayınlanan en iyi sinema programı/ en iyi internet sinema dergisi/sitesi/ blog” olmak üzere üç ayrı alanda sahiplerini bulacak ödüller için son başvuru tarihi 20 MART 2011  ve başvurular sonrası sinema yazarları ve akademisyenlerden oluşan beş kişilik bir “Seçici Kurul” tarafından değerlendirilecek. Her kim alırsa alsın kazanan mutlaka sinema kültürü olacaktır.

Ayrıntılı bilgi için;

http://eskfilmfest.anadolu.edu.tr/

bannerorg

22 Şubat 2011 Salı

Consume Obey Die

eat-pray-love-movieElizabeth Gilbert adlı ablamızın herşeye sahip dünyasından hiç bir şey bulamayıp kendini yollara verişinin hikayesini anlattığı “Eat,Pray,Love” kitabından aynı adla uyarlanan filmde romantik komedilerin kraliçesi Julia Robert yine arzı endam ediyor.Yanında ise iç güveysinden hallice son dönemlerin en karizmatik ve en başarılı oyuncularından Javier Bardem eşlik ediyor.Peki orta yaşlarında hala güzel Hollywood güzeliyle,yakışıklı Avrupai esas oğlanımız filmi kurtarmaya yetiyor mu.İşte filmin koca bir soru işareti.Hele hele temel aldığı Amerikanın “bestseller” kitabı bile filmi kotarmaya yetmiyor.

EAT PRAY LOVE 

Hiç doymak bilmeyen tüketim alışkanlığının sonucu olarak hiçbir şeyden zevk almamaya başlayan yurdum Amerikalısının “iç” yolculuğunu anlattığı Ye,dua et,sev hem kitabı hem de filme uyarlanışıyla vasatı aşamayan klişeler bütünü olarak karşımıza çıkıyor.Bugüne kadar sayısız örneği perdeye aktarılan şehirli insanın tüketimden sıkılıp kendini bulmaya adaması temasından hareketle yine aynı durum ısıtılarak karşımızda.Tabi söylemesi gerekenleri tekrar suya sabuna dokunmadan,klişelere boğarak üstünkörü geçiyor.Bu “iç yolculuğun” esas sonucu olarak kendilerinde bulmaları gereken kocaman boşluğu keşfetmektense zaten kendilerini bu noktaya getiren doyumsuz kişiliklerine hiç de odaklanmadan yazının başlığını haklı çıkarırcasına geçip gidiyorlar hayattan.
Hayatı ıskalayışlarını çok geç anlayıp geriye dönüp baktıklarında karşılarına çıkan kocaman boşluktan korkup alelacele önceden denenmiş hazır kalıpları kendilerine uydurmaya çalışmaları ekseninde ilerlese de bu tür filmler,kitaplar aslında ortaya çıkan ürünlerde anlaşılıyor ki tüm bu yaptıkları üstlerinde emanetmiş gibi duruyor.Hani derler ya alışmadık k*çta don durmazmış. Aynen o hesap bütün o meditasyonlar, yogalar, çakralar, enerji dengeleri içlerindeki kocaman boşluğu görmemek adına sabun köpüğü misali içlerini doldurmalarının tezahürüdür.

EAT PRAY LOVE

Elbet şunu da es geçmemek lazım her mistik inanışın temelinde bu içe yolculuğu bulabiliriz.Sadece mistik inanışlarla da bunu kısatlayamayız aslında.Her türlü inanışın ve ya ideolojinin kökeninde insan ve insanın içindekilere dair bir yöneliş vardır.Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içeri” sözü zaten bu içe yönelişi çok güzel anlatıyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu felsefenin bir benzerini bulabilirsiniz.Peki yukarıda da bahsettiğimiz kitaba ve filme konu olan bu içe yönelişte eksik olan ne? İşte orda karşımıza çıkan kocaman duygusuzluğu temel alarak şunu diyebiliriz.İçe yönelişlerin esas amacı kendin dışındaki bir dünyayı anlamak için önce kendinden başlayarak anlamlar verme sürecidir ve en sonunda topluma daha sağlam entegre olmayı getirir.Hali hazırda sürüden farkı olmayan bir tüketim toplumundan ayrılıp arınmayı onların yanına dönmek için yapmak,işte bu duygusuzluğu yaratan bir yapaylığı getiriyor.”Bakın ben ne güzel içe yöneliyorum” diyerekten insan kendi reklamını yapıyorsa işte orda kocaman bir yalan vardır demektir.Komşular alışverişte görsün misali kendini doldurmaktan ziyade “bakın ben boş değilim”mesajı gütmek dünyanın hiçbir inanışında hiç bir ideolojisinde yoktur.Olsa olsa her şeyi sömüren bir düzenin bu erdemli olayı da sömürmesinden öteye gidemez.Yılda yaklaşık yarım milyar dolar civarında seyreden günümüz mistik inanç pazarında yoga kuyruklarından insanlar,tezgahlardan küçük Buda’lar eksik olmuyor.Hal böyle olunca herşeyi pazarlamaktan geri durmayan açgözlü bir sistem belki kendisine mezar olacak bu mecrayı sırf tüketmek adına satmaktadır.Hani bir laf vardır kapitalizm kendinin asılacağını bile bile yine o ipi satar diye.Ama bu ve bunun gibi yapay örneklerle içi boş mistisizme alıştırılan halk bir anlık bir aydınlanma yaşasa da sonları mutlaka karanlık olacaktır.

Eat_Pray_Love_01


Sonuç olarak Eat,Pray,Love her ne kadar oyunculukları iyi olsa da içi boş alt metniyle vasatı aşamayan bir görüntü sunuyor ve alttan alta asıl anlattığının consume,Obey,Die olması gerektiğini hatırlatıyor.